[Fwd: Re: <>[TDTKB]<> Re: TÜRK TARİHİ TEZİ (İDDİASI)-????]
Sayin Murat Bülent Hattatoğlu ve degerli
arkadaslar,
Merhaba. Yanitiniz için tesekkür ederim. Size yanitima baslamadan
önce hem sizin ve hem de TDTKB grubu yöneticisinin dikkatini bir hususa çekmek
istiyorum. TDTKB nin kendilerine gelen yazilari üyelerine dagitim
düzenlemesine göre TDTKB kendine gönderilen yazilari yaziyi gönderen kisinin
adi ile yapiyor. Bu sebeple, yazilara yanit verip katkida bulunan kisilerin
yazilari ise yalnizca ilk yaziyi yazana gidiyor ve gruptaki diger arkadaslara
gitmiyor. Bu yanlis bir iletisim tarzi. Böylece sizin TDTKB grubuna
gönderdiginizi sandiginiz yaziniz sanki özel bir ileti imis gibi yalniz bana
geldi. Saniyorum ki TDTKB grubundaki diger arkadaslar sizin yazinizin kopyasini
almadilar ve böylece sizin benim yazima yanit olarak yazdiklarinizi henüz
okumus degiller. Umarim ki TDTKB yönetimi yapacagi yeniden düzenleme ile bu
yanlisini düzeltir. TDTKB grubu yönetici ve gelen yazilari dagitici grup
olarak, her türlü yazismalar TDTKB e-posta adresine gitmeli ve yalniz onlarin
adlari ile dagitilmali. Bu sekilde gruba gelen yazilari bütün okuyucular görmüs
olurlar. Sizin yanitiniz benim bu yazimda saklidir ve arkadaslar hem
sizin yazinizi ve hem de benim size olan yanitimi birlikte okumus olacaklar.
Bu hususu belirttikten sonra simdi sizin iletinize döneyim.
Sayin Murat Bülent Hattatoğlu yazimda belirttigim bazi hususlara
katilmadiginizi yazmissiniz. Dediklerime katilmamak sizin dogal hakkiniz
olmakla beraber, sizin katilmamaniz benim söylediklerimin yanlis oldugu
anlamina gelmez. Izninizle ben de sizin yanitinizdaki bazi hususlara
katilmadigimi arzedeyim. Konu karisiktir ve çok önemlidir. Siz sadece
yüzeyde gördüklerinizle yetinmissiniz. Derinlere varmamissiniz. Ve bati
dillerinde gördüklerinizin "gerçek" olduguna inanmissiniz yahut
inandirilmissiniz. Ayrica olasilikla diger yazilarimi da okumamissiniz. Polat
Kaya'nin gün isigina çikardigi ve her defasinda üzerinde israrla durdugu gerçek
"Hind-Avrupa ve Semitik" dillerin hepsinde kullanilan sayisiz
sözcüklerin Türkçe sözlerden yapilmis oldugu ve dolayisiyle Türkçeden yapilmis
diller oldugu gerçegidir. Olasilikla siz bu bilgiyi ilk defa duyuyorsunuz. Siz
onu bir kenara ittiginizde oynanmis oyunlari görmeniz imkansizlasir ve her
"yabanci" kelimeyi Türkçe ile hiç bir iliskisi olmamis, ayri bir
dilin içinde gelistirilmis apayri sözcükler olarak görmeye devam edersiniz.
Halbu ki ben bambaska bir görüsün dogruluguna inanan birisi olarak ve de
görüsümün dogrulugunu kanitlamak için, her firsatta çesitli sözcüklerin
açiklamasini yapiyorum. Bu aramizdaki en önemli farkdir. Bu nedenle gözler
önüne binlerce senedenberi bilinçli sekilde örülmüs gizlilik perdesini aralayip
arkasinda saklanmis olanlari görebiliyorum. Olasilikla siz böyle bir
perdenin olmadigina inaniyorsunuz veya böyle bir perdenin açilmasini
istemiyorsunuz. Dediklerime inanmak veya inanmamak sizin seçeneginiz.
Yalniz sunu da belirtmek isterim ki sayet dediklerimi kulak ardi
ederseniz, bu konuda actigim bir pencereden gelen isigi kendinize kapatmis
olursunuz. Bunu da bilmenizi siterim.
Durumu bu sekilde belirttikten sonra, itirazlariniza olan yanitlarimi asagida
kirmizi ile gösterdigim ifadelerinizin altinda bulacaksiniz. Böylece bu bir
karsilikli konusma olacaktir. Yanitlarim gerekli oldugu için uzundur. O
sebeple sabirli olmanizi ve konu ile ilgilenen arkadaslarin da yazdiklarimi
sabirla okumalarini diliyorum. Ilgilenmeyen degerli arkadaslar elbetteki
iletiyi kutularindan hemen silebilirler. Bu onlarin dogal hakki ve seçenegi.
1. Iletinize baslarken dediniz ki:
Sayın Polat Kaya'nın,
kaynakları değerlendirerek ve sayın Kâzım
Mirşan tarzında yaptığı çıkarımsamaları
okumaktayız. Sayın Kâzım Mirşan'ın da görüşlerine
ve okuma tarzına maalesef ancak kısmen katılmak olanağı
vardır. Anlatılmak istenen Türk dilinin ve
uygarlığının binlerce yıllık tarihi ise, bu esas
üzerinde mutabıkız ve zaten tarihsel belgeler de ne kadar gizlendiyse
artık parça parça meydana çıkmaya başlamıştır, bu
tarihsel gerçektir.
Polat Kaya: Benim çalismalarimla sayin Kazim Mirsan'in çalismalari
birbirine benzemez. Polat Kaya'nin çalismalari ne sayin Kazim
Mirsanin tarzinda ve ne de baskalarinin tarzindadir. Polat Kaya'nin
çalismalari kendine mahsus, kendi tarzinda, kendi bulus ve görüsleri içinde
yapilan çalismalardir. Böylece ikisi birbirinden farkli olan ve ayri
görüsler içinde yapilan çalismalar olup kisilerin kendine mahsus
özellikleridir. Böylece yukaridaki benzetme yollu tanimlamaniz yanlistir!
Denebilir ki aramizda ortak olan yanimiz, Türk dilinin ve Türk dünyasinin
kökünün çok derinlere gittigini bilmek ve Türk dünyasinin geçmisini iki ayri
yoldan incelemek ve gün isigina çikarmak için çalismalar yapmamizdir. Iki ayri
çalisma birbirine karistirilmamalidir. Ayrica bu iki arastiriciya
katilmamak onlarin yanlis oldugu anlaminda degildir. Zor ve yeni bir
kavrami kritik etmek onu anlamaktan çok daha kolaydir.
2. Iletinizin özüne geçmeden önce, onu kaparken kullandiginiz
en son sözünüzü öne almamin önemli oldugunu düsünerek onu buraya aldim.
Iletinizde en son söz olarak dediniz ki:
"Ama her yabancı sözcüğe de Türkçe diye
kılıf bulma zorlamasına gitmeye gereksinimimiz yoktur."
Polat Kaya: Bu sizin görüsünüz! Ifadenizden belli ki söylediklerimi
yanlis anlama söyle dursun hiç anlamamissiniz. Yahut "karsit"
tezinizi desteklemek için böyle bir yorumlamaya gitmeyi tercih etmissiniz.
Polat Kaya her yabanci sözcüge "Türkçe diye kilif" bulma
niyetinde degildir ve çalismalarini o maksatla da yapmaz. Polat Kaya,
kendi ana dili olan Türkçenin baska dillere muhtaç olmayacak kadar zengin bir
dil oldugunu bildigi gibi onun kökünün çok derinlere gittigini ve geçmiste pek
çok yapma dile kaynak oldugunu bilen birisidir. Fakat bunu Türk milleti
bilmemektedir. Polat Kaya sizlere "yabanci" görünen
pek çok yabanci sözcügün temelinde Türkçe oldugunu gördügü içindir ki o
"yabanci" sözcüklerin açiklanmasini yapiyor ve bilinmeyeni gün
isigina çikariyor. Polat Kaya bu gerçegi gören birisi olarak onu
baskalari ve bilhassa ana dili Türkçe olan Türklerle paylasmayi bir görev ve
bir hak olarak görüyor. Saniyorum ki buna bir itiraziniz olmamasi gerekir. Gerçegin
ortaya çikmasi bakimindan onun yaptigi çok önemlidir. Polat Kaya binlerce
senedenberi Türk dünyasinin dilinin, medeniyetinin, insanlarinin çalindigini,
basit bir sözcükleri degistirme teknigi ile Türk dünyasinin tarihten silindigi
gerçegini dile getirip her kesle paylasirken, siz ona "Ama her
yabanci sözcüge de Türkçe diye kilif bulma zorlamasi" yaptigi
suçlamasi yapmakla, en azindan, konuyu ne kadar yüzeysel okudugunuzu ve
söylediklerimin üzerinde hiç düsünmediginizi belirtmis oluyorsunuz. Belli
ki asagidaki karsit yazinizda yer alan bu suçlayici sözünüzle Polat Kaya'yi
susturmayi tercih etmissiniz. Imali bir yolla bile olsa, Polat Kaya'ya böyle
bir töhmet yollamaniz yersizdir ve temelsizdir. Bunun da bilincinde olmanizi
dilerim. Bu hususu böylece belirrttikten sonra, simdi diger karsit
oldugunuz hususlara geçecegim.
3. Dediniz ki:
"Şu var ki, hiçbir zorlanmaya gerek olmaksızın göz önünde
duran ve alehtarlarımız tarafından bile reddedilemeyecek
bilimsel kanıtlar varken, yalnızca ve yalnızca "seslerin
bugünkü biçimlerinin, tarihselliği - kavram anlamları - tamga
değerleri hiç dikkate alınmaksızın ve üstelik
sıraları da değiştirilerek okunmasıyla Türkçe
sayılmaya çalışılması" yolunun
kullanılmasında ısrar edilmesi, yukarıdaki esas dâvamıza
yarar değil tam tersine zarar getirmektedir."
Polat Kaya: Sayin Murat Bey bu konuda yaniliyorsunuz ve
bilmediginiz bir konu hakkinda varsayimlarla hüküm veriyorsunuz. Dolayisiyle
davranisiniz yanlistir ve adaletsizdir.
1. Zira bir seyi zorladigim yok. Tersine, Türkçenin sözlerini
kaçirip onlari yeni kaliplara sokarak kendilerine sözcük üretenlerin bazi
sözcüklerini açarak onlarin Türkçe kaynagini gün isigina çikariyorum. Bu
bilgiyi siz bilmiyorsunuz ve olasilikla ilk defa benden isitiyorsunuz.
Elbette ki bu çok büyük bir iddia. Akan sularin tersine giden bir
görüs bu! Bu görüs bilinenlerin gerçekligini sorguya çeken, süpheye
düsüren, temelini çökerten bir görüstür. Dolayisiyle kabullenmesi de o nisbette
zordur. Sizin de ona karsit olmaniz ilk hamlede çok dogaldir. Bununla beraber,
yanlis hükümlerinizi de kabullenemem,
Türkçe aslinda tek heceli bir dildir. Bu dil içinde pek çok tek hecelere
önemli tanimlamalar yapilmistir. Böylece bu tek heceler Türkçe dil
yapisinda çesitli ödevler yapan duvar örme taslari gibidirler. Onlarla
Türkçe sözcükler örünürken her birinin ayri ayri konulacak yerleri vardir.
O taslar islenen söz örgüsüne gelisi güzel konulamaz. Onun kurallarina
aykiri yapilan düzenlemelerden ortaya çikan sözlcükler kurallara uymayan kirik
yapida sözcüklerdir. Türkçe tek hecelerin birbirine eklenmesi ile sözcükler ve
süzcüklerin birbirine eklenmesiyle tanimlamalar ve tümlemeler yapan temel
ana/ata dildir. Bu dilin gelismesi, büyük olasilikla, onbinlerce senelere
sigmistir. Ve yine büyük olasilikla ta Sümerlerin zamanina kadar dünyada tek
dil olarak konusulmiustur. O zamanin gezginci gruplara ait din adamlari
bu ana/ata dilin karistirilmasini önermis ve bunu çok basit bir
teknikle, yani Türkçe sözleri kirip yeniden dizme teknigi ile
basarmislardir. Babilonyali gezginci gruplar bu dünya dilinin karistirilmasini
önermis ve Türkçenin bir agizi olan Sümerçeden kendilerine Akkadian denen dili
üretmislerdir. Türkçe sözlerin karistirilmasi oldukca basit bir yöntemle
basarilmistir. Sonradan bu dil oyunu Türk dünyasinin oldugu her yerde
aralarina sizan gezginci gruplarca daha da gelistirilmis ve neticede Türkçeden
kaynaklanan pek çok yepyeni fakat yapay diller türetilmistir.
"Anagram" yapma kavramina lütfen bakiniz. Bunun bir
gerçek oldugunu kanitlamak için Grekçe, Latince, Ingilizce ve diger dillere ait
pek çok sözcüklerin anlamlarinin verdigi ip uclari ile onlarin Türkçe
kaynaklarini açiklamis durumdayim. Dikkat buyurmalisiniz ki bu
yaptiklarim, sizin yorumladiginiz gibi, "yabanci kelimelere Türkçe
kilif bulma" gayreti degil, bilakis binlerce seneden beri Türk dünyasina
karsi kullanilmis bir hileyi ve onun gizlenmis halini gün isigina çikarmadir.
Bunlari gözardi etmeniz büyük hata olur. Sayet zamaniniz olursa
Polat Kaya arsivindeki yazilardan bazilarini okumanizi dilerim. http://tech.groups.yahoo.com/group/Polat_Kaya/
2. Baska dillerdeki sözcüklerin nasil yapildigi gerçegini
bilmeden, onlarin günümüzdeki görüntülerinin gerçek oldugu varsayimi yanlistir.
Evet o diller konusulan birer dillerdir ve pek çogumuzda o dillerden
bazilarini konusur durumdayiz. Fakat ne var ki kimse o dillerdeki sözcüklerin
nasil yapildigini sorusturmaz. Sözlük kitaplarinda verilen bilgilerle
yetinirler. Gerçekte o dillerin sözcüklerinin nasil yapildigi gerçegi
açiklanmamistir ve bilinenlerin tersine yalan bilgilerle (disinformation) üstü
örtülmustur.
Ben o gerçegi gören birisi olarak yazilarimda bazi "yabanci"
sözcüklerin gerçek yüzünü acikliyorsam, o bir zorlama degil gerçegin gün
isigina çikarilip okucuya aktarilmasindan baska bir sey degildir. Siz bunu
yadirgiyorsaniz, ki "dogru" diye bildiklerinizin etkisi altinda bu
dogaldir, yahut görmek istemiyorsaniz o sizin bileceginiz bir karar.
Fakat gerçegi görmek isteyen sayisiz insanin da oldugunu lütfen
unutmayin. Dil degistirildigi takdirde asil sahibine karsi kullaniabilir
çok etken bir harb araci olur. Birileri sizin dilinizin sözlerini
degistirerek yeni kelimeler üretip, sizden olan bir grupa "bunlar sizin
dilinizin sözcükleridir" diyerek bir kolunuzu sizden koparip size karsi
kullanirsa, bu kolay kolay üstesinden gelinemeyecek bir silahtir. Türkiye bu
durumu halen yasar durumdadir.
3. Yaptigim analizlerimde kavram anlamlari esas olarak
alinmaktadir. Analizler ses benzerligi üzerine oturtulmaz. Asil önemli ip
ucu her hangi bir "yabanci" kelimeye atfedilen kavram anlami ve
kelimenin yapisidir.
4. Sözleri kirip yeniden dizme, yani batililarin
"ANAGRAM" dedikleri bir sifreleme teknigidir ve bu yollu kelime
üretilmesinde bu isi yapan dilci kelimenin son seklini tayin etmede serbestir.
Gerçekte kaynak olarak aldigi bir Türkçe sözü diledigi sekilde yeniden
düzenleyebilir ve kimse de bunun farkinda bile olamaz. Bu sekilde
üretilmis sözcükler benim dilime aittir diye tanitilabilir ve kimse de buna
karsi çikmayi aklindan bile geçirmemistir. Bu seklde üretilmis sözcüklere
kullanilmis kaynak metinin ne oldugunu yalniz kirmayi yapan kisi bilirdi ki
o da ölüp gittigine göre, sayet bir aciklama birakmadiysa, gercegin ne oldugunu
kimse bilmez.
5. Benim yaptigim analiz, kimsenin günümüzde "gerçek kimligi
gizlenmis" bilgilerin isiginda yaptigi çalismalarini önlemez, tersine
diller konusunda yepyeni bir boyut ve anlayis getirir. Ayrica, kimsenin
çalismalarina yahut davasina, dediginiz gibi, zarar vermez, isini
güclestirmez ve de engel olmaz.
4. Diyorsunuz ki:
'1) Avrat sözcüğünün Türkçe'liğinde
hemfikiriz, bunda kuşku yoktur. Ama sözcüğün çözümlemesi bu
değildir. Avrat, Orta Türkçe'deki "Uragut" sözcüğünden
bozmadır."
Polat Katya: "AVRAT" sözcügünün "URAGUT"
sözcügünden bozma oldugunu kabul ediyorsunuz da "OBIROD" sözünden
"bozma" olabilecegini neden kabul edemiyorsunuz? Üstelik B, P.
M, F, V sesleri kolaylikla birbirine dönüsen seslerdir. Grek
(Greek) yazisinda B yazildigi halde "V" gibi okunur diye tanimliyor.
[ Divry, 1988, s. 10]. Böyleçe "OBIROD" sözcügü
"AVROD" sekline kolaylikla dönüsebiliyor. Halbuki URAGUT sözünde bu
dogal dönüsme imkanini göremiyoruz. Yalniz sunu diyebilirim. Olasilikla
bu sözcük Türkçeye baska bir kaynaktan gekmistir. URAGUT sözcügü
harf-be-harf "GARUTU" seklinde yeniden dizildiginde Türkçe
"GARUDU" (GARIDI, KARIDIR, ESTIR) anlamli degimini buluyoruz ki bu da
yine "AVRADI" tanimlayan bir Türkçe sözdür. Bu anlam ve sekil
çakismasini nasil izah ediyorsunuz? Benim tecrubemde, bu ancak birilerinin
Türkçe "GARUDU" sözünü "UGARUT" sözüne bilinçli olarak
degistirmesi ile mümkündür. UGARUT sözcügü içinde
"GARUTU" (GARUDU) Türkçe sözü sakli oldugu sürece ona
"GARI" anlami verilebilir. Bu gizliligi görmek ise çok keskin bir
görüs seklidir!
Izninizle, önceki söylediklerime sunlari da eklemek isterim. "AVRAT"
sözcügü ayni zaman da Türkçe "EVERDI" (EVLENDIRDI) ve de
"EV-ERDI" sözleri ile de ilgilidir. Birisi oglunu EVERDIGI zaman ona
bir "AVRAT" getirir. Kizini everdigi zaman kiz birisine (bir
eve) "AVRAT" olarak gider. Diger taraftan, kadin "evin
eridir". O geregi icabi ev de, bazan tarlada, harmanda, vs. çalisir
ve kendine düsen isleri yapar. Erkek ise disarinin eridir. Bunlar hep
birbirleriyle iliskili kavramlardir. Sözcükler ise "kavramlara"
verilmis adlardir.
5. Dediniz ki:
"Karı, yaşlı demektir, karı-mak fiilinden gelir. Orta
Türkçe'de erkekler için de kullanıldığı kaynaklarda
vardır, "karımış adam" gibi.
Yaşlanmanın vücudun biyolojik yapısında meydana
getirdiği tahribatı-işlevsizliği ve şekilsizliği
anlatır. Koca-mak ise, yaşlanmışlığın
getirdiği durmuş-oturmuşluğu, deneyimliliği
anlatır. Bu nedenledir ki, aslında İskit'lere dek (dâhil)
anaerkil olan atalarımız, daha sonra ataerkilliğe evrilince (bu
"evrilmek" kavramını anılan değişimi
olumlamak anlamında kullanmadığımı özellikle
vurgulayayım) kadının yaşlılığına
yalnızca şekil ifade eden karım-mak fiilini, erkeğin
yaşlılığına ise fikrî ve zihnî değerleri ancak
erkeğe yakıştırdığından, koca-mak fiilini
kullanır olmuştur."
Polat Kaya: Peki bu ifadenize ne gerek vardi. Ben KARI sözünü
konusmadim. AVRAT sözünü konustum. Siz neden ortaya
"KARI" sözünü atiyorsunuz ki? Bu davranisinizla, konustugum
kavrami siz bilinçli olarak degistirdiniz ve ortaya baska bir sözcük attiniz. Böylece,
konuyu bambaska bir alana çektiniz. Tartisma konusunda buna
"yaniltmaca" denir yani konuyu kendi bildiginiz ve hakkinda konusmak
istediginiz bir sahaya çekmek ve asil konusulmasi gereken konuyu gözardi etmek.
Bu davranisinizla da güya "Polat Kaya" nin yanildugini ispat
etmege çalisiyorsunuz. Bunda çok yaniliyorsunuz! Bu kullandiginiz taktik
bilhassa tartisma ortamlarinda bazilarinca çok kullanilan bir kurnazlik yöntemi
olup dinleyiciyi ve karsi tarafi sasirtmaca oyunundan baska bir sey degildir.
Evet Türkçe KARI sözcügünün de AVRAT kavrami için kullanilan baska bir
sözcük oldugunu pek ala biliyorum. Buna ragmen, bu iki sözcügün yapilari
bakimindan aralarinda benzerlik yoktur. Böylece birinin digerinden
geldigi söylenemez, fakat birinin digeri yerine kullanilabildigi söyleenebilir.
