Re: Kok dil hakkinda
--- In b_c_n@yahoogroups.com, Polat Kaya
<tntr@C...> wrote:
Sayin Üyeler,
Iyi günler
hepinize. Sayin Haluk Berkmen asagidaki yazisinda uygun
sözler söyleyerek
konumuz hakkinda yol gösterici olmus. Bu arada
kendilerinin de
söylediklerim hakkinda bazi kuskularinin oldugunu
isaretlemis ki
bütün bunlara hiç bir itirazim yok. Haluk Beyin ve
onun bu yazilarina
cevaben gelen diger yazarlarin belirttikleri
hususlarin isigi
altinda sizlere bir cevap hazirliyacagim. Konumuz çok
önemli oldugundan
elbetteki onu iyi anlamak gerekiyor. Fikirlerimi
toparlayip
aydinlatici bir yazi haline getirmek biraz zaman
alacagindan bu
küçük boyutlu iletimi hemen göderiyorum ki konu
üzerinde suskun
oldugum sanilmasin. Simdiye kadar bu ortamda
yazdiklarimdan da
bilinir ki sizlere ulasmak için ben ancak kendi
hizimda yavas yavas
hep arkadan geliyorum. Ayrica e-postalara yanit
verme çok zamanimi
aldigindan görülmesi gereken diger islerime zamanim
kalmiyor. Bu
sebeple bu yavasliligimi hosgörü ile karsilayip biraz
sabirli olmanizi
dileyecegim. Kalin saglikla.
Selamlarimla,
Polat Kaya
Berkmen wrote:
>
> Sayin Uyeler,
>
> Bir toplulukta
farkli goruslerin tartisilmasi hem faydali
hem de gereklidir.
Faydasi, o gune kadar hic bir kitapta yazilmamis,
ogretilmemis ve
hatta dusunulmemis fikirlerin bile ileri surulerek
yeni modellerin ve
yaklasimlarin olusmasidir. Gerekli olusu ise
gurubu ataletten,
durgunluktan ve anlamsizliktan kurtaran iste bu
farkli goruslerin
ileri surulup tartisilmasidir.
>
> Bu bakimdan
her birimizin karsi gorusleri once dikkatle
okumamiz ve bu
gorusleri onaylamasak bile bilimsel hosgoru ve
supheciligin geregi
olarak daima bir acik kapi birakmamizda fayda
vardir. Tarih bize
defalarca gostermistir ki her yeni fikir bir
direncle karsilasir
zira yeni fikirler etki yaratir ve etkiye tepki
gostermek de
doganin yapisinda vardir. Fizikte Newtonun birinci
kanunu “Her etkiye
esit ve zit yonde bir tepki olusur” der.
Ancak etki ve tepki
zit olsalar bile esit olmalari sarttir. Ufak bir
etkiye buyuk bir
tepki gostermek hem hosgoru eksikliginin hem de
kendine guven
eksikliginin belirtisidir. Bir baska deyisle sistemde
bir dengesizligin
var olduguna isarettir bu. Bizler, okumus, aydin ve
olgun sahislar
olarak bu tur asiri tepkilere ne yol acalim ne de
kendimizi kapip
koyvererek asiri tepkiler verelim.
>
> Lutfen yanlis
anlamayin, kimseye ders vermek veya ikaz
etmek icin
soylemiyorum bunlari, sadece tartismalarin bilimsel etik
ve olcutler icinde
kalmasini istedigim icin belirtiyorum. Ancak ne
yazik ki bilim
insanlara degerler katmiyor. Insani degerler bilimden
ziyade ‘bilgelik’
alani icine girerler ve de Turkoloji veya Dilbilim
gibi sosyal
bilimlerde bilgeligin payi oldukca fazla olmasi gerektigi
gorusundeyim.
Hosgoru ise bilgeligin birinci sartidir.
>
> Ozellikle
Dilbilimde her yeni fikrin veya yaklasimin tuhaf
denebilecek
tepkilerle karsilasigini goruyoruz. Ornek olarak sayin
Timur Kocaoglu
diyor ki :
>
> “Birbiriyle
iliskisiz dil ailelerindeki bu yakinliktan
habersiz bazi
filolog ve dilbilimciler yalnizca Hint-Avrupa, Ural-
Altay, Sami
dillerini goz onunde bulundurarak Nostratik veya
Eurasiatic
(Avrasya) dil ailesi icin onemli kanit (?) saymislardir.
Boyle yanilgiya
Greenberg ve Ruhlen gibi sozum ona onemli
dilbilimciler bile
dusmustur. Halbuki bu "mama" ve "papa"
kelimeleri
Nostratik ve Eurasiatik olarak varsayilan dil ailesi
disindaki baska
dillerde de bulunuyor.”
>
> Affiniza
siginarak belirtmek isterim ki Greeberg ve
Ruhlen “sozum ona
onemli dilbilimciler” olmayip ‘Karsilastirmali
dilbilimin’
kuruculari sayilirlar ve cok degerli arastirmalar
yapmislardir.
