[Fwd: Re: <>[TDTKB]<> Re: TÜRK TARİHİ TEZİ (İDDİASI)-????]

 

Sayin Murat Bülent Hattatoğlu ve degerli arkadaslar,


Merhaba.  Yanitiniz için tesekkür ederim.  Size yanitima baslamadan önce hem sizin ve hem de TDTKB grubu yöneticisinin dikkatini bir hususa çekmek istiyorum.  TDTKB nin kendilerine gelen yazilari üyelerine dagitim düzenlemesine göre TDTKB kendine gönderilen yazilari yaziyi gönderen kisinin adi ile yapiyor. Bu sebeple, yazilara yanit verip katkida bulunan kisilerin yazilari ise yalnizca ilk yaziyi yazana gidiyor ve gruptaki diger arkadaslara gitmiyor. Bu yanlis bir iletisim tarzi. Böylece sizin TDTKB grubuna gönderdiginizi sandiginiz yaziniz sanki özel bir ileti imis gibi yalniz bana geldi. Saniyorum ki TDTKB grubundaki diger arkadaslar sizin yazinizin kopyasini almadilar ve böylece sizin benim yazima yanit olarak yazdiklarinizi henüz okumus degiller. Umarim ki TDTKB yönetimi yapacagi yeniden düzenleme ile bu yanlisini düzeltir.  TDTKB grubu yönetici ve gelen yazilari dagitici grup olarak, her türlü yazismalar TDTKB e-posta adresine gitmeli ve yalniz onlarin adlari ile dagitilmali. Bu sekilde gruba gelen yazilari bütün okuyucular görmüs olurlar.  Sizin yanitiniz benim bu yazimda saklidir ve arkadaslar hem sizin yazinizi ve hem de benim size olan yanitimi birlikte okumus olacaklar.  Bu hususu belirttikten sonra simdi sizin iletinize döneyim.

Sayin Murat Bülent Hattatoğlu yazimda belirttigim bazi hususlara katilmadiginizi yazmissiniz. Dediklerime katilmamak sizin dogal hakkiniz olmakla beraber, sizin katilmamaniz benim söylediklerimin yanlis oldugu anlamina gelmez. Izninizle ben de sizin yanitinizdaki bazi hususlara katilmadigimi arzedeyim. Konu karisiktir ve çok önemlidir.  Siz sadece yüzeyde gördüklerinizle yetinmissiniz. Derinlere varmamissiniz. Ve bati dillerinde gördüklerinizin "gerçek" olduguna inanmissiniz yahut inandirilmissiniz. Ayrica olasilikla diger yazilarimi da okumamissiniz. Polat Kaya'nin gün isigina çikardigi ve her defasinda üzerinde israrla durdugu gerçek "Hind-Avrupa ve Semitik" dillerin hepsinde kullanilan sayisiz sözcüklerin Türkçe sözlerden yapilmis oldugu ve dolayisiyle Türkçeden yapilmis diller oldugu gerçegidir. Olasilikla siz bu bilgiyi ilk defa duyuyorsunuz. Siz onu bir kenara ittiginizde oynanmis oyunlari görmeniz imkansizlasir ve her "yabanci" kelimeyi Türkçe ile hiç bir iliskisi olmamis, ayri bir dilin içinde gelistirilmis apayri sözcükler olarak görmeye devam edersiniz. Halbu ki ben bambaska bir görüsün dogruluguna inanan birisi olarak ve de görüsümün dogrulugunu kanitlamak için, her firsatta çesitli sözcüklerin açiklamasini yapiyorum. Bu aramizdaki en önemli farkdir.  Bu nedenle gözler önüne binlerce senedenberi bilinçli sekilde örülmüs gizlilik perdesini aralayip arkasinda saklanmis olanlari görebiliyorum.  Olasilikla siz böyle bir perdenin olmadigina inaniyorsunuz veya böyle bir perdenin açilmasini istemiyorsunuz. Dediklerime inanmak veya inanmamak sizin seçeneginiz.  Yalniz sunu da belirtmek isterim ki sayet dediklerimi kulak ardi ederseniz, bu konuda actigim bir pencereden gelen isigi kendinize kapatmis olursunuz.  Bunu da bilmenizi siterim. 

Durumu bu sekilde belirttikten sonra, itirazlariniza olan yanitlarimi asagida kirmizi ile gösterdigim ifadelerinizin altinda bulacaksiniz. Böylece bu bir karsilikli konusma olacaktir. Yanitlarim gerekli oldugu için uzundur.  O sebeple sabirli olmanizi ve konu ile ilgilenen arkadaslarin da yazdiklarimi sabirla okumalarini diliyorum.  Ilgilenmeyen degerli arkadaslar elbetteki iletiyi kutularindan hemen silebilirler. Bu onlarin dogal hakki ve seçenegi. 