Yalniz ne var ki tartismada elma ile portakali birbirine karistirmayalim
lütfen.
Madem ki GARI (KARI) suzünü ettiniz ve kelimeleri "zorladigim"
suçlamasini yaptiniz, size su misali vermeme izin verin.
Grek dilinde "GRAIA" sözcügü "old woman, old" yani
"yasli kadin ve yasli" anlamli olarak veriliyor, [Divry, 1988, s.
464]. Simdi ben diyorum ki bu Grek sözcügü Türkçe "GARI" sözcügünden
yapilmis bir sözcükdur. Zira GRAIA sözünü yeniden "GARI-A"
seklinde dizdigimiz de karsimiza Türkçenin "GARI O" tanimlamasinin
degistirilmis hali çikiyor. Bu ifade ise Türkçede de yine "yasli bir
hanimi" tanimlayan "KARI" (GARI) sözüdür. Türkçe olan GARI
(KARI) sözü, ayni zamanda ve sizin de dediginiz gibi, "KARIMAK"
(yaslanmak) anlamli fiilin köküdur ve "yasli" demektir. Türkçe
GARI (KARI) süzcügü ile Grekçe "GRAIA" sözcügü ayni anlamlari
tasiyorlar ve ayni harf seslerinden yapilmislar. Bu durum karsisinda
sormak gerekmez mi neden Grekçede bu Türkçe sözü degismis halde buluyoruz? Bu
çakismanin nedenini lütfen izah edermisiniz? Görüyorsunuz ki bu açiklama
ile sözde "Grekçe" sözcügü olan "GRAIA" kelimesine
Türkçe "KILIF" bulmaya çalismiyorum. Aksine, kelimede gizlenmis bir
gerçegi okuyucu ile paylasiyorum. Bu gerçegi okuyucularin bilmege hakki vardir.
Bunu gözardi edemezsiniz! Göruldügü üzere Türkçe GARI süzcügu kaçirilarak
"Grekçeye" aktarilmis, degistirilmis ve gizlenilmistir. Bir
baska örnegini daha vereyim:
Yine ayni kaynakta [Divry, 1988, s. 464], Grekçe "GRAIDION"
("little old woman") seklinde yani "küçük yasli kadin",
yani Türkçe "GARI" anlamli olarak veriliyor. Ilginçtir ki bu
Grek kelimesini "GARIDI-O-N" seklinde incelersek, yine
karsimizda "GARIDI O" Türkçe sözünü buluyoruz ki bu hem yasli bir
kadini tanimlar ve hem de tesadüflerin neticesi degildir. Ayrica, Grek
"GRAIDION" sözcügünü "IR-GADINO" seklinde yeniden
dizdigimizde ve neticeyi Türkçe olarak okudugumuz da sözcügün aslinin
Türkçe "ER AVRADI" anlamli "ER GADINU" oldugunu
görüyoruz. Bu çakismalarin karsisinda, umarim ki siz bu gösterdiklerimi
bir "ZORLAMA" veya "TURKÇE KILIF BULMA" diye addetmekde
israr etmezsiniz ve üzerinde düsünmeyi denersiniz. Takdir edersiniz ki bunlar
bir zorlama neticesi asla degildir. Bunlar binlerce seneden beri
gizlenmis bir durumu görüp gün isigina çikarmak becerisidir.
6. Diyorsunuz ki:
" b) Tarihsel gerçekliğimizi kendimiz de
doğru araştırıp bilemeyiz, gerçeği bulamayız.
Eski Türk'lerde Tanrı'nın kadın idiği doğrudur. Ancak bunun delili Artemis sözcüğü değildir, Artemis'in Türkçe diye iddia edilmesine gerek de yoktur. Yeri gelmişken, gözönünde durupdurduğu halde kullanılmasından nedense kaçınılmakta olan bir delili de analım :
Konya-Çumra-Çatalhöyük yerleşimi M.Ö.6500-7000'lerdir. Burada James Mellaart'ın kazılarında bulunan Ana Tanrıça heykelciği, diğer tüm Ana Tanrıça kavramlarının "ana"sıdır. Sümer'lerin İnanna'sı, Sami kavimleri olan Akad'ların-Elam'ların-Asur'ların İştar'ı (İştar-Astarte-Sitâre, bunların hepsi Yıldız demektir Sami dillerinde, Farsça Sami dili değildir ama onda da budur.), Eskil Yunan'ların Artemis'i, Roma'nın Venüs'ü, hep birbirinin devamıdır. Bu işin aslı anaerkil toplumun kadını bereketin ve doğurganlığın simgesi saymasıdır ki, hiçbir biçimde yanlış değildir bu telakki. İnanna'nın, İştar'ın, ilk Artemis'lerin heykellerinde kadının göğsü tamamen göğüs uçlarıyla doludur. Göğüs, sütün geldiği yerdir ve süt de mucizevî (tansuksal) sıvıdır; "Biz insanlar her türlü yiyeceğe ve içeceğe gereksinim duyuyor ve olmayınca ölüyorsak da, bebekler başka hiçbir şey almaksızın sırf bu sütü emerek yaşıyor, besleniyor, hastalıklardan korunuyor. Bu sıvı mucizedir, ilaçtır, bu sıvıyı çıkarabilen yalnızca kadındır ve onun göğüs uçlarıdır, çocuk da zaten yine aynı kadının vajeninden doğmaktadır, o halde kadının vajeni de göğsü de mucizevîdir, tanrısaldır, kadın başlıbaşına yaratan'dır, çünkü varediyor yoktan." İlk insanlar böyle düşünmüştür, maddî gerçeğe dayalı olmadığı da ileri sürülemez. Bu yüzdendir ki işte, vajeni simgeleyen üçgen şekli (ki Yunan alfabesinde D harfi=Delta harfi bu şekilde olduğundan bu şekle de delta adı verilmiştir, "Venüs deltası" kavramını hatırlayınız) ile göğüs uçları, kadınsallığı-doğurganlığı-bereketi-üretimi-bu nedenler de tanrısallığı simgelemiştir. Kadın kavramının Sami dilindeki karşılığı Zühre'dir. Venüs gezegenine Zühre adı verilmiş bulunduğunu herkes bilir, bizde de kullanılmaktaydı. Kadının doğrudan doğruya cinselliğiyle ilgili hastalıklara Zührevî hastalıklar denmesinin nedeni de budur, dikkat buyurunuz.
Gelelim sadede : Bu Çatalhöyük Ana Tanrıçası, başı olduğu halde yüzü betimlenmemiş, doğurma arifesinde şiş karınlı ve şiş kalçalı-şiş göğüslü, ayakları altında olduğu halde oturur durumda bir kadın heykeciğidir. Bu heykelciğin sağ omzundan sol kalçasına-sol omzundan sağ kalçasına giden bugünkü X işareti gibi bir işaret vardır. James Mellaart'ın kendi kitabındaki gerek fotoğraflarda gerekse çizimlerde açıkça bellidir. Daha sonraki bazı kaynaklarda, örneğin İletişim Yayınları'nın Uygarlıklar Ansiklopedisi'nde, her nedense (!!) bu konuya hiç değinilmediği gibi bu işaretin bulşunduğu heykelciklerin fotoğrafı veya çizimi de yoktur! 1965'in özgün kitabından lütfen bu fotoğrafları ve çizimleri görünüz.
Bu X işareti ne ifade eder? Konumuzla ilgisi nedir?
Orhun yazısı diye bildiğimiz, aslında binlerce yıllık Eskil Türk Yazısı olan oyma yazıda harf değeri olarak "ince d" harfi, işte bu X işaretidir. Bunun tamga değeri Ed'dir. Bu işaret Ed tamgasıdır. Ed, hem bugünkü "et-mek" fiilinin eski halidir, aynı anlama gelir, hem de "Büyük kızkardeş, abla" demektir. Bugün Anadolu Türkçesi'nde dahî yaşamakta bulunan Ede sözcüğü de abla demektir, Bulgaristan Türkleri buna Ade derler. Kastamonu çevresi aynen Ede demektedir.
Şimdi lütfen, "Abla" kavramıyla "Ana Tanrıça" kavramının niçin ve nasıl olup da aynı işaretle gösterilebildiğini düşününüz. Biliyoruz ve mantıklıdır ki, eğer bir sözcük iki farklı kavramı ifade ediyorsa, bu sözcük o dilin kendi öz sözvarlığına dâhil ise, o farklı iki kavram eskiden aynı şeyi ifade ediyormuş demektir. Bakır sözcüğü hem madenin adı, hem de kap-kacak adı idi çocukluğumuzda değil mi? "Bakırları yıka" gibi. Neden? Çünkü kap kacaklarımız hep bakırdandı, bu farklı iki kavram o zamanlar aynı şey idi.
Eskil Türk toplumunda ve devletinde kadın "efendi" idi, "malın-mülkün sahibi/mâliki" idi, devletin egemeni idi, yaratan/vareden/Ana Tanrıça idi, hükümdar idi. 1'den fazla kızkardeş varsa bunlardan hangisinin tahta geçeceğini bildiren veraset yasasına göre de, hükümdarlık hakkı kızkardeşlerin en büyüğüne aitti, yani En Büyük Abla'ya, yani Ede'ye.
Bakınız bu sözcüğün sonra aldığı biçimlere ve bunların kavram anlamlarına :
Ege (egemen'in kökü), ece (hükümdar kadın, ataerkil dönemde kraliçe anlamına getirilmiştir), iye (sahip/mâlik; nitekim bir menkul malın yahut taşınmazın özellikle de bir arazi parçasının mâliki olarak bugün de kullanılır, dilbilgisindeki iyelik zamiri deyimini de hatırlayınız; İye ile Is başkadır, bir yeri İye'si yani Mâlik'i orada oturmuyor olabilir, bu onun mülkiyetine halel getirmez, orayı bir sebeple fiilen elinde bulunduran, orada oturan-yaşayan kişiye Is denir, bu yüzdendir ki, kimsenin oturmadığı boş bir araziye/bölgeye vs. İyesiz denmez, belki iyesi vardır, ama Issız denir, Is'sı olmadığı görülmektedir çünkü.)
Sayın arkadaşlar, bu Çatalhöyük Ana Tanrıçası üzerindeki bu Ed tamgası, Eskil Türk yazısının, a) M.Ö.6500'lerde varolduğunun, b) (Binlerce yıl sonrası tamga değerleriyle okunduğunda çıkan anlamın hem Çatalhöyük yerleşimi döneminin hem de binlerce yıl sonraki ve Türk'lüğü tartışılmayan dönemlerin tarihselliğine tam uyum göstermekte bulunuşuna dayanılarak) Bu yazının kayda geçirdiği dilin Türk dili idiğinin, c) Bu yazının tamga değerlerinin binlerce yıl aynı anlamda sürebilmişliğinin, ç) Bu süreğenliğin ancak ve ancak siyasal bütünlük ve sürekkilik ile olanaklı olabileceği düşünüldüğünde de, Türk Devleti'nin,
Apaçık bilimsel delilidir. Lütfen inceleyelim ve başkalarına da bıkmadan anlatalım."
Polat Kaya: Sayin Hattatoglu, bu yazdiklariniz, baska bir
tartismada kullanabileceginiz önemli bilgiler olabilir, fakat ne var ki simdiki
konumuza hiç bir katkisi olmayan bilgilerdir. Yukarida da arzettigim
sekilde, tartisilan konuyu baska yöne aktaran gereksiz fazlaliklardir. Bu
dediklerinizin AVRAT sözünün açiklanmasi ile hiç bir ilgisi yoktur. Bu
fazla sözlerle, olasilikla bana karsit olan görüsünüzün dogrulugunu ispatlamak
için, hem okuyucuyu yaniltmaya ugrasiyorsunuz ve de bilginçlik tasliyorsunuz.
Lütfen yanlis anlamayin, bu sözümle bu konulari bilmediginizi demek
istemiyorum, yalniz bu söylediklerinizle AVRAT adinin kaynagi arasinda ilgi
yoktur. Onun için de konuyu bilerek dagittiginizi söylemek istiyorum.
Bunu bu sekilde belirttikten sonra, kendiniz söylediginiz için,
yazdiklarinizin bazilarina dokunmak isterim.
7. diyorsunuz ki;
"b) Tarihsel gerçekliğimizi kendimiz de doğru araştırıp bilemeyiz, gerçeği bulamayız.
Eski Türk'lerde Tanrı'nın kadın idiği doğrudur. Ancak bunun delili Artemis sözcüğü değildir, Artemis'in Türkçe diye iddia edilmesine gerek de yoktur."
Polat Kaya: Ilk cümlenize katiliyorum. Elbetteki arastirmalarimiz
gerçeklere dayanmalidir. Fakat ikinci çümlenizde yanlissiniz. Ya
yazdiklarimi dikkatle okuyup iyi anlamamissiniz yahut bilinçli olarak
saptiriyorsunuz. Sayet bilinçli olarak saptiriyorsaniz lütfen bu gibi
yanlis yorumlamalardan vazgecin. Ben ARTEMIZ tanrinin adidir demedim. ARTEMIZ
adinin kadinin "erdemligini" temsil eden, kisisellestirilmis
"arli ve temiz olmaya" verilmis bir efsanevi ad oldugunu yazdim.
Dikkat buyurun ki ARTEMIZ adi içinde Türkçenin AR ve TEMIZ sözleri oldugu gibi
yine Türkçe "ERDEM" sözü de vardir. Ayrica, sunu da tekrar belirteyim
ki ARTEMIZ sözü Grekçeye ve dolayisiyle Greklere ait bir söz degildir.
Aksine Anadoluda binlerce yil evvelinden yasayan ve de Türkçe dil
konusan eski Türk dünyasindan hirsizlanmis bir Türkçe sözdür. ARTEMIZ adi
o Türkçe dilin 4000 sene evvelinden günümüze kadar gelen bir temsilcisidir. Bu
adin Türkçe oldugunu iddia etmege gerek vardir ve olmalidir da. Elin oglu
yalan dolanla hem dilimizi hem kültürümüzü çalmis ve simdiye kadar bizim hiç
sesimiz çikmamis ve siz bu sessizligin öylece devam etmesini bize ön
görüyorsunuz. Kusura bakmayin, ben bu görüsünüze karsi oldugum gibi
tekrar ediyorum ARTEMIZ en az M. Ö. 2000 yillarindan beri, yani en az 4000 sene
evvelinden beri Türkçe olan bir sözdür ve de Anadoludaki Türkçe dil konusan
Lidyalilar, Phygyalilara, Tur öylülere, Pelasgianlara (SAKAlar) ve Etrüsklere
ait bir sözdür. Kimse kimseyi kandirmaya çalismasin. ARTEMIZ adinin
Grekçe olmadigini her Türkün ve de Grek'in bilmesi gerekir! Ancak
bu sekilde tarihte yapilan yalanlar düzeltilebilinir. Izninizle bunun
neden bu kadar önemli oldugunu anlatayim. Sayet ARTEMIZ Türkçe ise, bunun
anlami Türkün Türkçe konusan atalarinin 4000 sene evvelinden Anadolunun yerli
insanlari oldugunun kanitidr. Sayet Türkçe degilse, o zaman sizi Türk
olarak Anadoluya M. S. 1071 de geldiginiz yalanini söylerler ve çogumuz da bu
yalana kanariz!. Arada ki fark budur. Olasilikla bu dedigimi siz
düsünmediniz onun içindir ki bilmiyorsunuz. Bilmediginiz konuda da lütfen
hüküm yürütmeyin.
ARTEMIZ adi kadinin "arli, edepli ve ahlaken temiz olusunu" temsil
eden efsanevi bir addir ve öz be öz Türkçedir. 4000 sene evvelinden
Türkçe olan bir adin Türkçe oldugunu söylemek te her halde kusur olmasa gerek.
Artemizin Türkçe oldugunu iddia etmek bir zorlama olmadigi gibi kendi
dilimden olan eski bir adi tanimaktir ve her yabanci söze Türkçe kilif bulma
hevesi de degildir. Türkçenin sözlerini kirip, yeniden düzenleyip,
bambaska kaliba sokarak Helenlestiren ve kendilerine dil yapan eski çag
Greklerinin Tur/Türk/Oguz törelerini de kendi adlarina efsanelestirip gizlemesi
de olasi bir beklentidir. Daha nice eski sözde "Greek" adlari vardir
ki onlar da eski Tur/Türk/Oguz dünyasindan kaçirilarak "Grek
efsanesi" adi altinda Greklere mal edilmis adlardir. Çünkü Tur/Türk/Oguz
dünyasina ait her seyi degistirmek eski Greklerin ve onlar gibi baska
gezgincilerin bir adeti idi.
8. Dediniz ki:
"Yeri gelmişken, gözönünde durupdurduğu halde
kullanılmasından nedense kaçınılmakta olan bir delili de
analım :
Konya-Çumra-Çatalhöyük yerleşimi M.Ö.6500-7000'lerdir.
Burada James Mellaart'ın kazılarında bulunan Ana Tanrıça
heykelciği, diğer tüm Ana Tanrıça kavramlarının
"ana"sıdır. "
Polat Kaya: Bu dediginiz gerek James Mellaart yönünden ve
gerekse sizin yönünüzden tamamen bir yorumlama ve bir varsayimdir. Bulunan
eserin üzerine "ANA TANRIÇE" mi yazilmis ki siz bu kesin yorumda
bulunuyorsunuz ve bizi görmeyen kendinizi de gören kisi olarak gösteriyorsunuz.
Bu eser hakkinda kesinlikle diyebilecegimiz onun " tahtta oturan bir
kadini" temsil eden bir yapit oldugudur. Elbetteki bu haliyle o bir
"anayi" temsil edebiliyor. Fakat bundan ötesi, yani sizin
yorumladiginiz gibi, "Ana Tanriça kavramlarinin "ana"sidir"
deyimi yalnizca bir yorumlamadir. Mümkündür ki bu dediginiz dogru da olabilir.
Heykelin üstünde bu yazilmamissa ondan sizin dediginiz kesin neticeyi
çikaramayiz.
Olabilir ki bu eser sadece bir "büyükana" kadinin heykelidir.
Kadin bir anadir. Bunu çocuklar bildigi gibi eski eserleri
inceleyenler de bilir. Bu yorumlamada harikulede olan bir yön yoktur. ANA
dogum yapan ve yaratan bir varliktir ki o her zaman var olmustur ve o bir
tanriçedir! O bir EÇE dir. Bunun gibi, sözde eski "Greek"
efsanelerine ait olan ve Grek adi olarak bilinen "ANDORA" da
bir tanriçedir. Zira o da kadinlarin ilk örnegi olarak bilinir. Ve izninizle
sunu da söyleyeyim ki bu ad, "P-ANADOR" seklinde yeniden
dizildiginde Türkçe "aPa-ANADUR" sözünden yapilmis bir ad
oldugu gün gibi görülür. Türkçe "APA ANA" (BABA ANA, ATA ANA)
ve de "ANA ANA" hep analari ve de analarin anasini temsil eder.
Zira, ANAlarin da milyonlarca sene evvel yasamis ANALARI vardi ve onlar
da bir ANA idi.
Üstelik, ben Çatalhöyükte bulunan bu heykelcigi yazimda söylememissem, "o
gözümüzün önünde durupduruken" onu görmemezlikten geldigim anlamina
gelmez. Böylece, sert "imalariniz" yersiz, temelsiz ve
adaletten uzaktir! Yazimin geregi bu dediginizi ve daha bunun gibi nice baska
kavramlari yazimda kullanmamisimdir. Söylemediklerim için beni
"görmemezlikten gelen birisi olarak", dolayli sekilde ve kurnazca,
itham etmeniz, avukat olan birisi için, hakka riayet etmemis oldugunuzu
gösteriyor. Bence, tartismayi hakkaniyetle yapmaniz gerekirdi ki onu
yapmamissiniz!
9. Diyorsunuz ki:.
"Sümer'lerin İnanna'sı, Sami kavimleri olan
Akad'ların-Elam'ların-Asur'ların İştar'ı
(İştar-Astarte-Sitâre, bunların hepsi Yıldız demektir
Sami dillerinde, Farsça Sami dili değildir ama onda da budur.), "
Polat Kaya: Sayin Bülent Bey, bu dediklerinizin hepsi "AVRAT"
rolünde olan efsanevi kisilerdir. Evet bir anlaminda bu ad "yildiz' diye
tanitlir ise de bu ad ayni zamanda "AVRAT" durumunda olan bir kadini
tanimlamistir. Yazim da isaretledigim gibi bu sözde Samice ISTAR sözünün de
asli yine Türkçedir. Ayrica, Sümerlerin INANNA'si da yine Türkçe "HAN
ANNA" (HAN ANNE) sözünün bir seklidir ki bu da Sümercenin Türkçenin bir
agzi (lehcesi) oldugu gerçegini isaretler. Baska bir degimle Sümerler de Türkçe
dil konusan Tur/Türk/Oguz dünyasinin insalari idiler.
IȘTAR sözünü bir önceki yazimda açiklamistim. Türkçe iki sözcügü,
birbirine benzediklerinden, birlestirerek yapilmis bir addir.
"IȘTAR" bir anlaminda Türkçe "EȘTIR" sözüdür ki
erkege nazaran "AVRADI" temsil eder. Ikinci olarak ta
"IȘIDIR" ve "ISIDIR" sözleridir ki bu da onun bir ates
oldugunun tanimlamasidir. Türkçe "IȘI" ve "ISI"
ise Günesin en basta gelen iki özelligidir. Günes bir YILDIZDIR. Yildizin
yildiz oldugunu belirten de ondan gelen "IȘI" dir.