Bircok dilbilimci calisma odasinda veya kutuphanede
kuramlar uretirken
bu iki dilbilimci bizzat araziye cikmislar,
cesitli kavimleri
ziyaret etmisler, sozcukler toplamislar, verileri
yerinde
incelemislerdir. Hatta tum Afrika dillerini ilk olarak tasnif
eden, onlari buyuk
dil aileleri halinde toplayan ve daha once
kimsenin anlam
veremedigi karmasaya son veren Greenbergdir. Bununla da
kalmayip Amerika
kizil derili kavimlerin (boylarin) dillerini de uc
ana gurup icinde
yorumlayan gene Greenbergdir. Ayrica hem Altay hem
Sami hem de
Hind-Avrupa dillerinin tek bir kok dile dayandigini ve
her ucunun de ortak
bir atasi olmasi gerektigini soyleyip Avrasya
(Eurasian) dil
ailesini ortaya atan da gene Greenbergdir.
>
> Ayrica dil
aileleri icin ‘iliskisiz’ demek sadece bir
varsayimdir. Eger
Orta Asyadan Goc Kurami ispatlanirsa (ki yakinda
ispatlanacaktir)
tum dil guruplari birbirleriyle iliskili olduklari
ortaya cikacaktir.
Eger “mama” ve “papa” sozcukleri Nostratik ve
Eurasiatik dil
guruplarinin disinda varsalar nedeni tesaduf olamaz.
Iddia edildigi gibi
‘dogal sesler’ derseniz o zaman da bunca dogal
ses varken neden
ayni dogal seslerin anlam olarak da ayni denecek
kadar yakin
olduklarini da aciklamaniz gerekir.
>
> Greenberg ve
Ruhlen gibi kapsamli arastirmalar yapmis
saygin
dilbilimcilere siz “sozum ona onemli” diyorsaniz, sayin
Kocaoglu, bizim
gibi amatorleri findik fistik kabilinden eglencelik
olarak gormenize
hic sasmamak gerekir. Ancak ben olcutlerimi koymus
bulunuyorum ve tum
uyeler bu olcutlerin farkindadirlar. Umarim sayin
Polat Kaya da kendi
olcutlerini bu ortama sunar. Bir tek “anagram”
metodu vardir demek
de bence biraz olayi basite indirgemek olur. Bazi
sozcuklere belki bu
metodu uygulayabiliriz ancak “Her Latince sozcuk
istisnasiz ve
kasitli bir sekilde kirilip yeniden olusturulmustur”
demek de pek
inandirici olmamaktadir maalesef. Benim ileri surdugum 4
olcut oldukca
anlamli ve pratik sonuclar vermektedirler. Bu olcutler
cercevesinde
“anagram” olayina yaklasabilirseniz sevinirim, sayin
Kaya.
>
> Ornegin,
sozcuklerin kirilma olayinin karakusi ve keyfi
olmayip belli bir
kural dahilinde yapilmis oldugunu gostermekte yarar
vardir sanirim.
Ayrica bir sozcugun herhangi bir hecesini herhangi
bir yere
istediginiz sekilde aktaramazsiniz. Bunun da bir kurali
olmasi gerekir.
Once ulcutlerinizi bilelim ve sonra da orneklerin de
bu olcutlere uyum
saglidaklarini gorelim. Ayrica Turkceye
bagladiginiz
sozcukleri sistemli bir sekilde, hangi anlamlarda
kullanildiklarini
kok sozcuklere dayandirarak gostermek daha
bilimsel bir
yaklasim olur bence.
>
> Benim ve sayin
Kayanin savundugu temel yaklasim on-
Turkcenin
yeryuzundeki en eski dillerden biri oldugudur. Isterseniz
on-Turkce yerine
on-Altayca deyin, buna hic bir itirazim yok. Zira
burda kendi
kulturume pay cikartmak veya ustunluk iddia etmek
istemiyorum. Sadece
tarihsel bir gercegi su yuzune cikartip calinmis
bir gecmisi
aydinlatmayi amacliyorum. Ancak bu iddiayi (hipotezi)
ispat etmek
gerekir. Bunu iki temel yoldan yapmayi dusunuyorum.
1.) Dilbilimsel
yaklasim, 2.) Yazinin tarihcesi yaklasimi. Dilbilimsel
yaklasimda, aynen
Greenbergin yaptigi gibi, sozcuklerin ve gramatik
yapinin sistematik
bir sekilde incelenip karsilastirilmalari gerekir.
Ornegin Turkceye
Arapcadan veya Farscadan Islamiyetin etkisi ile
girmis olan
sozcukleri hemen “Bunlar Turkce degildir” seklinde
yargilamanin dogru
bir yaklasim oldugunu sanmiyorum. Bunlara acaba
Arapcaya veya
Farscaya nerden geldiler? Batili dilcilerin yaptigi
gibi bir sozcuk
eger Latince veya Yunancaya dayaniyorsa tamam, onlar
icin yeterlidir.