1.    Iletinize baslarken dediniz ki:

   Sayın Polat Kaya'nın, kaynakları değerlendirerek ve sayın Kâzım Mirşan tarzında yaptığı çıkarımsamaları okumaktayız. Sayın Kâzım Mirşan'ın da görüşlerine ve okuma tarzına maalesef ancak kısmen katılmak olanağı vardır. Anlatılmak istenen Türk dilinin ve uygarlığının binlerce yıllık tarihi ise, bu esas üzerinde mutabıkız ve zaten tarihsel belgeler de ne kadar gizlendiyse artık parça parça meydana çıkmaya başlamıştır, bu tarihsel gerçektir.

Polat Kaya:  Benim çalismalarimla sayin Kazim Mirsan'in çalismalari birbirine benzemez.  Polat Kaya'nin  çalismalari ne sayin Kazim Mirsanin tarzinda  ve ne de baskalarinin tarzindadir.  Polat Kaya'nin çalismalari kendine mahsus, kendi tarzinda, kendi bulus ve görüsleri içinde yapilan çalismalardir.  Böylece ikisi birbirinden farkli olan ve ayri görüsler içinde yapilan çalismalar olup kisilerin kendine mahsus özellikleridir. Böylece yukaridaki benzetme yollu tanimlamaniz yanlistir! Denebilir ki aramizda ortak olan yanimiz, Türk dilinin ve Türk dünyasinin kökünün çok derinlere gittigini bilmek ve Türk dünyasinin geçmisini iki ayri yoldan incelemek ve gün isigina çikarmak için çalismalar yapmamizdir. Iki ayri çalisma birbirine karistirilmamalidir.  Ayrica bu iki arastiriciya katilmamak onlarin yanlis oldugu anlaminda degildir.  Zor ve yeni bir kavrami kritik etmek onu anlamaktan çok daha kolaydir. 


2.    Iletinizin özüne geçmeden önce, onu kaparken kullandiginiz en son sözünüzü öne almamin önemli oldugunu düsünerek onu buraya aldim. Iletinizde en son söz olarak dediniz ki:

"Ama her yabancı sözcüğe de Türkçe diye kılıf bulma zorlamasına gitmeye gereksinimimiz yoktur."

Polat Kaya:  Bu sizin görüsünüz!  Ifadenizden belli ki söylediklerimi yanlis anlama söyle dursun hiç anlamamissiniz. Yahut "karsit" tezinizi desteklemek için böyle bir yorumlamaya gitmeyi tercih etmissiniz.  Polat Kaya her yabanci sözcüge "Türkçe diye kilif" bulma niyetinde degildir ve çalismalarini o maksatla da yapmaz.  Polat Kaya, kendi ana dili olan Türkçenin baska dillere muhtaç olmayacak kadar zengin bir dil oldugunu bildigi gibi onun kökünün çok derinlere gittigini ve geçmiste pek çok yapma dile kaynak oldugunu bilen birisidir. Fakat bunu Türk milleti bilmemektedir. Polat Kaya sizlere "yabanci" görünen pek çok yabanci sözcügün temelinde Türkçe oldugunu gördügü içindir ki o "yabanci" sözcüklerin açiklanmasini yapiyor ve bilinmeyeni gün isigina çikariyor.  Polat Kaya bu gerçegi gören birisi olarak onu baskalari ve bilhassa ana dili Türkçe olan Türklerle paylasmayi bir görev ve bir hak olarak görüyor. Saniyorum ki buna bir itiraziniz olmamasi gerekir. Gerçegin ortaya çikmasi bakimindan onun yaptigi çok önemlidir.  Polat Kaya binlerce senedenberi Türk dünyasinin dilinin, medeniyetinin, insanlarinin çalindigini, basit bir sözcükleri degistirme teknigi ile Türk dünyasinin tarihten silindigi gerçegini dile getirip her kesle paylasirken, siz ona "Ama her yabanci sözcüge de Türkçe diye kilif bulma zorlamasi"  yaptigi suçlamasi yapmakla, en azindan, konuyu ne kadar yüzeysel okudugunuzu ve söylediklerimin üzerinde hiç düsünmediginizi belirtmis oluyorsunuz.  Belli ki asagidaki karsit yazinizda yer alan bu suçlayici sözünüzle Polat Kaya'yi susturmayi tercih etmissiniz. Imali bir yolla bile olsa, Polat Kaya'ya böyle bir töhmet yollamaniz yersizdir ve temelsizdir. Bunun da bilincinde olmanizi dilerim.  Bu hususu böylece belirrttikten sonra, simdi diger karsit oldugunuz hususlara geçecegim. 