Üstelik baskalarinin avradi "YILDIZ" diye tanimlanir da Türkün avradi
"YILDIZ" diye tanimlanamaz diye bir kural da yoktur. Eski Türk
kültüründe "günes" "KIZ" olarak bilinirdi. Zaten benim
verdigim "OBIROD" ( O BIR OD) tanimlamasi AVRAD'in bir ATES bir Günes
oldugunu söylüyor. Bunlari ben dile getiriyorsam acaba bir zorlama mi
yapiyorum saniyorsunuz? Bu kadar çakismalari nasil izah ediyorsunuz Bülent Bey?
Evet günümüz dillerinde bu dediginiz sözcükler "yildiz" anlamindadir.
Bu hususta sizinle ayni fikirde olmama ragmen, izninizle
"yildiz" anlaminda olan ȘITARE ve STAR sözcüklerinin aslina
gelelim. Bu sözde bati dillerine ait "yildiz" anlamli
sözcükler, asli Türkçe bir tanimlamadan yapilmis ASTROLOGIA (astrology,
astronomy) sözcügününün kirilmis ön kismidir. Gerek "ASTROLOGY"
ve gerekse ASTRONOMY yildizlara bakan, yildizlari gören ve inceleyen bir
arastirma dalina verilmis ad olarak tanimlanirlar.
ASTROLOGIA sözcügü harf-be-harf "ILTOS-GORA-A" seklinde
yeniden düzenlenip Türkçe olarak okundugunda, Türkçe "YILDUZ GÖRÜ O"
("YILDIZ GÖRÜR, YILDIZA BAKAR O" anlamli) degimi ile karsilasiyoruz.
Sizce bu garip bir çakisma degilmi? Bunu nasil izah edersiniz?
Benim yönümden, bu ne benim zorlamamin ve ne de teasdüflerin neticesidir.
Bu düpedüz eski Türk dünyasinin Türkçesinden kaçirilmis bir tanimlama
sözünün kirilip, yeniden düzenlenmesi ve de Türkçe oldugunun gizlenmis olmasi
neticesidir. Iste hepimizin yabanci diye bildigi ASTROLOGIA sözcügünün
asli da, görüldügü üzere, Türkçe bir tanimlama sözüdür. Bu açiklamaya da lütfen
dikkat buyurunuz!
10. Diyorsunuz ki:.
Eskil Yunan'ların Artemis'i, Roma'nın Venüs'ü, hep
birbirinin devamıdır.
Polat Kaya: Ne demek bunlar birbirinin devamidir? Çok
yayvan tanimlanmis ve hiç bir ise yarayan bir tanimlama! ARTEMIZ sözcügü
ile VENUS arasinda hiç bir dil baglantisi yoktur. Üstelik kavram bakimindan da
ayri ayri kavramlardir. Yukaridaki ifadenizden ARTEMIZ le VENUS adinin ayni
kavrama ad olduklarini diyorsaniz. çok yaniliyorsunuz. Zira
ARTEMIZ'in karsiligi Latincede DIANA olarak ve VENUS ün karsili ise APHRODITE
olarak verilir. Ikisi ayri ayri kavramlari temsil eden efsanevi kisiliklerdir.
Sönuncular kadinin "cinsel bakimdan sevicilik" yönünü temsil
eder. DIANA ise kadinin kendine yabanci eli degdirmegen faziletini,
erdemligini ve bakireligini temsil eder. DIANA sözü dahi
"ANADI" seklinde dizildiginde Türkçe "ANADI" sözüdür. ANA
ise her türlü süphenin üstünde bilinen bir tanriçedir. Zaten Türkçe
"AR TEMIZ" (ERGENLIK ve ERDEMLIK) de ayni kavrami anlatir.
11. Diyorsunuz ki:.
Bu işin aslı anaerkil toplumun kadını bereketin ve
doğurganlığın simgesi saymasıdır ki, hiçbir
biçimde yanlış değildir bu telakki. İnanna'nın,
İştar'ın, ilk Artemis'lerin heykellerinde kadının
göğsü tamamen göğüs uçlarıyla doludur. Göğüs, sütün
geldiği yerdir ve süt de mucizevî (tansuksal) sıvıdır;
"Biz insanlar her türlü yiyeceğe ve içeceğe gereksinim duyuyor
ve olmayınca ölüyorsak da, bebekler başka hiçbir şey
almaksızın sırf bu sütü emerek yaşıyor, besleniyor,
hastalıklardan korunuyor. Bu sıvı mucizedir, ilaçtır, bu
sıvıyı çıkarabilen yalnızca kadındır ve onun
göğüs uçlarıdır, çocuk da zaten yine aynı
kadının vajeninden doğmaktadır, o halde kadının
vajeni de göğsü de mucizevîdir, tanrısaldır, kadın
başlıbaşına yaratan'dır, çünkü varediyor yoktan."
İlk insanlar böyle düşünmüştür, maddî gerçeğe dayalı
olmadığı da ileri sürülemez.
Polat Kaya: Yukarida ANA için dediklerinize katiliyorum.
Yalniz, bu dediklerinizin "AVRAT" sözcügü ile ilgisi yok.
Ayrica ARTEMIZ BEREKET tanriçesi de degildir. Sayet Efesteki ARTEMIZ heykelinin
kollarindaki cizimleri dikkatle incelerseniz, onlar "it eniklerini"
gösterir. Yani insan yavrusundan çok "it" in yavrusunu
tanimlar. Kadin da yalniz iki meme vardir. Buna ragmen disi köpegin
ise ikiden fazla memesi vardir. Böylece kavramlar baska baskadir. Aslinda o
heykel, benim anlayisimda, BEREKETLI kadini temsil etme yerine kadini
küçümseyen Grek düsünüsün ürünüdur ve kadini karalayan M. S. yapilmis bir Grek
heykelidir. Halbuki Tanriçe ARTEMIZ adina yapilmis daha erken resimler çok daha
farklidir. ARTEMIS aslinda "bakire" bir tanricadir ve
"ergen kizligin" bir temsilidir. Anadoluda Tur/Türk/Oguz insani
Libyalialara, Phrygyalilara ve Turöylülere ait bir kavramdir ve en basta
kadinin "faziletini" tanimlar. Bunlara dikkatinizi çekmek isterim.
ARTEMIZ adi Anadoluda Grek olmayan, sözde "CAPPADOCIAN" tanriçesi
"PERASIA" adli Tanriçe ile de eslestiriliyor. [http://www.theoi.com/Summary/Artemis.html e
bakiniz]. "PERASIA" sözü Türkçe "BIR ASYA" (BIR
ASIYA) adidir ki "ASYA" yahut "ASIYA" adi eski ve
çagdas Türk kadininin yaygin bir sekilde kullandigi adlarindan biridir.
Bu adin önündeki "PER" sözü ise Türkçe "BIR" sözü
olup onun tanriceligini, yani tekligini, birligini, essizligini isaretler.
Ayrica "CAPPADOCIA" adi da uyduruk bir addir yerli bir Türkçe adin
degistirilmis halidir. Bu adla yerli Tur/Türk/Oguz insaninin Anadoludaki
varligi yok sayilmis ve Türlere ait Anadolu medeniyeti tarihten silinmistir!!!
Bu konuda lütfen su yazimi görmenizi öneririm. http://www.polatkaya.net/cappadocia.htm
Ayrica, yukarida Artemiz ile ilgili ayni kaynakta, bu tanriçe
"TAURIAN GODDESS" olarak yani TURLARIN, TURANLILARIN
Tanriçesi olarak "TAURIA" adi ile eslestiriliyor. TAURIA adi ise hem
"TUR ÖYÜ" (TUR ÜLKESI) anlamindadir ve hem de TURIYA seklinde, ASIYA
(ASYA) adi gibi, eski Tur/Türk/Oguz kadininin adlarindan biridir. Etrusk
kaynaklarinda TURAN diye geçer. Ayrica eski çaglar da simdilerde KIRIM
diye bildigimiz yere de TAURIA denirdi ki orasi Saka Türkleri ile yerlesik bir
ulke idi. Lütfen bunlari da dikkate aliniz!
Diger taraftan asil "BEREKET tanriçesi "DEMETER" dir.
DEMETER adi bir kaç kavrami Türkçe olarak tanimlar:
1) DEMETER tarlada "EKINI" temsil eder ve tarlada kesilmis
"ARPA" ve/veya "BUGDAY" saplarindan yapilmis
"DEMETLERI", "ARPA" ve/veya "BUGDAY"
basaklarini ve onlari "DEMET" yapan Tur/Türk/Oguz kadinini temsil
eder. O ARPAYI etegine doldurup sürülmek üzere olan tarlaya SERPEN
kadindir. Bu haliyle ARPA, BUGDAY ve diger harman ürünlerinin tanriçesidir.
Onun eski Grek resimlerindeki tanitimi elinde demet ve elbiseleri
sürülmüs tarlalari temsil eden ve kara veya gri renkli elbise ile giydirilmis
bir tanriçe olarak tanitilir. ARPA ve BUGDAYin ve diger harman
ürünlerinin bol olusu onun bereketine atfedilirdi. Onun kizi rolunde olan
PERSEPHONE ise hem topraga ekilmis "ARPA" danelerini ve hem de harman
edilip ambara konulmus arpa daneleini temsil eder. O sebepledir ki PERSEPHONE
dört ay yerin altinda ve geri kalan zamanini da yerin üstünde "anasinin
yaninda", yani AVRATin yaninda geçirir. Ayni zamanda
PERSEPHONE yine Türkçe olarak "SAF ARPA UNU" kavramini da temsil
eder.
2) DEMETER sözcügü "DEMERTE" seklinde yeniden
dizildiginde onda Türkçe "DEMIRDI" sözünü buluyoruz ki bu da tohumlar
tarlaya ekilirken Türk çiftçisinin tarlayi sürerken kullandigi sapanin tarlada
çizgiler halinde yeri esen "demir" inin adidir. Sapanin topragi çizip
esen ucuna Türk köylüsü "DEMIR" der.
3) DEMETERin baska bir anlami Türkçe "DEMETIR" yani
"DEMEDIR" (SÖZDÜR). DEME ise "konusmadir, dildir".
Türkçe DE (Söz) bir yaratandir ve de tanridir. ZEUS un adi en basta
Türkçe SÖZ degimidir.
[ http://tech.groups.yahoo.com/group/Polat_Kaya/message/266 ].
Bu dediklerimi baska yerlerde bulamazsiniz ancak Polat Kaya'nin bu yazilarinda
ve diger yazilarinda bulabilirsiniz.
12) Diyorsunuz ki:.
"Bu yüzdendir ki işte, vajeni simgeleyen üçgen şekli (ki Yunan
alfabesinde D harfi=Delta harfi bu şekilde olduğundan bu şekle
de delta adı verilmiştir, "Venüs deltası"
kavramını hatırlayınız) ile göğüs uçları,
kadınsallığı-doğurganlığı-bereketi-üretimi-bu
nedenler de tanrısallığı simgelemiştir.
Polat Kaya: Hayir bu görüsünüz de tamamen yanlistir.
Dediginiz DELTA sözü kadinin cinsel yaratilicilik organi degildir.
Aksine, DELTA yine Türkçe "DILTI" sözünün degistirilmis halidir.
Yani agizda konusmayi üreten DIL sözünü temsil eder. Görüyorsunuz ki bu
kavramda da sizden ayriyim. Bir nehirin denize dökülen yerde yaptigi ve
"delta" diye adlandirilan toprak parçasi da yine Türkçe
"DILTI" sözünden gelir. Nehirin denize döküldügü yere "nehirin
agzi" denir. DELTA ise o agizdaki üçgen seklindeki "DIL"
dir. Bunlari ben de yazmak zorunda kaldim zira konuyu siz actiniz.
13) Diyorsunuz ki:
"Şimdi, bu tarihselliği bilmez yahut gözardı edersek, ne olur?
a) Dil ve sözcükler tarihin şifreleridir, anahtarlarıdır, toplumbilimsel DNA'lardır. Sözcükleri tarihselliğinden soyutlukla ele alırsak ve sözcüklerin tarihsel anlamları-kavramları-kurumları-ilişki biçimlerini-toplumsal örgütlenmeyi vs. kaydetmiş olan ortamlar idiğini bilip bu durumu "dilimizden devinerek tarihimizi bulma ve tarihsel olgularımıza delil keşfetme" faaliyetinde kullanmazsak, mirasçısı bulunduğumuz ve fakat lâyığı olamadığımız büyük Türk Uygarlığı'nı kanıtlamakta daha çoooook zahmet çekeriz."
Polat Kaya: 1. Bu vardiginiz netice, iyi
niyetli bile olsa, uslu degildir. "Tarihsellik gözardi eldilmistir"
demeniz temelsiz bir ön yargi ve varsayimdir. Yukaridan beri
söylediklerinizin de ne kadar yanlis ve yaniltici oldugunu yazdim ve sizinle
paylastim. Yanlis bilgiler üzerine yapilan degerlendirmeler ve ahkamlar
da degersizdir. Ve de söylediklerinizin benim yaptigim çalismalarin özü ve
gerçegi ile uzaktan yakindan ilgisi yoktur. Tersine kaynaklar vererek
bilinenleri de zikretmekten çekinmedigime göre böyle bir yargiya varmaniz
dayaniksizdir. Böyle yargilarla karsima çikmanizi, tartismalarinizda
"karalamayi" öne çikaran ve ancak bu sekilde sizinle tarisani alt
etmeyi planli bir sekilde yürüten birisi olarak görmemi neticelendiriyor.
Sayin Murat Bülent Hattatoglu, dikkat buyurunuz ki benim yaptigim
"tarihsel olani" inkar etmek degil bilakis çesitli kaynaklarda
yazilmis ve "yabanci" sözcük olarak dünyaya satilan sözcüklerin asil
Türkçeden kaçirilip saklanmis olanlari gün isigina çikarip tanitmaktir.
Benim iddiam pek çok dilin Türkçeden yapilmis oldugudur iddiasidir.
Bunu da isbat etmek bana düser. Bu konuda hiç bir çalismaniz
olmadigina göre bilgi sahibi de degilsiniz demektir. Bilgi sahibi olmadan da
hüküm vermek yersizdir ve yüzeyseldir. Konumu enine boyuna arastiran bir
arastirici olarak, tezimi kanitlamak için elbette ki sayisiz
"yabanci" sözcüklerin açiklamasini okuyucularimla paylasmis oldugum
gibi yine de, Tanri izin verdigi sürece, devam edecegim. Su internet
adreslerini ziyaret etmenizi dilerim.
http://groups.yahoo.com/group/Polat_Kaya/
http://www.compmore.net/~tntr/
http://www.polatkaya.net/
"Yabanci" sözcükler hakkinda yaptigim açiklamalar tesadüflerle izah
edilemedigi gibi "zorlama' suçlamalari ile de izah edilemez. Onlar ancak
bilinçli sekilde binlerce yildan beri Türkçenin çok ustalikla hirsizlandigini
ve kaçirildigini gösterir. Türkçenin kökünün ne kadar derinlere gittigini ve
diger pek çok yapma dillere kaynak dil oldugunu gün isigina çikarir.
Bilinenlerin yanlis oldugunu açiklar, dünyanin çocuklar gibi bir grup gezginci
dinci tarafindan kandirilmis oldugunu her kesin gözü önüne serer. Bu da
böyle biline!!!
Siz bunlari bilmeden, Polat Kaya'nin çalismalari hakkinda gelisi güzel konusup
onlari küçümsemeniz ancak sizin konuyu anlamadiginizi gösterir. Bunu yaptiginiz
takdirde, hem tamamen bagimsiz çalisan bir arastirici olan Polat Kaya'yi haksiz
yere karalamis olursunuz ve hem de temelsiz konustugunuz için inandirici
olamazsiniz. Onun için hükümlerinizde dikkatli oldugunuzu görmek
isterdim.
Sizin yukarida dediginiz tanimlama, iki nokta arasinda
gidilebilecek pek çok yollardan ancak birisidir. Halbuki bir
noktadan diger bir noktaya varabilmek için gidilebilecek pek çok ayri yollar da
vardir. Sîziin dediginiz yol bilinenlen sözcükleri aynen göründügü gibi
kabullenmek ve onlari birbiriyle kiyaslayarak bir neticeye varmak yöntemidir ki
bu çok yüzeyseldir. Ben ise bambaska bir yoldan çok önemli bir hedefe
varabiliyorum. Bunu inkar etmeniz sizin görüs sahanizi daraltir. Halbu ki
Türklere akil hocaligi yapanlarin kendileri hazine dil olan Türkçenin sözlerini
alip, kirip ve yeniden dizerek istedigi yeni kaliplara sokmaktan ger
kalmamislardir. Böylece var olan Türkçe kaynaktan pek çok yeni diller
üretilmistir. Iste bunlarin bilincinde olmayanlar için, Polat
Kaya'nin yazdiklarini okuma yerine, o "ZORLAMA" yapiyor deyip
onu karalama "hükmünü" verme en kolay ve emek istemeyen bir yoldur.
Yukarida ki ifadenizde "Dil ve sözcükler tarihin
şifreleridir, anahtarlarıdır, toplumbilimsel
DNA'lardır." diyorsunuz ki bu benzetmeniz yanlistir.
Dil ve sözcükler tarihin sifreleri degildir ve ne de anahtarlari! SIFRELI
SÖZLER, anlami kimse tarafindan anlasilmasin diye söz yapisi bilinçli sekilde
karistirilmis sözcük veya birden fazla sözcükten yapilmis degimlerdir.
Tarih böyle sifreli sözlerle anlasilmaz. Üstelik sifreli yazilan sözler,
sifreyi bilenlerin disinda baskalari tarafindan anlasilamayan gürültüdür.
Hele tarih anlatilirken sifreli sözcükler asla kullanilmamalidir. Tarihi
geri nesillere tanitirken sayet sifreli sözler kullanilmissa emin olabilirsiniz
ki onun içine pek çok yalan dolan da katilmistir. Sifre gizlilik
demektir. Gizlilik ise gerçegi gizleyen hilelerin ve yalan dolanin bol
kullanildigi bir ortamdir.
Sözcükler kavramlarin tanimlanmasini, sesli olarak belirlenmesini ve
kavramlarin sahistan sahisa sesli ve/veya yazili olarak iletebilmek için
kavramlara verilmis adlardir. Sözcükler dilin temel taslari, tuglalari,
kerpicleri, vs. dir. Onlarsiz dil olmaz ve konusma mümkün degildir.
Dili olmayan "LAL" kimsedir ki onu kimse isitmez ve varligindan
bile ilgilenen olmaz. Yazitlar ise geçmisi günümüze dogru veyaa egri
sekilde ulastiran gecmis zamanda yazilmis tümcelerdir.
14. dediniz ki:
"Sözcükleri tarihselliğinden soyutlukla ele
alırsak ve sözcüklerin tarihsel anlamları-kavramları-kurumları-ilişki
biçimlerini-toplumsal örgütlenmeyi vs. kaydetmiş olan ortamlar
idiğini bilip bu durumu "dilimizden devinerek tarihimizi bulma ve
tarihsel olgularımıza delil keşfetme" faaliyetinde
kullanmazsak, mirasçısı bulunduğumuz ve fakat
lâyığı olamadığımız büyük Türk
Uygarlığı'nı kanıtlamakta daha çoooook zahmet
çekeriz."
Polat Kaya: Ortaya konusulmus bu sifreli genellemenizle yine de
sadeyanlis bilgilendirmelerin yarattigi karanlik içinde Polat Kaya'ya tas
atmaktir. Sunu bilesiniz ki Polat Kaya geçmis Türk uygarliginin hem çok
iyi bilincindedir ve hem de onun kanitlanmasinda çok rahattir.
Hind-Avrupa ve Sami dillerin kitaplar dolusu sözcükleri bu kanitlamanin en
basta gelen "duvar taslaridir". Onu anlamak, sözde "Avrupa
kültürünün" gerçegi örtüp gizleyen perdesi aralandiginda daha
kolaylikla anlasilacak ve ortaya çikacaktir. O gerçegin örneklerini
bu yazimda sizlerle paylasdim. Onlaarin üzerinde dikkatle duracaginizi umarum..
15. Diyorsunuz ki:.
"Kadın kavramının Sami dilindeki
karşılığı Zühre'dir. Venüs gezegenine Zühre adı
verilmiş bulunduğunu herkes bilir, bizde de
kullanılmaktaydı. Kadının doğrudan doğruya
cinselliğiyle ilgili hastalıklara Zührevî hastalıklar denmesinin
nedeni de budur, dikkat buyurunuz.
Polat Kaya: Kusura bakmayin amma bu da salataya kattigininz baska bir
sebze. Bu dediginizin "AVRAT sözcügünün kaynagi ile ilgisi
yoktur. Biz burada kadin hastaliklarindan konusmuyoruz. Lütfen
sadede gelelim. Elestiriniz tam avukat vari olmus. Diger bir degimle elli
dereden elli çesit su getirp ayni kaba dolduruyorsunuz ki ortaya çikan karisim
sudan çok ne idügü belirsiz bir çorbadir. Bana öyle geliyor ki bütün bu
fazlaliklar kandirmaca amaçlidir ve AVRAT sözcügü hakkindaki tartismaya hizmet
etmiyor.
ZÜHRE veya ZÖHRE veya ZEHRA adlari Türkçede de kadin adi olarak
kullanilan bir addir. Fakat "KADIN" anlaminda degildirler.
ZÜHRE nin bir anlami VENUS olarak veriliyor. Bu dogrudur. Fakat, Zühre
adi olasilikla Türkçe "KIZ ERÜ" sözünden yapilmistir ki içindeki
"K" harfi "H" harfine degistirilmistir ve Türkçe deyim
yeniden dizilmistir. Ancak bu haliyle ZÜHRE sözcügü kadin ve
kadinlikla ilgili olabilir.