Daha derine inmek zahmetine girmezler cunku
bulacaklari kok dil
onlari oldukca rahatsiz edebilir de ondan. Hind-
Avrupa kustahligi
son derece bagnaz ve dar goruslu dilciler
yetistirmistir
gectigimiz asirda. Umarim ki bu dar gorusluluk 21
inci asirda sona
erer.
>
> Avrupali
dilciler kendi dillerinde kok sozcukleri
goremedikleri icin
bunlari turetirler. Bu yaklasima sezlong
(fransizca uzun
iskemle demek) dilciligi diyebiliriz. Eger “The
Heritage
Illustrated Dictionary of the English Language” Etimolojik
sozlugune
bakarsaniz en sonda “Indo-European and Indo-Europeans”
bolumu vardir ve
orda aynen soyle der. Tercumesiz aktariyorum:
>
> “A word of
caution should be entered about the semantics of
the roots. It is
perhaps more hazardous to attempt to reconstruct
meaning than to
reconstruct linguistic form, and the meaning of a
root can only be
extrapolated from the meanings of the descendents it
has left. Often
these diverge sharply from one another, and the
scholar finds
himself reduced in practice to inferring only what
seems to him a
reasonable, or even merely possible, semantic common
denominator”
>
> Iste kendi soyluyor.
Hind-Avrupa dillerinde kok sozcukler
sadece akla en
yakin olan ve anlam benzerlikleri gosteren
sozcuklerden
turetilmektedirler. Oysa ki altay dillerinde kok
sozcukler halen
yasamlarini surdurmekte olup eski anlamlarini da
hemen hemen hic
kaybetmemislerdir. Simdi sorarim size “En eski (veya
daha eski) dil var
midir yok mudur?” Sadece bu noktadan hareketle
derim ki “Turkcede
halen yasayan kok sozcukler incelenerek tum dunya
dillerini etkilemis
olan kok dile ulasmak mumkundur.” Bu iddia bir
hayal urunu degil
(veya herhangi bir ustunluk iddiasi da degil) sadece
bilimsel bir
onermedir. Simdi is teoremin (onermenin) ispatina
kalmistir.
>
> Bunun icin
yazinin tarihcesini inceleyelim diyorum. Eger
temel “kok
kavramlar” belirgin isaretler halinde Orta Asyadan tum
dunyaya yayilmis
ise, iste size yazili kanit. Yaziyi cok genis
anlamda
tanimliyorum. Alfabetik yazidan cok once resimsel
(piktografik) yazi
vardi. Kavramlar tumsel olarak sentetik bir
yaklasim icinde
resimlestirilmislerdi. Bunlari halen kayalarda
veya cok eski
comlek parcalarinda hatta heykellerde buluyoruz. Bunlari
incelemek icin once
elde bir kuramin olmasi gerekir. Kuram olmadan
eski sembollere
anlam vermek olanaksizdir. Bu kuram dahilinde her
buluntu, yazit veya
arkeolojik yapi, aynen bir puzzle parcasi gibi,
yerli yerine oturur
ve buyuk resmin olusmasinda katkida bulunur.
>
> Eski Misirda
gelistirilmis olduklari sanilan Hieroglif
isaret ve
resimlerin orda uretilmediklerini ve Orta Asyanin kuzey
dogusundan
getirildiklerini bizzat Ingiliz arkeolog Sir E. A. Wallis
Budge
soylemektedir. Sayin Kayanin elmeginden aktariyorum:
>
> “ The ancient
Egyptians expressed their ideas in writing by means
of a large number
of picture signs, known as hieroglyphics. They
began to use them
for this purpose more than seven thousand years
ago, and they were
employed uninterruptedly until about 100 BC, that
is to say, until
nearly the end of the rule of the Ptolemies over
Egypt. It is
unlikely that the hieroglyphic system of writing was
invented in Egypt,
and evidence indicates that it was brought there
by certain invaders
who came from north-east or Central Asia; they
settled down in the
valley of the Nile, somewhere between Memphis on
the north and
Thebes on the south, and gradually established their
civilization and religion
in their new home.”
>
> Dikkat
ederseniz Ingiliz kustahligi gene belli oluyor. Orta
Asyadan gelenler
yazi getiriyorlar, yani daha ileri duzeyde bir
medeniyete
sahipler, ancak onlara gene de “invaders” (istilaci)
demekten zerrece
cekinmiyor Sir. El insaf desem yeridir.
>
> Benim yazinin
tarihcesi ile ilgili bir on yaklasimim ag
sitesi olarak
vardir. Ilgilenmek isteyenlerle yakinda Turkiyede
bulusup bu konuda
calismalari surdurmeye hazirim. Zira bu ay sonu
itibariyle
Birlesmis Milletlerin Atom Enerjisi Ajansindan emekli
oluyorum ve
Turkiyeye kesin donus yapiyorum.
>
> Saygilarimla
>
> Haluk Berkmen