3.  Dediniz ki: 

    "Şu var ki, hiçbir zorlanmaya gerek olmaksızın göz önünde duran ve alehtarlarımız tarafından bile reddedilemeyecek bilimsel kanıtlar varken, yalnızca ve yalnızca "seslerin bugünkü biçimlerinin, tarihselliği - kavram anlamları - tamga değerleri hiç dikkate alınmaksızın ve üstelik sıraları da değiştirilerek okunmasıyla Türkçe sayılmaya çalışılması" yolunun kullanılmasında ısrar edilmesi, yukarıdaki esas dâvamıza yarar değil tam tersine zarar getirmektedir."

Polat Kaya:  Sayin Murat Bey bu konuda yaniliyorsunuz ve bilmediginiz bir konu hakkinda varsayimlarla hüküm veriyorsunuz. Dolayisiyle davranisiniz yanlistir ve adaletsizdir.

1.    Zira bir seyi zorladigim yok. Tersine, Türkçenin sözlerini kaçirip onlari yeni kaliplara sokarak kendilerine sözcük üretenlerin bazi sözcüklerini açarak onlarin Türkçe kaynagini gün isigina çikariyorum.  Bu bilgiyi siz bilmiyorsunuz ve olasilikla ilk defa benden isitiyorsunuz.  Elbette ki bu çok büyük bir iddia.  Akan sularin tersine giden bir görüs bu!  Bu görüs bilinenlerin gerçekligini sorguya çeken, süpheye düsüren, temelini çökerten bir görüstür. Dolayisiyle kabullenmesi de o nisbette zordur. Sizin de ona karsit olmaniz ilk hamlede çok dogaldir. Bununla beraber, yanlis hükümlerinizi de kabullenemem,

Türkçe aslinda tek heceli bir dildir.  Bu dil içinde pek çok tek hecelere önemli tanimlamalar yapilmistir.  Böylece bu tek heceler Türkçe dil yapisinda çesitli ödevler yapan duvar örme taslari gibidirler.  Onlarla Türkçe sözcükler örünürken her birinin ayri ayri konulacak yerleri vardir.  O taslar islenen söz örgüsüne gelisi güzel konulamaz. Onun kurallarina aykiri yapilan düzenlemelerden ortaya çikan sözlcükler kurallara uymayan kirik yapida sözcüklerdir. Türkçe tek hecelerin birbirine eklenmesi ile sözcükler ve süzcüklerin birbirine eklenmesiyle tanimlamalar ve tümlemeler yapan temel ana/ata dildir.  Bu dilin gelismesi, büyük olasilikla, onbinlerce senelere sigmistir. Ve yine büyük olasilikla ta Sümerlerin zamanina kadar dünyada tek dil olarak konusulmiustur.  O zamanin gezginci gruplara ait din adamlari bu ana/ata dilin karistirilmasini önermis ve bunu çok basit bir teknikle, yani Türkçe sözleri kirip yeniden dizme teknigi ile  basarmislardir. Babilonyali gezginci gruplar bu dünya dilinin karistirilmasini önermis ve Türkçenin bir agizi olan Sümerçeden kendilerine Akkadian denen dili üretmislerdir. Türkçe sözlerin karistirilmasi oldukca  basit bir yöntemle basarilmistir.  Sonradan bu dil oyunu Türk dünyasinin oldugu her yerde aralarina sizan gezginci gruplarca daha da gelistirilmis ve neticede Türkçeden kaynaklanan pek çok yepyeni fakat yapay diller türetilmistir.  "Anagram" yapma kavramina lütfen bakiniz.  Bunun bir gerçek oldugunu kanitlamak için Grekçe, Latince, Ingilizce ve diger dillere ait pek çok sözcüklerin anlamlarinin verdigi ip uclari ile onlarin Türkçe kaynaklarini açiklamis durumdayim.  Dikkat buyurmalisiniz ki bu yaptiklarim, sizin yorumladiginiz gibi, "yabanci kelimelere  Türkçe kilif bulma" gayreti degil, bilakis binlerce seneden beri Türk dünyasina karsi kullanilmis bir hileyi ve onun gizlenmis halini gün isigina çikarmadir.  Bunlari gözardi etmeniz büyük hata olur.  Sayet zamaniniz olursa Polat Kaya arsivindeki yazilardan bazilarini okumanizi dilerim.  http://tech.groups.yahoo.com/group/Polat_Kaya/

2.    Baska dillerdeki sözcüklerin nasil yapildigi gerçegini bilmeden, onlarin günümüzdeki görüntülerinin gerçek oldugu varsayimi yanlistir.  Evet o diller konusulan birer dillerdir ve pek çogumuzda o dillerden bazilarini konusur durumdayiz. Fakat ne var ki kimse o dillerdeki sözcüklerin nasil yapildigini sorusturmaz.  Sözlük kitaplarinda verilen bilgilerle yetinirler.  Gerçekte o dillerin sözcüklerinin nasil yapildigi gerçegi açiklanmamistir ve bilinenlerin tersine yalan bilgilerle (disinformation) üstü örtülmustur.  