16. Dediniz ki:
"Gelelim sadede : Bu Çatalhöyük Ana Tanrıçası, başı olduğu halde yüzü betimlenmemiş, doğurma arifesinde şiş karınlı ve şiş kalçalı-şiş göğüslü, ayakları altında olduğu halde oturur durumda bir kadın heykeciğidir. Bu heykelciğin sağ omzundan sol kalçasına-sol omzundan sağ kalçasına giden bugünkü X işareti gibi bir işaret vardır. James Mellaart'ın kendi kitabındaki gerek fotoğraflarda gerekse çizimlerde açıkça bellidir. Daha sonraki bazı kaynaklarda, örneğin İletişim Yayınları'nın Uygarlıklar Ansiklopedisi'nde, her nedense (!!) bu konuya hiç değinilmediği gibi bu işaretin bulşunduğu heykelciklerin fotoğrafı veya çizimi de yoktur! 1965'in özgün kitabından lütfen bu fotoğrafları ve çizimleri görünüz.
Bu X işareti ne ifade eder? Konumuzla ilgisi nedir? "
Orhun yazısı diye bildiğimiz,
aslında binlerce yıllık Eskil Türk Yazısı olan oyma
yazıda harf değeri olarak "ince d" harfi, işte bu X
işaretidir. Bunun tamga değeri Ed'dir. Bu işaret Ed
tamgasıdır. Ed, hem bugünkü "et-mek" fiilinin eski halidir,
aynı anlama gelir, hem de "Büyük kızkardeş, abla"
demektir. Bugün Anadolu Türkçesi'nde dahî yaşamakta bulunan Ede
sözcüğü de abla demektir, Bulgaristan Türkleri buna Ade derler. Kastamonu
çevresi aynen Ede demektedir.
Şimdi lütfen, "Abla" kavramıyla "Ana Tanrıça" kavramının niçin ve nasıl olup da aynı işaretle gösterilebildiğini düşününüz. Biliyoruz ve mantıklıdır ki, eğer bir sözcük iki farklı kavramı ifade ediyorsa, bu sözcük o dilin kendi öz sözvarlığına dâhil ise, o farklı iki kavram eskiden aynı şeyi ifade ediyormuş demektir. Bakır sözcüğü hem madenin adı, hem de kap-kacak adı idi çocukluğumuzda değil mi? "Bakırları yıka" gibi. Neden? Çünkü kap kacaklarımız hep bakırdandı, bu farklı iki kavram o zamanlar aynı şey idi.
Eskil Türk toplumunda ve devletinde kadın "efendi" idi, "malın-mülkün sahibi/mâliki" idi, devletin egemeni idi, yaratan/vareden/Ana Tanrıça idi, hükümdar idi. 1'den fazla kızkardeş varsa bunlardan hangisinin tahta geçeceğini bildiren veraset yasasına göre de, hükümdarlık hakkı kızkardeşlerin en büyüğüne aitti, yani En Büyük Abla'ya, yani Ede'ye.
Bakınız bu sözcüğün sonra aldığı biçimlere ve bunların kavram anlamlarına :
Ege (egemen'in kökü), ece (hükümdar kadın, ataerkil dönemde kraliçe anlamına getirilmiştir), iye (sahip/mâlik; nitekim bir menkul malın yahut taşınmazın özellikle de bir arazi parçasının mâliki olarak bugün de kullanılır, dilbilgisindeki iyelik zamiri deyimini de hatırlayınız; İye ile Is başkadır, bir yeri İye'si yani Mâlik'i orada oturmuyor olabilir, bu onun mülkiyetine halel getirmez, orayı bir sebeple fiilen elinde bulunduran, orada oturan-yaşayan kişiye Is denir, bu yüzdendir ki, kimsenin oturmadığı boş bir araziye/bölgeye vs. İyesiz denmez, belki iyesi vardır, ama Issız denir, Is'sı olmadığı görülmektedir çünkü.)
Sayın arkadaşlar, bu Çatalhöyük Ana Tanrıçası üzerindeki bu Ed tamgası, Eskil Türk yazısının, a) M.Ö.6500'lerde varolduğunun, b) (Binlerce yıl sonrası tamga değerleriyle okunduğunda çıkan anlamın hem Çatalhöyük yerleşimi döneminin hem de binlerce yıl sonraki ve Türk'lüğü tartışılmayan dönemlerin tarihselliğine tam uyum göstermekte bulunuşuna dayanılarak) Bu yazının kayda geçirdiği dilin Türk dili idiğinin, c) Bu yazının tamga değerlerinin binlerce yıl aynı anlamda sürebilmişliğinin, ç) Bu süreğenliğin ancak ve ancak siyasal bütünlük ve sürekkilik ile olanaklı olabileceği düşünüldüğünde de, Türk Devleti'nin,
Apaçık bilimsel delilidir. Lütfen inceleyelim ve başkalarına da bıkmadan anlatalım. "
Polat Kaya: Sayin Hattatoglu, kendiniz "gelelim sadede"
dediginiz halde yine sadede gelmediniz. Yine de bambaska bir sürü konuya
gittiniz ki her biri kendi basina bir karsilikli konusma konusudur. Bu
dedikleriniz de digerlerinden farksizdir ve AVRAT sözcügünün yapisi ile uzaktan
yakindan ilgisi yoktur. Ben yazimda Çatalhöyük Ana Tanricasindan ve yazinizdaki
diger konulardan konusmadim.. Sayet konum bu dedikleriniz olsaydi emin
olun ki sizin dediklerinizden daha da çogugunu söyleyebilirdim. Lütfen bu
tartismada bana bilginçlik taslayip konumuzla ilgisi olmayan seyleri bana ve
okuyucuya satmaya kalkismayin. Bu davranisinizi, öyle bir niyetle
olmasaniz bili, ancak "tartismada kandirmaca oyunu" yapmayi tercih
ettiginiz seklinde algilarim. Çünku tartismayi bilincli olarak dagitiyor
ve gürültüye bogmaya getiriyorsunuz.
Sizin izlediginiz bu tartisma sekli, eski Grek kültüründen gelen, adina bati
dillerinde "RHETORIC" yahut "SOPHISTICATION" denen bir
yöntemdir ki Türkçe karsiligi "kandirmaca oyunudur". Tarih
boyunca politikacilarin yaptigi bir konusma tarzidir. Bu sebeple yukarida
yazdiklariniza yanit vermiye gerek görmüyorum.
17. Dediniz ki:
" 2) Çadır da Türkçe'dir, bu da doğrudur. Sayın Kaya'nın isabetle buyurduğu üzere, Çat-mak fiilinden gelir. Çatı da çatmak fiilinden gelir. "Bir sözcük Türkçe ile Farsça arasında ortak ise mutlaka Farsça'dır", "Bir sözcük ç ile başlıyorsa mutlaka Farsça'dır" gibi safsatalardan arınmamız ve ta Eskil Farsça'dan hattâ Sanskritçe'den beri Türkçe'nin bu dillere sözcük veregeldiğini, bunun da gayet doğal idiğini, çünkü siyasal iktidarın-devlet örgütlenmesinin-ticaretin ve özellikle İpek Yolu ticaretinin güvenliğinin-egemenliğinin-hukukunun hep Türk'lerde bulunmasının komşu halkların dillerine çok sayıda sözcük aktarması için son derece doğal bir zemin ve ortam oluşturduğunu artık hatırlamamız gerekmektedir. "
Polat Kaya: Hele sükür! Beni dogruladiginiz için tesekkür
ederim. Ilk sözleriniz maksada yeterli idi.
18. Dediniz ki:
"3) Turan adı Farsça olmamakla birlikte, Türkçe de değildir. Tur adlandırmasının Türk'ler içinliği kuşkusuzdur, bu başka. Ama Tur adlandırması Türkçe olmayıp, Törük (Töre=Yasa ve gelenek koyan, bunu yapabilecek erke de sahip ve meşruan sahip olan) sözcüğünün Türkçe'yi bilmeyen ve tamgalarını doğru okuyamayan komşu (özellikle Sami ve Aryen) halklar tarafından gevelenmesi (doğru ve tam telaffuz edilememe, parafrasis) sonucu oluşmuştur. -an çoğul eki Arapça'dır. Türkçe'de de -n harfi getirilerek yapılan çoğullar vardı, ama bu kural (sonunu n'ye dönüştürerek sözcüğü çoğul kılma kuralı), tekil halinde iken -t harfi ile biten sözcükler için geçerli idi, Tarkat-Tarkan (Aristokrat-Aristokratlar) gibi. Türküt/Turgut boyu için aynı kural geçerlidir, Müreffeh-varlıklı anlamına gelen Bayat sözcüğünün çoğulu Bayan'dır. Bu yüzden, Tur sözcüğünü -n getirerek çoğul yapmak pek rastlanmış değil. Şu var ki, istinası hiç yok değildir bu kuralın gerçi, belki bu da bir istisnadır; ama böyleyse de yalnızca çoğul eki Türkçe olmuş olur. Bu husus biraz daha araştırma ister gibi geliyor bana, kesin bir yargıya varmak için. "
Polat Kaya: Sayin Hattatoglu, TÖRE sözünün Türkçe oldugunu
kabul ediyorsunuz fakat TUR sözünün Türkçe olduguna karsi duruyorsunuz.
Bence, bu sizin için bir çeliskidir. Elbetteki ben bu dediginize
katilmiyorum. TUR sözü özbeöz Türkçedir ve hem de çok kullanilan bir ana
sözdür. Birincilikle TUR sözü Gök Tanrinin adlarindan biridir ve Türkçede
her yapilan tanimlamanin en sonunda yerini alir. Örnegin, ATATUR, ANATUR,
OGUZTUR, TÜRKTÜR, "AYSE BU GUN OKULA GELMISTUR" vs. dediginizde
en son ek Türkçe TUR sözüdür. Bu ek Türkçe de kendini "-TUR, -DUR,
-TÜR, -DÜR, -TIR, -DIR" sekillerinde sonsuz defa gösterir. Bu durum
karsisinda sizin bu TUR sözünun Türkçe olmadigini söylemeniz gerçegi inkardir.
"Komsu (özellikle Sami ve Aryen) halklar tarafindan gevelenmesi" sözünüz
dogru olmakla beraber eksiktir. Bu gruplar Türk dilinden kendilerine dil
ürettikleri gibi Türkçe sözleri de bilinçli olarak saptirmislardir ve günümüzde
de ayni oyun yapilmaktadirlar. Izninizle bir örnek vereyim.
Sami dile ait oldugu söylenen "TEVRAT", diger adi ile
"TORAH" diye bilinen, ve Türk dünyasinin da sorgusuz kabüllendigi bu
ad aslinda Türkçenin "TÖRE" (TORA) sözünden yapilmis, degistirilmis
ve gizlenmistir. Apacik görüldügü gibi TORAH Türkçe "TORA"
(TÖRE) sözünün sonuna sessiz bir ünsüz olan "H" eklemekle Türkçeden
kaçirilip gizlenmistir. TORAH sözü Türkçe TÖRE (TORA) sözünün oldugu gibi
"kanun, adet örf' anlamlidir. Hatta, "TEVRAT" adi bile
"TVRATE" seklinde yazilip incelendiginde ve "V" harfinin de
gerçekte çok kimlikli bir sahte harf oldugu, yani V=Y=U=W sahte kimliklerini
oldugu bilinciyle, bu söz "TURATE" seklini alir ki bu da
Türkçenin "TÖREDI" (TÖREDIR) sözünün degistirilimis, Samilestirilmis
ve de hirsizlanmis halidir. Türkçenin sözcükleri degistirildiginde
degisen yalniz "sözcük" degil, onunla birlikte Tur/Türk/Oguz
medeniyetinin kaçirilmasi ve yabancilastirilmasi gerçeklestirilmistir.
Sunu da hatirlatayim ki benim bu sözcüklerin Türkçe kimliklerini bu
sekilde açiklamam TEVRAT veya TORAH adina, sizin dediginiz gibi, "TÜRKÇE
KILIF BULMA" hevesi degildir, aksine "gerçek" gerçegin ne
oldugunu göstermektir. Bunu da lütfen böyle bilesiniz!!!
-AN çogul eki ARAPCA degildir ve eski Türkçenin bir çogul ekidir. Bu
görüsünüzde de yanlissiniz. Lütfen Türkçeye ait olani baskasina gönüllü
olarak aktarmayalim. Türkçe EREN dediginiz de ERLER demek istiyorsunuz.
TURKAN dediginizde "TÜRKLER" diyorsunuz. Bu ekin Arapca olan
hiç bir tarafi yoktur. Üstelik Arapca da, Farsca gibi, sayisiz sözcügünü
"anagram" yollu Türkçeden yapmistir. Tek heçeli sözcükler aslen
tek heceli bir dil olan Türkçeye aittir. Sami dillerinin hepsi, Hind-Avrupa
dillerinde oldugu gibi, Türkçe ifadelerin kirilip yeniden düzenlenmesi
neticesi türetilmis dillerdir.
"Bu yüzden, Tur sözcüğünü -n getirerek çoğul
yapmak pek rastlanmış değil" dediginizde
galiba Türkçenin TURAN sözünü unutmusa benziyorsunuz. TURAN sözü, ayni
zamanda ve ayrica Türkçe TURLAR anlamindadir.
"Müreffeh-varlıklı anlamına gelen
Bayat" tanimlamanizda BAYAT sözü aslinda yine Türkçe "BAYTI"
(BAYDI, BEYDI, ZENGINDI) anlaminda Türkçe sözden yapilmistir. Evet birisi
BEY (BAY) oldugunda, o kisi "refah içindedir" denir.
"BAYAT" adinin kökü Türkçe "BAY" (BEY) olunca, dogal
olarak, onun çogulu da eski Türkçenin çogul eki olan -AN, -EN ekini alir ve
"BAYAN" olur ki bu da Türkçe için dogaldi. Fakat ne var ki
sizin yukarida tanimladiginiz kurala uymamaktadir!!!
Bu tanimlamam TARKAT sözü için de geçerlidir. TARKAT adi
"TARKTA" seklinde incelendiginde "TURKTÜ" sözünün baska bir
halidir. Bu durum karsisinda, TARKAN adi da yine Türkçenin TURKAN yani
"TÜRKLER" anlamli sözü olabiliyor. Bilinir ki Türk beyleri
tarihte en azinda sürülerce koyunu , sigiri ve ati (YILKISI) olan kimselerdi ki
bu onlarin zenginlik isareti idi.. Ayrica onlarin "ARISTOKRAT"
dediginiz, sinif içinde olduklarinin tanimlamasidir.
Ilginçtir ki Grekçe kökenli diye bilinen ARISTOKRAT yahut Grekçe
"ARISTOKRATES" sözü içinde "asilzade, zengin"
anlamlarina gelen ilginç bir Türkçe söz buluyoruz. Izninizle göstereyim:
Grekçe ARISTOKRATES sözünü harf-be-harf "TAKRAT-ERISS-O"
seklinde yeniden dizip inceledigimiz de hemen taniyacaginiz bir söz çikiyor
karsiniza. Buradaki "SS" harfleri aslinda Türkçe "Z"
harfi yerine kullanilmis ve kelime içine serpilmis bir gizleme yamasidir.
Ayrica, "O" sözü de Türkçe "O" sözü olup Türkçe
"TUR" ekinin yerini almistir. Bu anlayis içinde, sözde
"Greek" ARISTOKRATES sözcügünün Türkçe "TAKRAT ERIZ"
degiminden yapilmis oldugunu görüyoruz ki bu da sizin belirttiginiz gibi
"ZENGIN BEY ERIZ", baska bir degimle "TARKAN ERIZ"
sözünden baska bir sey degildir.
Gördügünüz gibi, ARISTOKRATES sözü içine sakli bu Türkçe gerçegi bulup çikarmak
her halde bir "zorlama" veya ona "Türkçe kilif bulma"
hevesi olmasa gerek. Grek sözcüklerinin içinde gizlenmis bu gerçegi ben
görebiliyorsam, onu her Türkün ve baskalarinin da bilmesi gerekir. Bu
gerçegi gizli tutmanin anlami yoktur. Belli ki Türkçe SÖZLERLE ilgili
gerçeklerin de günes gibi bir özelligi vardir. Onlar ne kadar kara gizlilikler
arkasinda binlerce sene saklanmis olsalar bile, bulutlar arkasinda kalmis günes
gibi, bir gün kendi gerçek Türk kimligini gösterebiliyorlar. Bu da
Türkçenin bir GÜNES DILI olmasinin bir özelligi olsa gerek!
19. Dediniz ki:
4) Mezar'ın arz ile ilgisi yoktur, ziyaret kökünden gelir, ziyaret edilen yer demektir. Mim-ze-elif-re ile yazılır, Arapça'lığında tartışma yoktur. Arz ile ilgisi olabilmesi için, herşeyden önce sessizlerin sırasının uyması gerekirdi, bu en önemli kuraldır ve hiç şaşmaz. Sessiz atlanır ama sırası değişmez, önceye-sonraya gelmez. Gelirse bambaşka bir sözcük demektir, çünkü Semitik diller böyle köklenir ve böyle çekimlenir.
Polat Kaya: Bu iddianizda o kadar çok yaniliyorsunuz ki gerçegin
yakinindan bile geçememissiniz. Dolayisiyle, sizinle hem fikir degilim.
MEZAR sözcügü ile ZIYAERET sözcügünün dilcilik bakimindan birbiri ile ilgisi
yoktur. ZIYARET sözünün içinde "M" sesi bile yoktur. Evet
dogrudur ki atalarimizin mezarini ziyaret eder onlara saygimizi gösteririz.
Fakat bu apayri bir kavramdir. MEZAR ölünün son mekanina verilen yer
adidir. ZIYARET ise birilerini gidip görme kavramini tanimlayan bir
addir. Insan Arkadasini, uzaktaki ailesini, köyünü, dogdugu evi, okudugu
okulu, uzakta ise ülkesini ve de sevdiklerinin mezarini ziyaret etmeye gider.
Bu bir davranistir. Mezar ise ölünün son yattigi yerdir. Bu arza (yere,
topraga) dönustür ve bu dönüste kisiye ayrilmis bir yer parçasidir. Iki kavram
tamamen birbirinden ayri kavramlardir. "SÖZLER" soyut ve
somut kavramlara verilen adlardir.
Hangi "sessizler" kuralindan bahsediyorsunuz?
"ANAGRAM" yapma isinde "kural" diye bir is yoktur.
Bir baskasinin dilini hirsizlayan kisi, her hangi bir kurala bagli olarak
çalismaz! O kaçirdigini ne kadar çok karistirip gizlerse o kadar çok basarili
olur. Zira kaçirilan mal bir daha sahibi tarafindan taninmaz hale gelir.
Burada, ARZ sözüne varmak için Türkçe YER sözündeki "Y" harfi
bir harf kaydirilarak "Z" harfine dönüstürülmüstür. Ilave olarak ta
sözün basindan alinip sonuna eklenmistir. Böylece Türkçe "YER"
"ARZ" olmustur. Hepsi bu kadar! YER sözünü bundan daha
iyi gizlemek ancak baska sözlerle birlestirmek seklinde olabilirdi.
Harflere bu sekilde yer kaydirarak yapilan sifrelemege "Caesar
Encryption" (Caesar cipher) deniyor ki güya "CAESAR" tarafindan
yapilmis bir sifreleme sistemi imis. Halbu ki bu tanimlama dahi tamamen
uyduruktur. Zira burada ki CAESAR adinin SEZAR (CAESAR) adi ile ilgisi
yoktur. Bu sifrelemedeki "CAESAR" adi aslinda Türkçe "KAYARSI
(kayarci, kayici) sözünün degistirilmis hali olup tatbik edilen
sifrelemede harflere yer kaydirmasi yapildiginin isaretidir.
20. Dediniz ki:
5) Pardie sözcüğünün aslına, yani Fransızcasına bakınız; Par Dieu=Tanrı İçin, Tanrı'dan. Dieu da Çift demektir, Eskil Yunan tanrısı Zevs'ten gelir. Hem iyiliği, hem kötülüğü, hem erkekliği hem dişiliği vs. barındırdığı için bu ad verilmiştir, Latince Deus halini almış, diğer tüm Batı dillerine de buradan geçmiştir. İngilizce'de tek sözcük gibi algılanmışlığı kimseyi yanıltmasın, 1066'da Fatih William'ın Fransa'dan gelip İngiltere'yi istila etmesinden (Norman istilası) sonra İngilizce'ye Fransızca sözcükler akın akın girmiştir. Zaten İngilizce Latin kökenli olmamasına rağmen, İmparator Hadrianus zamanında zirvesini yaşadığı şekilde, Güney İngiltere tamamen ve düpedüz Latince konuşur-yazar idiğinden, Eskil Germence ve Keltçe köklerini asgarîleştirmiş ve en basit kavramı bile Latince sözcükle anlatır hale gelmişti. Bir de Norman İstilası gelince, Fransızca sözcükleri geveleme yoluyla alıntıladılar. "Garde! Le eau!=Dikkat! Su!" tümcesinin İngilizce'de "Gardy Loo" şeklindeki bir kalıp ünleme dönüşmesi gibi. (Bunlar oturaklara edip sonra da bunu sokağa döktüğünden, kibar(!)ları hiç değilse sokaktan geçeni uyarma cihetine gitmişti.Aristokrasisi de Norman olup Fransızca konuştuğundan ünlem böyle gelişti.)
Polat Kaya: Yanlissiniz!. Görünür de Fransizca "PAR DIEU"
seklinde yazilan ve "TANRI IÇIN" anlaminda dünyaya satilan bu söz
gerçekte Türkçe "BIR DEYI" sözünün Fransizcalastirilmis ve gizlenmis
halidir. "DE" sözü Türkçedir ve "DEMEK" fiilinin
köküdür. "DE", baska bir Türkçe degimle "SöZ"dür yani
"konusmadir, dildir". "DE" tanri gibidir. Insan oglu
her soyut ve somut varligin tanimlamasini "DE" ile , yani "SÖZ"
ile yapar. Onun içindir ki Bati dillerinde geçen DIEU, DEU, THEO,
vs gibi sözcükler görünürde "Tanriyi" tanimlayan sözcükler
olup, aslinda Türkçe "DE" ve "O" (U) sözlerinden
yapilmistir. ZEUS ile ilgisi yoktur. Üstelik ZEUS adida, en basta
gelen bir anlaminda, Türkçe "SÖZ"(AGUZ) sözcügünün degistirilmis
halidir.
Bu "PAR DIEU" misaliniz gibi bir de yine Fransizca olarak bilinen
"PAR EXEMPLE" (Ingilizce "FOR EXAMPLE") sözüne bakalim.
"PAR EXEMPLE" sözündeki X harfi sahte bir harf olup K ve S harflerini
bünyesinde birlestirir. X yerine "KS" harflerini
koydugumuzda "PAR EXEMPLE" sekil degistirerek "PAR
EKSEMPLE" olur. "PAR EKSEMPLE" harf-be-harf
"MESAL PERPEK" seklinde dizilip Türkçe olarak okundugun da,
onun aslinin degistirilmis Türkçe "MISAL VERMEK" oldugunu
görürüz. Ayni sekilde Ingilizce "FOR EXAMPLE" (FOR EKSAMPLE)
sözü de "MESAL-FERPEK" seklinde dizildiginde yine Türkçe "MISAL
VERMEK" degimi oldugunu görürüz. Yukarida da zikrettigim gibi B, P,
F, M, V sesleri klaylikla birbirinin yerine gecebilen seslerdir. Bu
açiklamalarimdan dikkat buyurunuz ki gördügünüz her sözcük pek gerçegin
görüntüsü degil!
"Dieu da Çift demektir, Eskil Yunan tanrısı
Zevs'ten gelir. Hem iyiliği, hem kötülüğü, hem erkekliği hem
dişiliği vs. barındırdığı için bu ad
verilmiştir, Latince Deus halini almış, diğer tüm Batı
dillerine de buradan geçmiştir. İngilizce'de tek sözcük gibi
algılanmışlığı kimseyi
yanıltmasın" tanimlamasinda da yanlissiniz.
Elbetteki Tanri kavraminin iki yüzlü olusu vardir. Fakat, bu ne
DIEU ve ne de ZEUS sözünden gelir. Asil kavramin kaynagi Türkçe AKHAN ve
KARAHAN deyimleridir. Cisimlerin üzerine "TANRI özelligi olan ISIK
düstügünde, cisim kendisi ve gölgesi ile kendini gösterir. Böylece cisim isigi
"AK" ve "KARA" yansitmalariyla belirlenir. AK üzerine
yazilmis "AK" yaziyi göremediginiz gibi "KARA" üzerine
yazilmis "KARA" yaziyi da göremezsiniz. Gün Tanri Günesin
aydinlatici isigi içinde her varligi görebilmek için ak ve kara
ziddiyetinin olmasi gerekir. Bu doganin vazgeçilmez bir kuralidir.
LATINCE konusulmus bir dil olmasina ragmen, Grek dili gibi, Türkçeden
yapilmis bir dildir. Avrupanin bu gizli yönü artik gün isigina çikmistir.
Kimsenin bundan süphesi olmasin. Dediginiz gibi Latincenin çesitli Avrupa
yörelerinde konusulmus olamasi, onun Türkçeden yapilmadigi anlamina gelmez.
Üstelik ROMENLER çingene bir grup idiler ki, diger benzer gruplar gibi,
töreleri her nerede olsalar yerli TURAN insaninin Türkçe dilini degistirip
ondan yeni bir dil yaratmak ve o kirik dili yerli halka zorla konusturmak
olmustur. Böylece yerli Turanli halklari kendi kimliklerinden
uzaklastirmislar ve hatta onlari yeni bir pota içinde eriterek o insanlari
kendi kimliklerinden hirsizlamislardir. Aynen eski Greklerin ve diger
Babilonya gezgincilerinin yaptigi gibi! Bu eritmelerde en önde gelenler
gezginci gruplarin dinci papazlari, onlarin misyonerleri ve de onlarin içinde
bulunduklari "kilise" teskilati olmustur. Onlar yarattiklari ve
gerçek kimligi gizli tutulan yeni dinlerini yaymak için her türlü hileyi yapmaktan
geri kalmamislardir. DIN onu kuranlara çok gelir, söhret ve güc getiren
bir istir. Günümüze kadar bu gibi gizlilikler devam ede gelmistir.
GARDE sözü "DIKKAT anlaminda kullanilmis olsa bile asli yine "Türkçe
"GORUMAK" yahut "KORUNMAK" sözünden gelir. Dikkat buyurunuz
lütfen ki sözde Fransizca "GARDIEN" sözü Türkçe
"GORUANDI" sözünden yapilmis bir gizli türetmedir. GARDE ile
GARDIEN ayni Türkçe kaynaklidir. Dil konusunda sizin gördükleriniz sadece
"yüzeysel" olanlardir. Kapali kapilar arkasinda neler olmus ve
Avrupa dilleri konusunda neler yapilmis anlatilmis degildir!!!
"DIKKAT" anlamli "GARDE' sözü de Türkçe "GORUN"
(KORUN) anlamli sözden kaynaklanir.
21. Dediniz ki:
" 6) Bu eleştirilerime dikkat buyurulması kaydıyla, sayın Polat Kaya'nın "Degerli arkadaslar, Türk'ü Türk yapan onun dilidir. Binlerce yil Türklerin kendi dilinde kullandigi, Türk adina, diline, ata sözlerine geçmis, kültürüne islenmis Türk diline ait sözcükler, hovarda miras yedinin kendi kazanmadigi parayi harcadigi gibi, kolay kolay baskalarinin adina aktarilmamalidir. Sayet Türkçeye ait olan sözler, istekli olarak ve enine boyuna düsünmeden, "alin bunlar sizindir" diyerek baskalarina mal edilirse, Tur/Türk/Oguz dünyasi sonunda dilsizlige götürülür. Dilsiz ulus yok olmus ulustur." tümcesine tabiî ki katılıyorum. Ama her yabancı sözcüğe de Türkçe diye kılıf bulma zorlamasına gitmeye gereksinimimiz yoktur."
Polat Kaya: Bu son sözüme katildiginiza memnun oldum.
Sagolun!. Fakat en son sözünüz ise diller konusunda gerçek
"gerçegin" ne oldugunu bilmemezliginiz üzerine kurulmus temelsiz bir
ön yargidan baska bir sey degil. Dikkat ettiyseniz bir "politikaci"
edasiyla yaptiginiz bu en son yarginizin geçersizligini size olan bu yanitimda
basindan beri vurguladim. Bence en son söyleyeceginiz bu olmamaliydi.
Kendinizi bilinçli diye bize tanitmaya çalistiniz. Diger taraftan
görüyorsunuz ki bize tanittiklarinizda pek çok yanlisiniz ve de noksaniz var.
Dahada önemlisi bu son sözünüzde kendinize ve kendinizden olanlara pek
güveninizin olmadigini hissettim. Eminim ki benim dediklerimi bir
"yabanci' deseydi simdi hepimiz hop oyurup hop kalkardik. Neler yazardik
neler! Ama bunu söyleyen bir Türk olunca isin rengi hemen degisiyor ve hemen
kara bulutlar her tarafi kapliyor. Karalamalar ve süpheli sözler dolu
yagar gibi her yandan dökülüyor. Halbuki bilmeniz ve inanmaniz gerekir ki
TÜRKLER de her "YABANCI" gibi her konuda düsünebilir ve yeri yerinden
oynatan fikirler ve görüsler üretebilir. Türk olarak birbirimizle el tutmayi
muhakkak öyrenmeliyiz!!!
22. En son olarak dediniz ki:
" Buraya dek okuma sabrı gösteren arkadaşlara teşekkürler ederim.
Saygılarımla,
Av.Murat Bülent Hattatoğlu "
Polat Kaya : Görüslerinizi yazdiginiz için tesekkür ederim. Dikkat
buyurursaniz yazinizi hem sonuna kadar sabirla okudum ve hem de nerdeyse
her satiriniza ayri ayri cevap verdim. Cevabi yazim biraz uzun oldu.
Arkadaslardan hos görülü olmalarini dilerim. Fakat konu çok önemlidir. O
sebeple, bu elestirinize yanitimda daha kisa olamazdim. Madem ki beni
elestirmek için gayret sarfetmissiniz, ben de geregince karsiligini verme
sorumlulugunu hissettim. Umarim ki bu yanittan sonra Polat Kaya hakkinda görüsleriniz
degisir. Biraz daha açik görüslü ve de temkinli olursunuz.
Selam ve sevgi ile,
Polat Kaya
20/09/2007
-------- Original Message --------
Subject: |
Re: <>[TDTKB]<> Re: TÜRK TARİHİ TEZİ (İDDİASI)-???? |
Date: |
Fri, 14 Sep 2007 15:42:06 +0300 |
From: |
"Av.Murat Bülent Hattatoğlu" <mbhattatoglu@gmail.com> |
To: |
"Polat Kaya" <tntr@compmore.net> |
References: |
<c393ee9b0708311838i66d3aa13i618c8a128d529943@mail.gmail.com> <BAY134-W133A2EF9C8AA1FA6AA8B98C8C80@phx.gbl> <46E18220.4000801@compmore.net> <57f976770709090535h61f3fb78qf1480becb4f60aec@mail.gmail.com> <46E81A59.3050602@compmore.net> |
Merhaba,
Sayın Polat Kaya'nın, kaynakları değerlendirerek ve sayın Kâzım Mirşan tarzında yaptığı çıkarımsamaları okumaktayız. Sayın Kâzım Mirşan'ın da görüşlerine ve okuma tarzına maalesef ancak kısmen katılmak olanağı vardır. Anlatılmak istenen Türk dilinin ve uygarlığının binlerce yıllık tarihi ise, bu esas üzerinde mutabıkız ve zaten tarihsel belgeler de ne kadar gizlendiyse artık parça parça meydana çıkmaya başlamıştır, bu tarihsel gerçektir.
Şu var ki, hiçbir zorlanmaya gerek olmaksızın göz önünde duran ve alehtarlarımız tarafından bile reddedilemeyecek bilimsel kanıtlar varken, yalnızca ve yalnızca "seslerin bugünkü biçimlerinin, tarihselliği - kavram anlamları - tamga değerleri hiç dikkate alınmaksızın ve üstelik sıraları da değiştirilerek okunmasıyla Türkçe sayılmaya çalışılması" yolunun kullanılmasında ısrar edilmesi, yukarıdaki esas dâvamıza yarar değil tam tersine zarar getirmektedir.
Sayın Polat Kaya'nın katılmadığım görüşlerine ve çözümlemelerine şöyle değineyim :
1) Avrat sözcüğünün Türkçe'liğinde hemfikiriz, bunda kuşku yoktur. Ama sözcüğün çözümlemesi bu değildir. Avrat, Orta Türkçe'deki "Uragut" sözcüğünden bozmadır. (Bkz. Kâşgarlı Divanı). Abıru sözcüğünün verilen anlamları konuyu değiştirmez, çünkü sayın Kaya'nın da buyurduğu üzere, o erdemler yalnızca kadınlara özgü olmadığı gibi, biyolojik tanımlama ifade eden kadın kavramının sözcüğünün bu değerlerden kaynaklanmış olarak en eski çağlatrdan beri böyle varolması olanaklı da değildir, tarihsel dayanağı da yoktur. Avrat=Uragut sözcüğü salt dişilliği ifade eder, kadın sözcüğü "Katun"dan bozmadır, hem dişilliği hem toplumbilimsel anlamıyla bir insan olarak, değerleriyle birlikte kadının yerini ifade eder. Karı, yaşlı demektir, karı-mak fiilinden gelir. Orta Türkçe'de erkekler için de kullanıldığı kaynaklarda vardır, "karımış adam" gibi. Yaşlanmanın vücudun biyolojik yapısında meydana getirdiği tahribatı-işlevsizliği ve şekilsizliği anlatır. Koca-mak ise, yaşlanmışlığın getirdiği durmuş-oturmuşluğu, deneyimliliği anlatır. Bu nedenledir ki, aslında İskit'lere dek (dâhil) anaerkil olan atalarımız, daha sonra ataerkilliğe evrilince (bu "evrilmek" kavramını anılan değişimi olumlamak anlamında kullanmadığımı özellikle vurgulayayım) kadının yaşlılığına yalnızca şekil ifade eden karım-mak fiilini, erkeğin yaşlılığına ise fikrî ve zihnî değerleri ancak erkeğe yakıştırdığından, koca-mak fiilini kullanır olmuştur.
Şimdi, bu tarihselliği bilmez yahut gözardı edersek, ne olur?
a) Dil ve sözcükler tarihin şifreleridir, anahtarlarıdır, toplumbilimsel DNA'lardır. Sözcükleri tarihselliğinden soyutlukla ele alırsak ve sözcüklerin tarihsel anlamları-kavramları-kurumları-ilişki biçimlerini-toplumsal örgütlenmeyi vs. kaydetmiş olan ortamlar idiğini bilip bu durumu "dilimizden devinerek tarihimizi bulma ve tarihsel olgularımıza delil keşfetme" faaliyetinde kullanmazsak, mirasçısı bulunduğumuz ve fakat lâyığı olamadığımız büyük Türk Uygarlığı'nı kanıtlamakta daha çoooook zahmet çekeriz.
b) Tarihsel gerçekliğimizi kendimiz de doğru araştırıp bilemeyiz, gerçeği bulamayız.
Eski Türk'lerde Tanrı'nın kadın idiği doğrudur. Ancak bunun delili Artemis sözcüğü değildir, Artemis'in Türkçe diye iddia edilmesine gerek de yoktur. Yeri gelmişken, gözönünde durupdurduğu halde kullanılmasından nedense kaçınılmakta olan bir delili de analım :
Konya-Çumra-Çatalhöyük yerleşimi M.Ö.6500-7000'lerdir. Burada James Mellaart'ın kazılarında bulunan Ana Tanrıça heykelciği, diğer tüm Ana Tanrıça kavramlarının "ana"sıdır. Sümer'lerin İnanna'sı, Sami kavimleri olan Akad'ların-Elam'ların-Asur'ların İştar'ı (İştar-Astarte-Sitâre, bunların hepsi Yıldız demektir Sami dillerinde, Farsça Sami dili değildir ama onda da budur.), Eskil Yunan'ların Artemis'i, Roma'nın Venüs'ü, hep birbirinin devamıdır. Bu işin aslı anaerkil toplumun kadını bereketin ve doğurganlığın simgesi saymasıdır ki, hiçbir biçimde yanlış değildir bu telakki. İnanna'nın, İştar'ın, ilk Artemis'lerin heykellerinde kadının göğsü tamamen göğüs uçlarıyla doludur. Göğüs, sütün geldiği yerdir ve süt de mucizevî (tansuksal) sıvıdır; "Biz insanlar her türlü yiyeceğe ve içeceğe gereksinim duyuyor ve olmayınca ölüyorsak da, bebekler başka hiçbir şey almaksızın sırf bu sütü emerek yaşıyor, besleniyor, hastalıklardan korunuyor. Bu sıvı mucizedir, ilaçtır, bu sıvıyı çıkarabilen yalnızca kadındır ve onun göğüs uçlarıdır, çocuk da zaten yine aynı kadının vajeninden doğmaktadır, o halde kadının vajeni de göğsü de mucizevîdir, tanrısaldır, kadın başlıbaşına yaratan'dır, çünkü varediyor yoktan." İlk insanlar böyle düşünmüştür, maddî gerçeğe dayalı olmadığı da ileri sürülemez. Bu yüzdendir ki işte, vajeni simgeleyen üçgen şekli (ki Yunan alfabesinde D harfi=Delta harfi bu şekilde olduğundan bu şekle de delta adı verilmiştir, "Venüs deltası" kavramını hatırlayınız) ile göğüs uçları, kadınsallığı-doğurganlığı-bereketi-üretimi-bu nedenler de tanrısallığı simgelemiştir. Kadın kavramının Sami dilindeki karşılığı Zühre'dir. Venüs gezegenine Zühre adı verilmiş bulunduğunu herkes bilir, bizde de kullanılmaktaydı. Kadının doğrudan doğruya cinselliğiyle ilgili hastalıklara Zührevî hastalıklar denmesinin nedeni de budur, dikkat buyurunuz.
Gelelim sadede : Bu Çatalhöyük Ana Tanrıçası, başı olduğu halde yüzü betimlenmemiş, doğurma arifesinde şiş karınlı ve şiş kalçalı-şiş göğüslü, ayakları altında olduğu halde oturur durumda bir kadın heykeciğidir. Bu heykelciğin sağ omzundan sol kalçasına-sol omzundan sağ kalçasına giden bugünkü X işareti gibi bir işaret vardır. James Mellaart'ın kendi kitabındaki gerek fotoğraflarda gerekse çizimlerde açıkça bellidir. Daha sonraki bazı kaynaklarda, örneğin İletişim Yayınları'nın Uygarlıklar Ansiklopedisi'nde, her nedense (!!) bu konuya hiç değinilmediği gibi bu işaretin bulşunduğu heykelciklerin fotoğrafı veya çizimi de yoktur! 1965'in özgün kitabından lütfen bu fotoğrafları ve çizimleri görünüz.
Bu X işareti ne ifade eder? Konumuzla ilgisi nedir?
Orhun yazısı diye bildiğimiz, aslında binlerce yıllık Eskil Türk Yazısı olan oyma yazıda harf değeri olarak "ince d" harfi, işte bu X işaretidir. Bunun tamga değeri Ed'dir. Bu işaret Ed tamgasıdır. Ed, hem bugünkü "et-mek" fiilinin eski halidir, aynı anlama gelir, hem de "Büyük kızkardeş, abla" demektir. Bugün Anadolu Türkçesi'nde dahî yaşamakta bulunan Ede sözcüğü de abla demektir, Bulgaristan Türkleri buna Ade derler. Kastamonu çevresi aynen Ede demektedir.
Şimdi lütfen, "Abla" kavramıyla "Ana Tanrıça" kavramının niçin ve nasıl olup da aynı işaretle gösterilebildiğini düşününüz. Biliyoruz ve mantıklıdır ki, eğer bir sözcük iki farklı kavramı ifade ediyorsa, bu sözcük o dilin kendi öz sözvarlığına dâhil ise, o farklı iki kavram eskiden aynı şeyi ifade ediyormuş demektir. Bakır sözcüğü hem madenin adı, hem de kap-kacak adı idi çocukluğumuzda değil mi? "Bakırları yıka" gibi. Neden? Çünkü kap kacaklarımız hep bakırdandı, bu farklı iki kavram o zamanlar aynı şey idi.
Eskil Türk toplumunda ve devletinde kadın "efendi" idi, "malın-mülkün sahibi/mâliki" idi, devletin egemeni idi, yaratan/vareden/Ana Tanrıça idi, hükümdar idi. 1'den fazla kızkardeş varsa bunlardan hangisinin tahta geçeceğini bildiren veraset yasasına göre de, hükümdarlık hakkı kızkardeşlerin en büyüğüne aitti, yani En Büyük Abla'ya, yani Ede'ye.
Bakınız bu sözcüğün sonra aldığı biçimlere ve bunların kavram anlamlarına :
Ege (egemen'in kökü), ece (hükümdar kadın, ataerkil dönemde kraliçe anlamına getirilmiştir), iye (sahip/mâlik; nitekim bir menkul malın yahut taşınmazın özellikle de bir arazi parçasının mâliki olarak bugün de kullanılır, dilbilgisindeki iyelik zamiri deyimini de hatırlayınız; İye ile Is başkadır, bir yeri İye'si yani Mâlik'i orada oturmuyor olabilir, bu onun mülkiyetine halel getirmez, orayı bir sebeple fiilen elinde bulunduran, orada oturan-yaşayan kişiye Is denir, bu yüzdendir ki, kimsenin oturmadığı boş bir araziye/bölgeye vs. İyesiz denmez, belki iyesi vardır, ama Issız denir, Is'sı olmadığı görülmektedir çünkü.)
Sayın arkadaşlar, bu Çatalhöyük Ana Tanrıçası üzerindeki bu Ed tamgası, Eskil Türk yazısının, a) M.Ö.6500'lerde varolduğunun, b) (Binlerce yıl sonrası tamga değerleriyle okunduğunda çıkan anlamın hem Çatalhöyük yerleşimi döneminin hem de binlerce yıl sonraki ve Türk'lüğü tartışılmayan dönemlerin tarihselliğine tam uyum göstermekte bulunuşuna dayanılarak) Bu yazının kayda geçirdiği dilin Türk dili idiğinin, c) Bu yazının tamga değerlerinin binlerce yıl aynı anlamda sürebilmişliğinin, ç) Bu süreğenliğin ancak ve ancak siyasal bütünlük ve sürekkilik ile olanaklı olabileceği düşünüldüğünde de, Türk Devleti'nin,
Apaçık bilimsel delilidir. Lütfen inceleyelim ve başkalarına da bıkmadan anlatalım.
2) Çadır da Türkçe'dir, bu da doğrudur. Sayın Kaya'nın isabetle buyurduğu üzere, Çat-mak fiilinden gelir. Çatı da çatmak fiilinden gelir. "Bir sözcük Türkçe ile Farsça arasında ortak ise mutlaka Farsça'dır", "Bir sözcük ç ile başlıyorsa mutlaka Farsça'dır" gibi safsatalardan arınmamız ve ta Eskil Farsça'dan hattâ Sanskritçe'den beri Türkçe'nin bu dillere sözcük veregeldiğini, bunun da gayet doğal idiğini, çünkü siyasal iktidarın-devlet örgütlenmesinin-ticaretin ve özellikle İpek Yolu ticaretinin güvenliğinin-egemenliğinin-hukukunun hep Türk'lerde bulunmasının komşu halkların dillerine çok sayıda sözcük aktarması için son derece doğal bir zemin ve ortam oluşturduğunu artık hatırlamamız gerekmektedir.
3) Turan adı Farsça olmamakla birlikte, Türkçe de değildir. Tur adlandırmasının Türk'ler içinliği kuşkusuzdur, bu başka. Ama Tur adlandırması Türkçe olmayıp, Törük (Töre=Yasa ve gelenek koyan, bunu yapabilecek erke de sahip ve meşruan sahip olan) sözcüğünün Türkçe'yi bilmeyen ve tamgalarını doğru okuyamayan komşu (özellikle Sami ve Aryen) halklar tarafından gevelenmesi (doğru ve tam telaffuz edilememe, parafrasis) sonucu oluşmuştur. -an çoğul eki Arapça'dır. Türkçe'de de -n harfi getirilerek yapılan çoğullar vardı, ama bu kural (sonunu n'ye dönüştürerek sözcüğü çoğul kılma kuralı), tekil halinde iken -t harfi ile biten sözcükler için geçerli idi, Tarkat-Tarkan (Aristokrat-Aristokratlar) gibi. Türküt/Turgut boyu için aynı kural geçerlidir, Müreffeh-varlıklı anlamına gelen Bayat sözcüğünün çoğulu Bayan'dır. Bu yüzden, Tur sözcüğünü -n getirerek çoğul yapmak pek rastlanmış değil. Şu var ki, istinası hiç yok değildir bu kuralın gerçi, belki bu da bir istisnadır; ama böyleyse de yalnızca çoğul eki Türkçe olmuş olur. Bu husus biraz daha araştırma ister gibi geliyor bana, kesin bir yargıya varmak için.
4) Mezar'ın arz ile ilgisi yoktur, ziyaret kökünden gelir, ziyaret edilen yer demektir. Mim-ze-elif-re ile yazılır, Arapça'lığında tartışma yoktur. Arz ile ilgisi olabilmesi için, herşeyden önce sessizlerin sırasının uyması gerekirdi, bu en önemli kuraldır ve hiç şaşmaz. Sessiz atlanır ama sırası değişmez, önceye-sonraya gelmez. Gelirse bambaşka bir sözcük demektir, çünkü Semitik diller böyle köklenir ve böyle çekimlenir.
5) Pardie sözcüğünün aslına, yani Fransızcasına bakınız; Par Dieu=Tanrı İçin, Tanrı'dan. Dieu da Çift demektir, Eskil Yunan tanrısı Zevs'ten gelir. Hem iyiliği, hem kötülüğü, hem erkekliği hem dişiliği vs. barındırdığı için bu ad verilmiştir, Latince Deus halini almış, diğer tüm Batı dillerine de buradan geçmiştir. İngilizce'de tek sözcük gibi algılanmışlığı kimseyi yanıltmasın, 1066'da Fatih William'ın Fransa'dan gelip İngiltere'yi istila etmesinden (Norman istilası) sonra İngilizce'ye Fransızca sözcükler akın akın girmiştir. Zaten İngilizce Latin kökenli olmamasına rağmen, İmparator Hadrianus zamanında zirvesini yaşadığı şekilde, Güney İngiltere tamamen ve düpedüz Latince konuşur-yazar idiğinden, Eskil Germence ve Keltçe köklerini asgarîleştirmiş ve en basit kavramı bile Latince sözcükle anlatır hale gelmişti. Bir de Norman İstilası gelince, Fransızca sözcükleri geveleme yoluyla alıntıladılar. "Garde! Le eau!=Dikkat! Su!" tümcesinin İngilizce'de "Gardy Loo" şeklindeki bir kalıp ünleme dönüşmesi gibi. (Bunlar oturaklara edip sonra da bunu sokağa döktüğünden, kibar(!)ları hiç değilse sokaktan geçeni uyarma cihetine gitmişti.Aristokrasisi de Norman olup Fransızca konuştuğundan ünlem böyle gelişti.)
6) Bu eleştirilerime dikkat buyurulması kaydıyla, sayın Polat Kaya'nın "Degerli arkadaslar, Türk'ü Türk yapan onun dilidir. Binlerce yil Türklerin kendi dilinde kullandigi, Türk adina, diline, ata sözlerine geçmis, kültürüne islenmis Türk diline ait sözcükler, hovarda miras yedinin kendi kazanmadigi parayi harcadigi gibi, kolay kolay baskalarinin adina aktarilmamalidir. Sayet Türkçeye ait olan sözler, istekli olarak ve enine boyuna düsünmeden, "alin bunlar sizindir" diyerek baskalarina mal edilirse, Tur/Türk/Oguz dünyasi sonunda dilsizlige götürülür. Dilsiz ulus yok olmus ulustur." tümcesine tabiî ki katılıyorum. Ama her yabancı sözcüğe de Türkçe diye kılıf bulma zorlamasına gitmeye gereksinimimiz yoktur.
Buraya dek okuma sabrı gösteren arkadaşlara teşekkürler ederim.
Saygılarımla,
Av.Murat Bülent Hattatoğlu
----- Original Message -----
From: Polat Kaya
To: TDTKB
Sent: Wednesday, September 12, 2007 7:56 PM
Subject: <>[TDTKB]<> Re: TÜRK TARİHİ TEZİ (İDDİASI)-????
Degerli
arkadaslar,
"Mezar, avrat, çadır, Turan" sözcüklerinin Türkçe
olmadigi, Arapca ve Farsca kaynakli oldugu daha önceki bir yazima verilen bir
yanit iletide "efe" adli bir okur tarafindan belirtildi. Ben bu
görüse katilmiyorum. Asagidaki açiklamalarimin dikkatle okunmasini dilerim.
1. AVRAT sözcügü Türkçe "O-BIR-OD" sözünden
gelir. Bu söz bir anlaminda eski Türk dünyasinin Gök-Gözü olan günesi ve ikinci
anlaminda da "kadini" tanimlar. "O BIR OD" sözü zamanla
"OBIROD" ve "AVRAD" (AVRAT) sekline dönüsmüstür. Nasil ki
günes bir OD (ATAȘ, ALEV) ise "KADIN" benzetmeli olarak öyle
algilanmistir. Onun IȘIGINA ve ISISINA tutulan tutusur yanar. Ayrica,
Türkçe "OBIROD" degimi "ABIRO" (ABIR O, BIR O, TEK O (<
Türkçe " BIR O" degiminden)) seklinde kadinin "güzellik,
erdemlik, temizlik, dogruluk, dürüstlük" niteliklerini de tanimlar.
Elbette ki eski Türk dünyasinda "ABIRLI, HAYALI, ARLI, ERDEMLI ve
TEMIZ" olmak yalniz kadindan degil ayni zamanda erkekten de beklenen bir
istekdi. En çok sevdigimiz kadin "güzeller içinde "BIR" (TEK)
olanidir. Bu haliyle O, sevenin gözünde "BIR" olur, "TEK"
olur ve bir tanriçe olur.
Redhouse Türkçe-Ingilizce Sözlük, [1987, s.. 4] sunu yazar: "ABIRU : 1.
radiance of the face, gracefulness, beauty. 2 . Honor, glory, celebrity; honest
pride. 3. modesty, shame". Türkçe olarak: "ABIRU : 1. parlayan bir
yüz, yüz güzelligi, güzellik. 2. Seref, namus, taninmislik, hakli ve dürüst
gurur. 3. alçak gönüllülük, mahcubiyet, erdemlik, ar, haya yani tanri-eçe
"ARTEMIZ" anlamldir ki bunlarin hepsi KADINI yani "AVRAT" i
ve Tur/Türk/Oguz toplumu olarak, "AVRAT" tan beklediklerimizi
tanimlar. Bütün bu dediklerimin "ARABCA ile ilgisi yoktur. Üstelik en az
M. Ö. ikinci bin yildan beri (en az 4000 sene öncesinden), Anadolu dilinde
ARTEMIS adi vardir ki bu efsanevi ad, kadinin arli, erdemli, serefli olusunu,
anneyi ve kadin kavramini bir efsanevi tanri-ece kimse olarak temsil eden bir
addir. Kadin için bir simgedir ve örnek kadin tanimlamasidir. Eski
Tur/Türk/Oguz töresinde kadina verilen deger o kadar büyüktür ki o bir
"TANRI EÇE" (Büyük ANA TANRI) anlaminda olarak tamimlanmistir.
ARTEMIZ kavrami Anadolunun özbe öz Türkçe dilinin malidir ki Greklere ait
olmadigi halde Grekler tarafindan Türkçeden çalinmis ve Greklere mal
edilmistir.
Ayrica sözde "Grekçe" APHRODITE adi da Türkçe "AVRAT
IDI" sözünün Helenlestirilmis seklidir. Bu anlama ilaveten,
APHRODITE adi "A-PHR-OD-ITE" seklinde
incelendiginde, onun Türkçe "O BIR OD IDI" degimi
oldugunu da görüyoruz ki bu da "AVRAD" in karakterini tanimlar. Diger
taraftan, "BIR OD" yine GÜN TANRININ adidir.
Semitik dillerde "AVRAT" kavramina "IȘTAR"
(ISHTAR" (ASHTAR)) demisler ki bu ad da yine Türkçedir.
""IȘTAR"" (AȘTAR) sözü Türkçe
"EȘTIR" (AVRATTUR) ve ayrica "IȘITIR" ve
"ISITIR" sözlerinden yapilmis bir addir ki "AVRAT"
kavraminin baska Türkçe degimlerle tanimlanmasidir.
Latincede APHRODITE için "VENUS" adini vermisler.
Sözde VENÜS gezegenine izafeten. Halbuki "VENUS" adi
"EVSUN" seklinde incelendiginde, Türkçe "EVSÜN" (EVSIN)
degimi oldugu görülür. Evet, "AVRAT" EVDIR, YUVADIR, yuvanin
kurucusudur, evin yanan atesidir, tüten ocagidir ve de dumanidir. Yani evin
canidir ve cananidir. Onsuz ev ev degildir!
Simdi bütün bu açiklamalarimin isiginda, AVRAT sözünün Arapca oldugu iddiasi
pek inanilir bir söz degildir ve gerçekle ilgisi yoktur. Sayet Arapcada bu söz
kullanilmissa, o takdirde, sö ylenenlerin tersine Arapcaya Türkçeden geçmistir.
2. ÇADIR sözü Türkçedir ve ÇATI sözünden gelir. ÇATI ise evin
üstüne, yani DAMa verilen bir Türkçe addir. ÇADIR, ÇITA ve ÇITALAR arasina
gerili bir BEZ den yapilmis bir çati, gölgelik, yagmurluk, yere tutturulan
semsiye (güneslik) kavramidir. ÇATI, ÇITA ve BEZ sözcükleri Türkçe iken ÇADIRIN
Türkçe olmamasi düsünülemez. Üstelik ezelden beri Ordu teskilatina sahip olan
Tur/Türk/Oguz dünyasinda daimi olarak kullanilan tasinir bir askeri araçtir.
Eski Türk ordugahi en az yüzlerce ÇADIRI olan bir kurulustur, bir konak
yeridir. ÇADIR kavrami ile ilgili, örnegin, ÇADIR DIREGI, ÇADIR BASI, ÇĊDIR
BEZI, ÇADIR ETEGI, ÇADIR GÖBEGI, ÇADIR IPLIGI, ÇADIR ÇANAGI, ÇADIR ETEGI, ÇADIR
KAZIGI, ÇADIRCI, ÇADIRCILAR, vs. [Redhouse Türkçe-Ingilizce Sözlük, 1987, s..
235], gibi pek çok Türkçe sözcükler var iken ÇADIR sözcügünün Türkçe olmadigini
iddia etmek temelsiz bir iddia olur. Lütfen kimse Türkleri kandirmasin. Sonu
gelmez yalan dolanla, en basta Türkler olmak üzere bütün dünya yeteri kadar
kandirilmistir!
3. TURAN sözü Farsca degildir, sadece sözde "FARSCA" bir
kaynakta, bilinen bir ad olarak zikredilmistir. Iranda sözde "FARS"
dili henüz yok iken, eski "Iran" Türkçe konusan bir ülke idi. MEDE
imparatorlugu "ARYAN" bir milletin imparatorlugu degil, bilakis
bilinenlerin tersine, ezelden beri Türkçe dilli bir TURAN imparatorlugu idi.
Günümüz de en az otuzbes (35) milyon Türkün Iranda olusu tesadüflerin eseri
degildir. Tersine, bu çografyanin ezelden beri Türkçe dil konusan bir yer
oldugunun isaretidir. Kimse bu gerçekleri Türkçeden yapilmis diller öne sürerek
inkar edemez.
Encyclopaedia Britannica "World Language Dictionary", [1963, p.
1153], "TURANIAN" sözcügünün tanimlamasinda
Ingilizce olarak söyle yaziyor:
"TURANIAN. OF OR PERTAINING TO A LARGE FAMILY OF AGGLUTINATIVE
LANGUAGES OF EUROPE AND NORTHERN ASIA, NEITHER INDO-EUROPEAN NOR SEMITIC,
SPECIFICALLY KNOWN AS THE URAL-ALTAIC LANGUAGES, OR ANY OF THE PEOPLE WHO SPEAK
THEM. AS NOUN. 1 ONE WHOSE MOTHER TONGUE IS A URAL-ALTAIC LANGUAGE; A PERSON OF
URAL-ALTAIC STOCK. 2 THE URAL-ALTAIC LANGUAGES COLLECTIVELY. 3 THEORETICALLY,
ONE OF AN UNKNOWN NOMADIC PEOPLE WHO ANTEDATED THE ARYANS IN EUROPE AND ASIA.
[< PERSIAN TURAN, A COUNTRY NORTH OF THE OXUS RIVER]."
Bu tanimlamanin benim özetlememle Türkçe anlami söyledir: "TURANLILAR,
HIND-AVRUPA VE SEMITIK HALKLARDAN AYRI, ANA DILI URAL-ALTAY DILI DIYE
TANIMLANAN EKLEMELI DIL AILESINE AIT BIR DIL OLAN, SÖZDE (demede,
"teoride") ULUS KIMLIKLERI BILINMEYEN, GÖÇEBE HALK OLUP ARYANLARDAN
ÖNCE AVRUPADA VE ASYADA OLAN HALKTIR."
Bu ifadenin Ingilizcesi, olasilikla bilinçli sekilde, kaypak bir dil ile
yazilmis olmasina ragmen, yine de çok önemli bir tanimlamadir. Eski dünyaya
medeniyet veren, günümüzde toplam insan sayisi dünyada 300 milyon kadar olan,
TURANLI Tur/Türk/Oguz insanini "bilinmeyen göçebe halk" olarak
tanimlamak "sahte bilgi" (disinformation) ile okuyucuyu yaniltma ve
sartlandirma tekniginin tepe noktasidir. Yazar TURANLILARIN ne dil konustuklarini,
göçebe olduklarini, Hind-Avrupalilardan ve Sami soylulardan farkli olduklarini
biliyor ve de onlarin Asya ve Avrupada ARYANLARDAN önce olduklarini biliyor
amma onlarin Tur/Türk/Oguz insani olduklarini söylemeye bir türlü dili
varmiyor. Böylece, yazar, aynen Turanli Etrüsklerin, Sümerlerin, eski
Masarlarin, eski Anadolu insaninin, Pelasgianlarin, Minoanlarin, ve diger pek
çok Tur/Türk/Oguz insaninin ulus kimliklerini bilmemezlikten geldikleri gibi,
eski Turanlilarin tümünü de "kimlikleri bilinmeyen halk" olarak
tanimliyor ki bu bilinçsizligin isareti degil, tersine, bilerek inkar etmenin
bir örnegidir. Encyclopaedia Britannica yazarinin yukaridaki ifadesi hem
sulandirilmis ve hem de bulandirilmis olmasina ragmen yine de bir "gerçegi"
istemeyerek itiraf eden bir tanimlamadir.
Evet, "tarihcilerin" kolaylikla itiraf edememesine ragmen, Türkçe dil
konusan TURANLILAR gerek Asyada, gerek Avrupada ve gerekse Kuzey Afrikada
ARYANLARDAN (yani gerçek gezginci çingenelerden, arayanlardan) çok daha önce
yerlesik olarak yasamis eski bir ulustur. Dünyada baskalari ULUS degilken,
TURANLILAR dünyada her yerde Türkçeyi tek dil olarak konusan bir ULUS idiler.
[Bak GENESIS 11 de yazilanlara]. Ve o gezginciler ki kendileri de Turanlilarin
dilini konusarak çesitli Tur/Türk/Oguz ülkelerine gidip siginiyorlardi,
korunuyorlardi ve is bulup is yapiyorlardi. Böylece hem Türk dilini
konusuyorlar, hem güvenlik içinde para sahibi oluyorlardi ve hem de gizli gizli
Türkün dilini degistiriyorlardi. Gezginciler Türkçenin sözlerini degistirme
(yani kirip yeniden düzenleme, "anagram" yapma) yolu ile her yerde
bilinen ve konusulan Türkçeden çesitli Hind-Avrupa ve Semitik diller yaparken,
bu arada her firsatta hile ve zorbaliklariyla ev sahibi yerli halki hükümleri
altina almayi da ihmal etmemislerdir.
Parasal ve askeri güc altina aldiklari Tur/Türk/Oguz insaninin kimligini
degistirerek hem insanini çalip kendilerinden saymislar, hem de dilini, dinini,
törelerini degistirerek, bir zamanlar aralarinda TEK DIL konusup anlasan bu
yerli insanlari, artik birbirlerini anlayamaz ve taniyamaz hale getirmislerdir.
Bu sömürücülügün ve sömürgeciligin çok sinsi bir "böl ve yönet"
sistemidir. Bu sekilde dil hirsizligi sayesinde hem Tur/Türk/Oguz insanini
kendi öz Türklük kimliginden kopararak kendi verdikleri adlar altinda
eritmisler ve hem de Tur/Türk/Oguz insaninin her türlü medeniyetini çalarak
kendilerine mal etmislerdir. Bu gibi yöntem ve yönetmelerin neticesi olarak ta
olasilikla tarihin en eski ulusu olan eski Türk dünyasini tarihten silmislerdir.
TURAN adinin kökü olan TUR sözcügü özbe öz Türkçe olup "Türk" adinin
da temelidir. TUR adi, OGUZ adi gibi, eski TURAN dünyasinda Gök Tanrinin bir
adidir. Bu ad bati kaynaklarinda "TYR, THOR, THUR" sekillerinde geçer
ki Tanri adidir. Türkçede her tanimlama TUR tanimlama eki ile biter. TURAN adi,
"TANRU" seklinde dizildiginde yine Türkçe Gök-Tanrinin adidir.
"AN-TUR" seklinde "GÖKTÜR" demektir. "ANUTUR"
seklinde evreni yaratan Gök Tanrinin adidir. ANU Sürmercede evreni yaratan
DINGIR (TENGIR, TANRI) dir. ANU adi "HAN-U" seklinde Türkçe "HAN
O" sözüdür. "HAN O" sözü Gök Tanriyi tanimlayan bir Türkçe
sözdür. "HAN O" sözü "NOAH" seklinde Sami dillere
asirilmistir. Böylece, TUR ve TURAN adi sayisiz Türkçe ifadeler içinde
kullanilmis bir sözcüktür.
Ayrica TURAN Tur/Türk/Oguz insaninin ana yurdu diye bilinir. TURAN adi Türk
insaninin yaygin adlarindan biridir. "TURHAN" yahut "HAN
TUR" seklinde TUR/TÜRK Beyini tanimlar. TURHAN seklinde yine sayisiz
Tur/Türk/Oguz insaninin adidir.
Bütün bunlarin isiginda TURAN sözünün Türkçe olmadigini iddia etmek bos laf
etmektir.
Bütün bunlara ilaveten, Iranda Aryan PARSLARIN kendilerine ad olarak aldiklari
"PARS" adi da eski Türkçe "PART" (PARD) sözünden, T (D)
harfinin S harfine degistirilmesi yoluyla elde edilmis bir addir.
PART adi Tarihte "PARTHIAN" (PARTLAR, PARSLAR) diye bilinen, Orta
Asyadan kopup gelen ve IRAN cografyasina en az 600 sene hükümran olmus SAKA
(ISKIT) Türkleridir.
Latince "PARTHI" sözcügü "Scythian people" [Cassel's Latin
dictionary, 1962, s. 178], yani "ISKITLER" (SAKALAR) diye tanimlanir.
"The Concise Oxford Dictionary of Current English", [Oxford
University Press, 1964, s. 1137], "SCHTHIAN" adini söyle tanimlar; "Scythian,
inhabitant of ancient SCYTHIA, the region north of Black Sea; = TURANIAN.
[Latin from Greek "SKUTHIA". Yani, Türkçe olarak,
"Iskitler, Kara Denizin kuzeyindeki bölgenin halki , diger bir degimle,
günümüzde "Rusya" diye bilinen yerin eski halkini "TURANLI"
diye tanimliyor. Bu tanimlama açik bir sekilde ISKITLERIN (SAKALARIN) TURANLI
ve Türk oldugunu süpheye yer birakmayacak sekilde söylüyor. Bütün bu
tanimlamalar karsisinda, TURAN adini "FARSCA" olarak göstermek, yani
günümüz IRAN diline aitmis gibi göstermek yine temelsiz bir iddiadan baska bir
sey degildir yeterki PARS deyiminin ne oldugunu iyice anlamis ve kavramis
olalim. Evet PARDLAR (PARSLAR, PARTHIAN) Iran cografyasinda yasamislardir fakat
onlar "ARYAN" (arayan, çingene, gezginci" irktan degildirler.
Ancak ad degistirme ve kelime oyunlari ile bu Orta Asyali Tur/Türk/Oguz grubu
da Türklükten uzaklastirilmislardir.
Bir baska anlaminda PART (PARD) sözcügü "pard, pars, panter,
leopardus" anlamindadir. Bati dillerinde "LEO-PARD" diye bilinen
ve gövdesinde pek çok beneklerin oldugu bu hayvanin adi Türkçe "ALA
PARD" sözünün degistirilmesinden yapilmistir.
PART (panther) simgesi PARTHIAN (Parslar) bayraginda da yerini almis bir
simgedir.
PART (PARD) sözü, nasil ki Türkçe "BÖRI" (kurt) sözü "BIR-O"
seklinde Gök-Ata Tanriyi temsil ediyorsa, "PARTI" sözü de "PIR
-TA" (BIRTA / BIRTI / BIRDI) seklinde Türkçe hem "BIRDI" ve hem
de "BIR ATA" sözünden gelir ki bu da yine Turan dünyasinin BIR ATA
TANRISINI tanimlar. Bu haliyle, eski Türk dünyasinin GÖK-ATA TANRISI, baska bir
Tur/Türk/Oguz boyunda, "PARD, PANTER, PARS" adi ile temsil
edilmistir.
Hatta PARTHIAN sözü dahi, harf-be-harf "PIR-ATA-HAN" seklinde yeniden
dizilip incelendiginde, onda Türkçe "BIR ATA HAN" sözünü buluyoruz ki
bu da hem yaratici Gök Tanriyi ve hem de "PARTLAR" in TÜRANLI Türklük
kökenini Türkçe olarak tanimlar.
Ingilizce "PARDIE (PARDI, PARDY), Fransizca PARDIEU sözcüklerinin anlami
"by God", an oath" [Webster's Collegiage Dictionary, 1947, s.
720], seklinde veriliyor ki Türkçe "TANRI ILE" anlamli bir söz
olayor. Bu anlam PART sözünün Gök Tanriyi temsil ettiginin baska bir kanitidir.
PARDIE (PARDI, PARDY) ve PARDIEU sözleri Türkçe "BIR OD" seklinde
Günesi ve "BIR ADA" (BIR ATA) seklinde GÖK ATA TANRIYI tanimlayan
Türkçe sözlerin degistirilmis halidir.
Latince PARDUS (PARDUSI) sözü karsiligi olarak "panther, leopard"
veriliyor. [Cassell's Latin Dictionary, 1987, p. 159]. LEOPARD adi harf-be-harf
"PER-AL-OD" seklinde yeniden düzenlendiginde Türkçe "BIR AL
OD" (BIR AL ATAȘ) tanimlamasi olup AL GÜN TANRININ bir baska simge
adidir.
PANTHER adi dahi "AP-TENRH" seklinde dizilip incelendiginde yine
Türkçe "APA TANRI" (ATA TANRI) degimini buluyoruz.
Böylece, bütün bunlarla demek istiyorum ki PARS sözü de aslen yine Türkçe
kaynaklidir. Ama ne var ki en basta Türkler olmak üzere dünya halki bir takim
Türk dilini degistiren oyunbazlar tarafindan çocuklar gibi kandirilmislar ve
eski dünya dilleri ve medeniyeti hakkinda esi görülmemis yalan bilgilerle
yönlendirilip sartlandirilmislardir. Kandirmaca halen de devam etmektedir.
Bu konularda su adreslerdeki yazilarin okunmasini da öneririm:
1. ANCIENT TURS/TURKS OF TURAN AND THEIR LEGACIES TO THE WORLD, http://www.compmore.net/~tntr/tur1.html
2. Türk Dünyasinin Tarihten Silinmis Geçmisi http://tech.groups.yahoo.com/group/Polat_Kaya/message/2
3. Turkish Era (Tarih-i Türk) http://tech.groups.yahoo.com/group/Polat_Kaya/message/188
4. MEZAR sözüne gelince, ben bu sözün aslinin da Arapça olduguna
inanmiyorum. MEZAR sözü YER (ARZ) ile ilgili bir kavramdir. Baska bir degisle,
her varligin hayatinin sonunda gidecegi yer arzda (yerde, toprakda) küçük bir
yerdir. MEZAR sözü arza (yere, topraga) dönüsün bir ifadesidir. ARZ (YER,
TOPRAK) son besik olarak bilinir. Dikkat edilmelidir ki "ARZ" sözü
MEZAR" adinin içinde saklidir.
Bu tanitmadan sonra ilkin ARZ ve YER sözlerini kiyaslayalim. ARZ sözü, Türkçe
YER (YAR) sözündeki "Y" harfinin "Z" harfine kaydirilmasi
ve kelimenin sonuna yazilmasi neticesi elde edilmis bir sözcüktür. [ YER (YAR)
> ZER (ZAR) > ERZ (ARZ)]. Böylece Türkçe YER (YAR) ile Arapça ARZ kara
topragi tanimlayan bir Türkçe sözün iki ayri seklidir. MEZAR sözü ise insanin
kara topraktaki son "YERI" dir.
Bu anlayisin isiginda, MEZAR sözü, Türkçe "ARZEM" yani "ARZIM,
YERIM, ARSAM (TOPRAGIM)" anlamli Türkçe sözün yeniden düzenlenmis
seklidir. Sözün basindaki ME eki, Türkçe sözcüklerde sona gelen ve sahiplik
ifade eden "-EM, -IM, -UM" eki olup, MEZAR sözcügünde basa
kaydirilmistir. Böylece MEZAR (MAZAR) sözü yeniden düzenlenmis Türkçe
"ARZ-IM, YER-IM, ARS-AM" ifadeleridir. Bilindigi üzere, Türkçe
"ARSA" sözü de yine Türkçe "tarla", köy disinda toprak
(arazi), tarlanin bölunmüs küçük parçalarindan birisi ve küçük bir yer
parçasidir. MEZAR da her faninin hayatinin sonunda, içine konulacagi bir "arsa"
dir. Bunun gibi TÜRBE (TÜRBEH) sözüde yine Türkçe "TOPRAH" (TOPRAK)
sözünden yapilmistir.
Böylece, her nekadar MEZAR sözcügüne ARAPCA kaynakli deniyorsa da, onun da asli
yine Türkçedir.
Degerli arkadaslar, Türk'ü Türk yapan onun dilidir. Binlerce yil Türklerin
kendi dilinde kullandigi, Türk adina, diline, ata sözlerine geçmis, kültürüne
islenmis Türk diline ait sözcükler, hovarda miras yedinin kendi kazanmadigi
parayi harcadigi gibi, kolay kolay baskalarinin adina aktarilmamalidir. Sayet
Türkçeye ait olan sözler, istekli olarak ve enine boyuna düsünmeden, "alin
bunlar sizindir" diyerek baskalarina mal edilirse, Tur/Türk/Oguz dünyasi
sonunda dilsizlige götürülür. Dilsiz ulus yok olmus ulustur. Halbuki Türkçe bir
ata dil olup ezeldenberi vardir ve günümüzde konusulan sayisiz
"dillere" kaynak BIRATA dil olmustur.
Selam ve sevgi ile,
Polat Kaya
12/09/2007
efe wrote:
Yalnız şu da var:
Mezar, avrat, çadır, Turan, can bu sözler Türkçe değil. Arapça'dan,
Farsça'dan geçmiş. Elinizdeki tüm örnekleri üleşirseniz seviniriz. Yine
de Etrüskler'in Türklüğü su götürmez bir gerçek.
Görünen odur.
2007/9/7, Polat Kaya <tntr@compmore.net>:
Sayin
Sinem TÜFEKCI hanim ve degerli arkadaslar,
Merhaba. Etrüsklerle ilgili iletinizde dediniz ki:
"Çadır geleneği ve mezar inancına sahip
olmadıkları gibi Türklerle aralarında sosyal ve kültürel hiçbir
benzerlik, dolayısıyla da onların Türk olduğunu gösterecek
hiçbir bağ yoktur. "
Bu ifadenizle yanilgi içinde oldugunuzu belirtmek isterim. Önce ifadenizdeki
"ÇADIR" kavramini anlayalim. Saniyorum ki ÇADIR sözünden kasdiniz
Türklerin YURT kavrami olsa gerek. Zira yurt ve çadir biri digerinin ayni olan
kavramlardir. ÇADIR daha kolay tasinabilen ve genellikle askeri birliklerce
kullanilan bir konak aracidir. YURT ise genellikle ÇADIR in çok daha büyügü
olup kuruldugu yerde daha uzun süre kalanidir ve halk tarafindan kullanilir.
Böylece, yukaridaki ifadenizde ki ÇADIR sözü ie YURT demek istediginizi algiliyorum.
Bu açiklamadan sonra, yukaridaki ifadenize katilmadigimi bildirmek için biraz
farkli bir yönden Etrüsklerle ilgili bildiklerimden bazilarini sizlerle
paylasmak istiyorum.
Dünyada en ünlü "YURT" biçiminde olan bir yapit Roma sehrinde
"Pagan" tapinagi diye bilinen ve PANTHEON adi ile anilan Etrusk ve
diger yerli Tur/Türk/Oguz halkinin yaptiklari binadir ki bu bina Konyada ki
KARATAY MEDRESESI ile de aynidir, fakat ondan çok daha önce yapilmis bir
binadir. Lütfen bu konuda su yaziyi okumanizi öneririm, http://www.polatkaya.net/pantheon_yurt.htm .
Yazi Ingilizce olarak yazilmistir. Umarim bir sorun olmaz.
Türklerin YURT dedikleri, ÇADIR gibi kurulup sökülebilen tek odali bir damdir. Benim
görüsümde, eski Türk dünyasinda, on bin seneyi askin bir devirde hep gök
tanriya inanmis bir ulus olarak, Türklerin YURT kavrami "Gök
Tanrinin" dami olan "gök damini" örnek alarak yapilmis "bir
göz damdir". Bu damin bir odasi, bir kapisi ve tepesinde de bir
"bacasi" yani "gözü" vardir. Baska bir deyimle bir
"tepe göz" damdir aynen "gök daminda oldugu gibi. Bu baca,
gündüz gök-damini bir bacadan giren isik gibi aydinlatan Günesi temsil ettigi
gibi, geceleyin gök-damini aydinlatan Ay'i da temsil eder. Iki halde de isik
kaynagi günesin kendisidir. Pantheon binasi da aynidir ve Türk dünyasinin Orta
Asyada gelistirilmis yurt kavramindan kaynaklanir. PANTHEON binasi da bir
kapisi ve bir bacasi olan "bir göz damdir". Ilginçtir Pantheon
binasinin 26 ayak çapinda (takriben 8 metre) olan bacasina Latincede
"OCOLUS" ("The Eye") yani "GÖZ" demisler. Baska
bir deyimle, "The Demon's hole" yani "Seytan bacasi"
anlaminda özel bir ad veriliyor. Bu OCOLUS adi ise Türkçenin "ULU
KÖZ" (ULU GÖZ) ifadesinin yeniden yapilandirilarak Romanlandirilmis
halidir. Türkçe "ULU KÖZ" ve de "ULU GÖZ" basta günesi ve
sonrada ayi tanimlar ki bu iki kutsal gök varligi eski zamanda Gök Tanrinin
"gözleri" olarak bilinirdi. Eski Turan dünyasinda GÜNES ve AY Gök-Ata-Tanrinin
KOR ve KÖR gözleri idi.
Denebilir ki Avrupanin pek çok kubbeli binalari, itiraf edilmemesine ragmen,
hep bu temel kavram üzerine yapilmistir ve onlarin çoguna örnek, sözde
"Pagan" olan Etrüsklerin bu binasidir. Yukarida ki yazimda, Pantheon
kapisina yazilan yazinin açiklamasina da lütfen bakiniz. Sifreli yazilmis o
yazida çok ilginç ifadeler göreceksiniz. Bu bilgilerin bilincinde, Etruskler "çadir
gelenegine sahip olmadiklari" seklindeki ifadenizi dayanaksiz
buluyorum. Etrüskler özbe öz Türk idiler. Yakin zamanda yapilan DNA
arastirmalari dahi onlarin DNA izleri ile Türklerin DNA izlerinin birbiri ile
çakistigini göstermistir. Böylece Etrüsklerin Tur/Türk/Oguz olusundan süphe
edilemez. Fakat bunu Avrupalinin agzindan isitmek oldukca zordur.
"Mezar" kültürü konusuna gelince Etrüsklerin muhtesem bir
"mezar" kültürü vardir. Elbetteki yakin zamanin Türk kültüründen
farklidir. Fakat diger taraftan ölülerini kapali odalar içine koymalari
Selçuklularin "kümbetlerinden" daha farkli sayilmaz. Hatta bazi mezar
yapitlarinin dami bile yine kubbe biçiminde olup YURT damini andirir, [bakiniz: http://goeurope.about.com/library/bl_orvieto_4.htm ].
Bu sitedeki Etrusk mezarlarinin damina bakarsaniz onlarin bir nevi Osmanlilarin
Topkapi sarayi damlarinda yapmis olduklari küçük kubbelerden veya cami
sistemlerinde kullandiklari küçük sira kubbelerden farksizdir. Bu benzeyis te
bir kültür ortakligidir. Etrüsklerin onbes binden fazla mezarinin içindeki
hazineler daha 19. asirda Avrupali mezar hirsizlari tarafindan soyulmus ve
müzelere satilarak paraya çevirilmistir. Mezarlara ölülere ait esyalarin
konulmasi çok eski bir Türk töresidir ki bunu Etrüsklerde de buluyoruz. Bu da
Etrüsklerle Türkler arasinda ortak olan ve de inkar edilemez bir kültür
bagidir.
Etrüskler ölülerini hem yakarlardi ve hem de yeralti ve yer üstü odalarda
sandukalara yerlestirirlerdi. Yakilan ölünün külleri tastan ve/veya pisirilmis
kilden yapilmis kutulara (odaciklara) konurdu ki bu kutularin üzerine Etrüsk
dilinde "KEL KUTU" yahut "KEL KUTUȘU" yazilidir. Yani
bizim anlayacagimiz Türkçe dil ile, bu kutulara "KÜL KUTU" veya
"KÜL KUTUSU" deniyordu. Böylece, KÜL ve KUTU sözleri hem Türkçeye ve
hem de Etrüskçeye ortak kelimeler oluyor. Etrüsk mezarliklarinda bulunmus tas
kutular üzerine Etruskçe olarak yazili yazitlardan okudugum bu "KEL
KUTU" ve "KEL KUTUȘU" Etruskçe ve Türkçe sözcüklerini ilk
defa sizlerle bu yazimda paylasiyorum. "KÜL KUTUSU" için Italyanca
"URNA" (URNE) ve Ingilizce "URN" diyorlar. Etrüsk kül
kutulari için mümkünse su kaynak kitaba bakmanizi dilerim.
[Dr. Giuseppe Foscarini, "La Lingua Etruschi ", Universita Degli
Studi di Frenze, 1980, sayfa 282, Sayi 213, Perugia URNA, KUTU; sayfa 283 Sayi
214, Perugia-URNA KUTU; sayfa 382 Sayi 271 (iki kül kutusu resmi)]
Hatta Etruskler ölen kisi için LUP veya LUPU sözcügünü
kullanirlardi ki bu Turkçenin "ÖLÜP" sözünden baska
bir sey degildir. Ilginçtir ki Avrupalilar onlarin dilinde de degisikler
yapmislar ve anlasilmaz hale getirmisler. Bu hali LUPU ile ÖLÜP sözlerini
kiyasladigimizda görüyoruz.
Bu arkeolojik buluntular Etrusklerin Türkçe dilli TUR/TÜRK/OGUZ kavimlerinden
olduklarinin kusku götürmez belgeleridir. Üzerlerine Türkçesi "KÜL
KUTUSU" olabilen ve Etrüsk dilince "KEL
KUTUȘU" olarak yazilan bu arkeolojik buluntular umarim
Etrüsklerin Türklügü hakkindaki süphenizi ve sizin gibi süphesi olanlarin
süphelerini giderecek niteliktedirler.
Bununla beraber, sözde Grek adi "AFRODIT", ki Türkçe AVRAT sözünün
"Helenlestirilmis" seklidir, karsiligi olarak Etrüskçe
"TURAN" sözü kullanirlardi. TURAN çok olasilikla bizim Türkçe
"TUR ANA" yahut "ANATUR" degimi olmalidir. Zira Türkçenin
"AVRAT" sözü hem ANAyi, hem AVRATl ve hem de KADINI tanimlar. Türkçe
BAYAN için Etrüskler PUYA ve büyükbaba için PAPA diyorlarmis. Bunlar
Etrüsklerle Türkler arasindaki dil ortakliginin belgeleridir. Bunlar gibi daha
pek çok bildiklerimiz vardir ki hepsini burada vermem simdilik imkansiz. Umarim
ki bu örnekler Etrüsklerin Türklük kimligine açiklik getirir.
Etrüsklerle Türkler arasinda var olan baska bir kültür bagi olarak sunlarida
söyleyebilirim: Etrüskler de Türkler gibi at, sigir ve koyun sürüleri
beslerlerdi. At üstünde geriye dönüp ok atma onlarin da törelerinden biri idi.
Bu töre heykelciklerle ebedilestirilmistir. Hatta kullandiklari YAY bile
Türklerin kullandigi çifte bükülmüs yay cinsinden idi. Bunun için su kaynaklara
bakilabilir.
1. Michael Grant, "The Etruscans", Charles Scribner'sSons, New York,
1980, resim "Amazon from the rim of a cauldron from Capua", s. xiii.
2. Jacquetta Hawkes, "The Atlas of Early Man", St. Martin's Press,
Inc, New York, 1976, s. 163, Resim: "Horseman with bow, figure from
Etruscan bronze bowl".
3. Werner Keller, "The Etruscans", s. 118.
Bu arada faydali olur diye "mezarlik" anlaminda olan su sözcükleri de
dikkatinize sunmak isterim.
Grekçe NEKROPOLIS veya NEKROPOLEWS (cemetery) yani "mazarlik"
anlaminda veriliyor. NEKROPOLEWS sözcügü harf-be-harf
"NESORLOK-EVU-P" seklinde yeniden dizildiginde, ve W = UU, VV, YY,
UV, UY, VY oldugu bilinciyle, "M" harfinin "N" harfine
kaydirilmasi neticesi olarak, adin aslinin Türkçe "MEZARLUK EVÜ"
oldugu gerçegi ile karsilasiyoruz. Bunun anlami sudur. Bu sözde
"Grekçe" söz aslinda Türkçeden kaçirilmis "MEZARLUK EVÜ"
tanimlamasinin yeniden düzenlenmis ve Helenlestirilmis halidir. Bunun gibi
Ingilizce CEMETERY sözcügü de harf-be-harf "MECERTER-Y" seklinde
dizilip Türkçe olarak bakildiginda, "Z" harfinin" "C"
harfine degistirilmesi ile, adin aslinin "MEZERDIR O" (MEZARDIR O)
tanimlamasi oldugunu buluyoruz. Demek ki bu "Ingilizce" kelimenin
asli da yine Türkçedir. Bu degismelerin anlami "mezar" adinin ve
olasilikla kavraminin eski Tur/Türk/Oguz dünyasindan dünyada pek çok yere
yayildigi gerçegidir.
"Latin" dili, Grek dili ve diger Avrupa dillerinin de oldugu gibi,
Türkçenin sözlerinin degistirilmesinden yapilmis sözcüklerle dolu yapay bir
dildir. Diger bir degimle ana/ata dil olan Türkçeden yapilmis bir dildir.
Latincede Etrüskler için kullanilan ad "ETRUSCUS" (Ingilizce:
"an Etruscan, Etruscans, Etrurians" anlamli) seklinde verilmektedir,
[http://www.tkline.freeserve.co.uk/PropindexDEFGHI.htm].
Bu adin kendisi dahi bize pek çok gizlenmis Türkçe anlamlar aktarmaktadir. Ben
onlardan bir kaçini sizlerle paylasacagim.
1. ETRUSCUS adi harf-be-harf "US-TURCES" seklinde
yeniden düzenlenip Türkçe olarak okundugunda, "C" harfi "K"
sesi oldugu bilinciyle, ortaya çikan sözün "UZ TÜRKÜZ" (ÖZ
TÜRKÜZ, UZ TÜRKÜZ, OGUZ TÜRKÜZ) Türkçe tanimlamasini görüyoruz.
Bu bulus hiç de tesadüflerin neticesi degildir. Aksine, Etrüsklerin Türk
oldukalrinin bir kanitidir. Ya Etrüsklerin kendileri yahut ta Latin dilini
Türkçeden hazirlayanlar bu tanimlamayi bilinçli sekilde adin içinde
gizlemislerdir.
2. ETRUSCUS adi harf-be-harf "SUSE-TURC" seklinde
yeniden düzenlenip Türkçe olarak okundugunda, Türkçe "SÖZÜ
TÜRK" yani "dili Türkçe" olduklarini tanimlayan bir
ifade buluyoruz. Bu bulus ta tesadüflerin eseri degildir.
3. ETRUSCUS adi harf-be-harf "UCUSSETR" seklinde
yeniden düzenlenip Türkçe olarak okundugunda, Türkçe "OKUSCUTUR"
(OGUZCUDUR) degimini buluyoruz ki bu tanimlama ile Etrüsklerin hem
OGUZCU yani "OGUZ" dinine inananlar ve hem de OKUZCU yani sigir
besleyenler oldugu gerçegini buluyoruz.
4. ETRUSCUS adi harf-be-harf "CUSUSETR" seklinde
yeniden düzenlenip Türkçe olarak okundugunda, Türkçe "KUZUCUTUR" (KOYUNCUDUR) seklinde
degimi buluyoruz ki bu da onlarin, tipki diger Türk boylarinda oldugu gibi,
koyun kuzu sürüleri besleyenler oldugu tanimini veriyor.
5. ETRUSCUS adi harf-be-harf "UT- SURCES" seklinde
yeniden düzenlenip Türkçe olarak okundugunda, Türkçe "UT
SÜRÜCISI" (ÖKÜZ, SIGIR SÜRÜCÜSÜ) ve ayni zamanda "AT
SÜRÜCISI" (AT SÜRÜCÜSÜ) olduklarini tanimliyor. Hayvan sürülerine
sahip olanlara Türkçe SÜRÜCÜ denir.
6. ETRUSCUS adi harf-be-harf "S-SUCUTER" seklinde
yeniden düzenlenip Türkçe olarak okundugunda, Türkçe:
a) "aS SAKADIR" (BIR SAKADIR) degimi oluyor ki bu onlarin SAKA yani SAKA
TURKLERI olduklari gerçegini kanitliyor. Sözde "TROY"lular
(ki bu TROY adi da Türkçe "TUR ÖY" (TUR EVI) degiminden yapilmistir)
da Türklerin "SAKA" boyundandi. PELASGIAN adi ile bilinenler de SAKA
idiler ve Etrüsklerle hem dil ve hem de alfabe birligi vardi.
b) "aS SUCUDUR" (BIR/ESSIZ SUCUDUR) degimi oluyor ki bu onlarin
essiz denizci olduklarini tanimliyor. Böylece, denizci ve balikci olan TUR-SAKA
"PELASGIANLAR" gibi, Etrüsklerin de deniz asiri seferler
yapan denizci ve balikci kimseler oldugu tanimini buluyoruz.. "SAKA"
sözü Türkçede "SUCU" (su isi ile ugrasan) demektir. Bu Türkçe sözü de
yine ETRUSCUS sözü içinde buluyoruz. Ta Ingiliz adalarinin en kuzeyinde oturan
ve "SCOT" diye bilen grubun "ISKIT" (SAKA, TUR/TÜRK
SAKALARI) olduklarini da burada listemize katabiliriz. Nitekim "SICILYA"
adasinin adi da "SAKA ILI" seklinde onlarin adini tasir.
Ayrica sözde "TYRRHENIAN SEA" denizi diye bilinen,
aslinda "TURANNI EREN SUYU" (TURANLI ERLER SUYU) Türkçe
sözünden kaynaklanan, Italya yarim adasi ile Korsika, Sardunya ve Sicilya
adalari arasindaki Akdeniz bölgesi de yine Etrüsklerin (Tur-Sakalarin,
Pelasgianlarin) adina verilmis bir deniz adidir. Dikkat edilmelidir ki KORSIKA
adasinin adi da yine "KOR SAKA" (KÖR SAKA, GÖR SAKA) adindan gelir ki
bu da, SICILYA adasi gibi, eski çaglarda SAKA Türklerine ait bir ada oldugunun
isaretidir. SARDUNYA adasinda Orta Asyada bulunan ve Türk dünyasina ait BALBAL
denilen insan bicimli taslarin Sardunya adasinda da bulunusu, bu adanin da eski
çaglarda Türk dünyasina ait oldugunun bir isaretidir.
En son olarak sunu da belirtmekte yarar vardir: "Latin" dilinde,
Ingilizce "GENOCIDE" yani "soykirim"
kavramini tanimliyan kelime gibi, benzer bir kavrami tanimlayan Latince "TYRANNICIDAE"
(TYRANNICIDE) kelimesi vardir. Bu terime, pek inandirici olamayan, "zalim
hükümdari öldürülme" gibi bir anlam verilmektedir. Sanki
"zalim bir hükümdari öldürme" ile "herhangi bir insani
öldürme" birbirinden farkli islemlermis gibi bu kavrama özel bir kelime
üretilmis. Bu tanimlama bence gerçegin ifadesi degildir. Bu tanimlama baska bir
gerçegin üstünü örtmektedir.
Dikkat edilirse, Ingilizce "GENOCIDE" sözü her nekadar Grek GENOS +
CIDE sözlerinden yapilmis bir kelime oldugu iddia edilirse de, gerçekte
Türkçenin "CANA KIYDI" yahut "CANI KIYDI" degiminin
Ingilizcelestirilmis halidir.
Sözde Grekçe GENOS yahut GENOUS (race; family; gender; kind, species) [Divry,
1988, p. 460], yani Türkçe "irk; aile; candir, cins, erkeklik disilik
cinsi" anlamli olarak verilen bir kelimedir ki o da Türkçe
"CAN-O" ve "CINSI" (CINSU, CINS-O) sözlerinden yapilmis bir
sözdür. -CIDE son eki ise, 1. "killer or destroyer of"; 2. Murder or
killing of: [Latince -CIDA (killer) < CAEDERE (to kill), "CIDIUM"
(slaughter) < caedere] seklinde tanimlaniyor, [Encyclopaedia Britannica,
World Language Dictionary, 1963, p. 239]. Bu tanimlama ile, -CIDE eki, 1.
"birisini öldüren"; 2. "birisinin öldürülmesi" anlamli bir
söz oluyor. Ayrica Latince "öldürmek' anlamli "CAEDERE" sözünden
geliyor denilmektedir. Kaynak olarak verilen bu sözcükler sira ile:
Latince "CIDE" Türkçe "KIYDI" sözünden;
Latince "CAEDERE" Türkçe "ERE-KIYDI"
(KIYDI ERE) sözünden;
Latince "CIDIUM" Türkçe "KIYDIM" (dogradim,
ödürdüm anlamli) "kiymak" sözünden yapilmis sözcüklerdir. Bunlara
ilaveten:
Latince "CAEDES" (a cutting down, slaughter; the
persons slain), yani "kesmek, bogazlamak, bogazlanan kimseler"
anlamli sözcüktür ki Türkçe "KESIDI" (BOGAZLAMADI
anlamli) "kesmek" sözünden yapilmistir.
Latince "CAEDO" (to fell, cut down, to kill), yani
"kesmek, öldürmek" anlamli sözcüktür ki Türkçe "KIYIDU"
(KIYIDI, KESIDI anlamli) sözünden yapilmistir.
Latince "CECIDI" (to fell, cut down, to kill) Türkçe "KESIDI" sözünden
yapilmistir.
Latince "CAESUM" (to fell, cut down, to kill) Türkçe "KESEYUM"
(KESEYIM) sözünden yapilmistir.
[Kaynak: Cassel''s Compact Latin Dictionary, 1962, p. 34].
Bilindigi gibi, Türkçede biri bir baskasini öldurdügünde "canina
KIYDI" denilir. Baska bir Türkçe degimle, örnegin, "HARPTE KIYIM KIYIM
KIYILDILAR / DOGRANDILAR / DÖKÜLDÜLER / ÖLDÜRÜLDÜLER" seklinde denir. Yani
bu Türkçe ifade toplu olarak "CANA KIYMA" ve/veya "CANI
KIYMA" kavramini ifade eden bir tanimlamadir. Böylece, yukarida
açikladigim Greek, Latin ve Ingilizce sözcüklerin kaynagi, söylenenlerin
tersine, Türkçedir. Dilciler bu sözcüklerin Türkçeen "anagram" yapma
yollu üretildiklerini dikkatle incelemelidirler.
Bu durum karsisinda, tekrar dönüp Latince "TYRANNICIDAE" sözüne
bakalim. "TYRANNICIDAE" sözü "TYRANNIA-CIDE" seklinde
incelendiginde, onda "TURANNIYA KIYDI" ve/veya "TURANNIYI
KIYDI" Türkçe degimini buluyoruz. Kelimedeki bu anlam "zalim
bir hükümdari öldürülme"kavramindan çok farkli bir kavramdir.
Gerçekte, "GENOCIDE" sözü gibi, Latince "TYRANNICIDAE" sözü
de eski çaglarda gerek Italya ve gerekse Avrupanin diger bölgelerinde yerlesik TURANLILARA tatbik
edilmis bir genel "KIYMA, KIRMA, KATLIAM, SOYKIRIM" olayi için
söylenmis bir söz olmalidir.
Iste gerek Etrüsk Türklerini ve gerekse diger Tur/Türk/Oguz insanini Avrupa
tarihinde bilinen ve yasayan insanlar olarak göremiyorsak bu kendilerine tatbik
edilen "TURANLIYI YOKETME" politikasinin neticesidir. Günümüzde
Etrüskler milli kimligi ve dili bilinmeyen ölü bir millet olarak tanitilir.
Bununla beraber, saniyorum ki gerçek ilimle ugrasan ve gerçegi bilmek isteyen
pek çok Avrupali ilim adami eninde sonunda bu gerçekleri ve onlarin Türklügünü
itiraf etmis olacaklardir.
Gariptir ki Etrüsklerden yagma edilen eserler Avrupa müzelerini doldurur amma
yine de Etrüsklerin gerçek kimligi bilinmez. Yüzlerce sene boyunca, Roma
imparatorlugunun zenginleri çocuklarini Etrüsk okullarinda okutmuslardir. Buna
ragmen yine de Etrüsklerin milli kimliginin kim oldugu bilinmez. ROMA sehrinin
Etrüskler tarafindan yapildigini ve ilk adinin KIZIL ALMA yahut "AL
TANRI" sehri ("The ETERNAL City" ) oldugunu bilirler fakat
Etrüsklerin Tur/Türk/Oguz kimligini bilmezler. Hatta öyleki Roma sehrinin bu
ilk adini kim ki sesli bir sekilde söylerse hemen aninda öldürülürmüs. Belli ki
2500 seneden beri Etrüskler konusunda Avrupanin çok karanlik bir geçmisi vardir
ve onun aydinlatilmasini kilise pek arzu etmemektedir. Gerçekte Avrupa
"medeniyeti" eski Turanlilarin medeniyeti üzerine oturtulmustur ve
hem o medeniyetten bol bol nasibini almistir. Denebilir ki en azindan Avrupada
kilise sisteminin tepesinde olanlar bunu çok iyi bilmektedir. Fakat Avrupada
gizlilik önde gelen bir karanliktir ve o karanlik kapladigi her seyi yutar.
En son olarak su görüsümü de bildirmek isterim: Sayet günümüz Türkiyesi, her alanda
kendi kendine yeter, kendi basina tamamen bagimsiz ve diger Tur/Türk/Oguz
dünyasi ile birlemis BIR BÜTÜN OLMA yerine, Avrupanin dayattigi her sarti kabul
ederek Avrupa Birligine, bir eyalet gibi, girmeyi kabul ederse, AB ülkeleri
Türklere, kendilerine esit olmayan fakat onlara hizmet etme yeteneginde bir
grup olduklari gözü ile bakacaklardir. Bu tarihte de böyle olmustur. Çok eski
devirlerden beri Tur/Türk/Oguz insanini ve medeniyetini çekememis, onlari
tarihten yok etmek için her hileyi yapmis Avrupali dinci-politikaci gezginci
grubun yeniden gelistirdigi bir sistem içinde, Türklerin kendilerine özel
dilinin, dininin ve de milli kimliklerinin zamanla degistirilmesi ve
kendilerinin de sistem içinde eritilmesi olasiligi çok büyüktür. Etrüsklerin ve
eski Turan dünyasinin tarihten silinisi gibi, amansiz bir duruma düsme
olasiligi vardir. Çok sanli bir geçmise sahip ve dünyaya medeniyet vermis olan
Türklük namina, dilerim Tanridan böyle bir durum asla olmasin!
Degerli arkadaslar, umarim bu ileti Etrüsklerin Türklük kimligi konusundaki
tartismaniza aydinlatici nitelikte bir katki olur ve ayrica Avrupa dillerinin
ve de medeniyetinin temelinde eski Turanli Tur/Türk/Oguz insaninin dili, dini
ve medeniyeti oldugu gerçegini görmege yardimci olur.
Selam ve sevgilerle,
Polat Kaya
06 / 09 / 2007
su özdemir wrote:
Sayın
Sancaktar,
Bir ırkın Türk olup olmadığını anlamak için
incelenmesi gereken en önemli kaynak arkeolojik malzemelerdir. Bunun
dışında linguistique çalışmalarının, sosyal
ve kültürel benzerliklerinde ortaya konması iddiayı doğrulamak
açısından son derece önemlidir. Etrüksler yani Tursakaların Türk
olduğunu iddia eden tek kişi Adile Aydadır (İtalya'da
büyükelçilik yapmıştır) ve Tursakalar İtalyanların
ataları olarak kabul ettikleri bir kavimdir. Çadır geleneği ve
mezar inancına sahip olmadıkları gibi Türklerle aralarında
sosyal ve kültürel hiçbir benzerlik, dolayısıyla da onların Türk
olduğunu gösterecek hiçbir bağ yoktur. Aşağıda
göreceğiniz kavimler vb. Türk adını taşıyan Türk
kavimleri sanılmış fakat bunlar faraziyelerden öte
gidememiştir. Son arkeolojik araştırmalar ve kültür tarihi
araştırmaları sonuçlarına da aykırı düşen bu
iddiaların linguistique bakımından da doğruluğu tespit
edilmemiştir. Türk adının M.Ö'ki asırlarda bile bugünkü
telaffuzuna göre yani tek heceli söylenmesi gerekmektedir. Halbuki adın
tek heceli durumuna Gök-Türk zamanında (M.S 6.-8. yy.) geçtiğini
Orhun Abideleri bize kanıtlamaktadır. Son araştırmalarda
Türk kelimesinin 6.-8. yy.'dan önce tek heceli söylendiği, daha eskiden
ise "Törük" şeklinde olabileceği belirtilmiştir.
Adları Türke benzediği iddia edilen bütün topluluklarda ırki,
lisani, ekonomik vb. bağ tespit edilmemiştir.
Bazı rivayetler;
· Heredetos-Targita'lar
· İskit topraklarında oturdukları söylenen Tyrkae
· Tevrat'ta adı geçen Togharma
· Hind kaynaklarındaki Turukha veya Turuşka
· Eski Ön Asya çivi yazılı metinlerde görülen Turukkular
· Çin kaynaklarındaki Tik'ler
· Troia'lılar
İslam kaynaklarına göre iki rivayet vardır;
· Zend-Avesta Rivayeti (İran menşeli) : İran hükümdarı Feridun'un oğlu Türac veya Tür "Türk"adını taşıyan ilk kavim olarak gösterilmek istenmiştir.
· Tevrat Rivayeti (İsrail menşeli): Nuh'un torunu (Yafes'in oğlu) Türk "Türk" adını taşıyan ilk kavim gösterilmek istenmiştir.
Evet, Türkler dünyanın en eski kültür ve medeniyetine sahiptir ve bunun başlangıcına ulaşmak oldukça zordur, fakat Türk tarihini insanlık tarihine kadar indirgemekte biraz abartılıdır. Yapılan arkeolojik ve antropolojik araştırmalar M.Ö 4000 yıllarına kadar dayanmaktadır. Kimmerler ve İskitler yazılı kaynaklardan ve arkeolojik çalışmalardan elde edilen bilgilerle doğrulanmış olan ilk Türk devletleridir. Önemli olan da bu bilgiler ışığında doğruya ulaşmaktır. Atatürk de, bu önemli kaynakların, belgelerin ve vesikaların Türkçe'ye kazandırılması, bugüne kadar Batılılar tarafından yapılan yersiz tanımlamaların (barbar, küfürbaz, cahil, despot, kaba, vicdansız, inançsız, soyu sopu belli olmayan vb.) bertaraf edilmesi ve Türk milletine bir tarih şuuru kazandırmak için 1931'de TTK'yı kurmuştur.
Sinem TÜFEKÇİ
Date:
Sat, 1 Sep 2007 04:38:20 +0300
From: pssngr34@gmail.com
To: alicalikusu@gmail.com; tsrgrup-dagitim@googlegroups.com; turancatli@googlegroups.com; tdtkb@googlegroups.com; hozdincster@gmail.com; oybirligi@googlegroups.com; ozdegul79@gmail.com; kmeditor@gmail.com; kirmizigunluk@googlegroups.com;havaharpokulu@googlegroups.com; gencbeyin@googlegroups.com; DipDalgasi@googlegroups.com; bdogan@hacettepe.edu.tr; anadoluhaber@googlegroups.com; Vatanseverbiz@googlegroups.com; vatanturan@googlegroups.com; milletim@googlegroups.com
Subject: <>[TDTKB]<> TÜRK TARİHİ TEZİ
(İDDİASI)
Türk Tarih Tezi
Türk Tarih Tezi, beyaz ırkın kökeninin Orta Asya olduğu
hipotezinden yola çıkmaktadır. Buna göre çeşitli göç
dalgaları halinde Orta Asya'dan dünyaya yayılan Türkler dünya
medeniyetlerinin önemli bir kısmını kurmuştur.
Türk Tarih Tezi'nin temel kabulleri şu şekilde özetlenebilir:
- Türkler, brakisefal ve beyaz ırktandır. Beyaz ırkın
anayurdu Orta Asya'dır,
- Medeniyetin beşiği Türklerin anayurdu olan Orta Asya'dır,
- Göçler sonucu Türkler birçok yere yayılmış ve
uygarlaşmayı tetiklemiştir,
- Anadolu'nun ilk yerli halkları Türklerdir; Hititler vs. halklar dahil,
- Kürtler dağ Türküdür. Bu yüzden 80 yıl önce Kürtlere dağ Türkü
denilmişti,
- İtalya'da yaşamış Etrüskler Türk'tür,
- Irak'ın güneyindeki Sümer uygarlığını Türkler
kurmuştur,
- Mısır medeniyetinin ilk kurucuları Orta Asyalı brakisefal
Türklerdir,
- Maya, Aztek ve İnka Amerika uygarlıklarını Türkler
kurmuştur,
- 70 bin yıl önce Asya ve Amerika kıtası arasından
batmış Mu kıtasında konuşulmuş olan Mu dili
Türkçedir,
- Peygamber Hz. Nuh Türk'tür.
Görüldüğü gibi, Türk Tarih Tezine göre Irak, Anadolu, Mısır
ve Ege medeniyetlerinin ilk kurucuları Orta Asyalı brakisefal
ırkın temsilcileridir: Hitit, Sümer, Etrüsk, Rum, Yunan, Kürt, Macar
vs. halklar Türk sayılmaktadır. Başka bir deyişle, bu teze
göre Avrupa'dan Çin'e kadar uzanan coğrafyadakilerin çoğu Türk'tür.
Mustafa Kemal Atatürk 1930'lu yıllar boyunca yaptığı
çeşitli konuşmalarda Türk Tarih Tezi'ni bizzat desteklemiştir.
Örneğin "Bu memleket tarihte Türk'tü, o halde Türk'tür ve
ebediyen Türk olarak yaşayacaktır." sözüyle Anadolu'da
eskiden beri yaşamış bütün halkların Türk olduğunu
belirtmektedir.
"Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu,
İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın
evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır." sözleriyle
de Kürtler, Rumlar, Bulgarlar, Makedonlar vs. halkların Türk olduğunu
öne sürmektedir.
"Anadolu 7000 yıllık Türk beşiğidir" sözü
de Anadolu'da Türklerin varlığının Malazgirt
Savaşı'ndan çok öncelere dayandığı anlamını
taşımaktadır; Anadolu'nun en eski halkları Atatürk'e göre
Türk'tür.
Bu gerçekliği Atatürk'ün kendi yazdığı şiirde de
görebiliriz:
"Gafil,
hangi üç asır, hangi on asır
Tuna ezelden Türk diyarıdır.
Bilinen tarihler söylememiş bunu
Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,
Dinleyin sesini doğan tarihin,
Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak
Yalan tarihi gömüp, doğru tarihe gidin.
Asya'nın ortasında Oğuz oğulları,
Avrupa'nın Alpleri'nde Oğuz torunları
Doğudan çıkan biz
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz
Türk sadece bir milletin adı değil,
Türk bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar,
Ey yığın yığın insan gafletleri
Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde,
Hakikat nerede?"
Bu şiirden anlaşıldığı kadarıyla Atatürk'e
göre Alp Dağları'na kadar uzanan yerdekiler Türk'tür. Tuna nehrinin "Ezelden
beri Türk diyarı" olduğunu belirterek de Almanya,
Avusturya, Slovakya, Macaristan, Hırvatistan, Yugoslavya, Bulgaristan,
Romanya, Moldova ve Ukrayna gibi Tuna havzası ülkelerinin üzerinde
yaşamış olan halkların Türk olduğu tezini ortaya
koymaktadır.
Atatürk, Türk Tarih Tezi'nde dile getirilen göç hareketleri ve "Kayıp
Kıta Mu" efsanesi arasında bir bağlantı
kurulabileceğini düşünmüş ve bu konuda araştırma
yapmak için bazı girişimlerde bulunmuştur. Bu efsaneye göre
Pasifik Okyanusu'nda, Asya ve Amerika kıtaları arasında bulunan
ve Avustralya'nın iki katı büyüklüğünde olan Mu Kıtası
70 bin yıl önce batmıştı. Atatürk, Türk Milleti'nin Mu
kıtasından dünyaya yayılmış olabileceğini
düşünerek bir araştırma başlattı; Meksika'ya elçi
olarak atanan Tahsin Mayatepek'i, Türkçe ile Maya dili benzerliğin
araştırılmasıyla görevlendirdi.
--------------------------------------------------------------------------------------------------
TSR Ulusal Dayanışma-Araştırma ve Bilgi Grubu ( TSR GRUP*)
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Türk Dil Tarih Kültür Birliği || http://www.tdtkb.org
Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google
Grupları "Türk Dil Tarih Kültür Birliği" grubu.
Bu gruba posta göndermek için, e-posta atın : tdtkb@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta
gönderin: tdtkb-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com.tr/group/tdtkb?hl=tr adresinde
bu grubu ziyaret edin
Bu grup hakkında ayrıntılı bilgi için, e-posta
atın : tdtkb-owner@googlegroups.com
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---