Ben o gerçegi gören birisi olarak yazilarimda bazi "yabanci" sözcüklerin gerçek yüzünü acikliyorsam, o bir zorlama degil gerçegin gün isigina çikarilip okucuya aktarilmasindan baska bir sey degildir. Siz bunu yadirgiyorsaniz, ki "dogru" diye bildiklerinizin etkisi altinda bu dogaldir, yahut görmek istemiyorsaniz o sizin bileceginiz bir karar.  Fakat gerçegi görmek isteyen sayisiz insanin da oldugunu lütfen unutmayin.  Dil degistirildigi takdirde asil sahibine karsi kullaniabilir çok etken bir harb araci olur.  Birileri sizin dilinizin sözlerini degistirerek yeni kelimeler üretip, sizden olan bir grupa "bunlar sizin dilinizin sözcükleridir" diyerek bir kolunuzu sizden koparip size karsi kullanirsa, bu kolay kolay üstesinden gelinemeyecek bir silahtir. Türkiye bu durumu halen yasar durumdadir. 

3.    Yaptigim analizlerimde kavram anlamlari esas olarak alinmaktadir.  Analizler ses benzerligi üzerine oturtulmaz. Asil önemli ip ucu her hangi bir "yabanci" kelimeye atfedilen kavram anlami ve kelimenin yapisidir. 

4.     Sözleri kirip yeniden dizme, yani batililarin "ANAGRAM" dedikleri bir sifreleme teknigidir ve bu yollu kelime üretilmesinde bu isi yapan dilci kelimenin son seklini tayin etmede serbestir. Gerçekte kaynak olarak aldigi bir Türkçe sözü diledigi sekilde yeniden düzenleyebilir ve kimse de bunun farkinda bile olamaz.  Bu sekilde üretilmis sözcükler benim dilime aittir diye tanitilabilir ve kimse de buna karsi çikmayi aklindan bile geçirmemistir.  Bu seklde üretilmis sözcüklere kullanilmis kaynak metinin ne oldugunu yalniz kirmayi yapan kisi bilirdi ki o da ölüp gittigine göre, sayet bir aciklama birakmadiysa, gercegin ne oldugunu kimse bilmez. 

5.  Benim yaptigim analiz, kimsenin günümüzde "gerçek kimligi gizlenmis" bilgilerin isiginda yaptigi çalismalarini önlemez, tersine diller konusunda yepyeni bir boyut ve anlayis getirir.  Ayrica, kimsenin çalismalarina  yahut davasina, dediginiz gibi, zarar vermez, isini güclestirmez ve de engel olmaz.  


4.    Diyorsunuz ki:

    '1) Avrat sözcüğünün Türkçe'liğinde hemfikiriz, bunda kuşku yoktur. Ama sözcüğün çözümlemesi bu değildir. Avrat, Orta Türkçe'deki "Uragut" sözcüğünden bozmadır."


Polat Katya:
  "AVRAT" sözcügünün "URAGUT" sözcügünden bozma oldugunu kabul ediyorsunuz da "OBIROD" sözünden "bozma" olabilecegini neden kabul edemiyorsunuz?   Üstelik B, P. M, F, V   sesleri kolaylikla birbirine dönüsen seslerdir.  Grek (Greek) yazisinda B yazildigi halde "V" gibi okunur diye tanimliyor. [ Divry, 1988, s. 10].  Böyleçe "OBIROD" sözcügü "AVROD" sekline kolaylikla dönüsebiliyor. Halbuki URAGUT sözünde bu dogal dönüsme imkanini göremiyoruz. Yalniz sunu diyebilirim.  Olasilikla bu sözcük Türkçeye baska bir kaynaktan gekmistir. URAGUT sözcügü harf-be-harf  "GARUTU" seklinde yeniden dizildiginde Türkçe "GARUDU" (GARIDI, KARIDIR, ESTIR) anlamli degimini buluyoruz ki bu da yine "AVRADI" tanimlayan bir Türkçe sözdür.  Bu anlam ve sekil çakismasini nasil izah ediyorsunuz? Benim tecrubemde, bu ancak birilerinin Türkçe "GARUDU" sözünü "UGARUT" sözüne bilinçli olarak degistirmesi ile mümkündür.  UGARUT sözcügü içinde  "GARUTU" (GARUDU) Türkçe sözü sakli oldugu sürece ona "GARI" anlami verilebilir. Bu gizliligi görmek ise çok keskin bir görüs seklidir!

Izninizle, önceki söylediklerime sunlari da eklemek isterim. "AVRAT" sözcügü ayni zaman da Türkçe "EVERDI" (EVLENDIRDI) ve  de "EV-ERDI" sözleri ile de ilgilidir. Birisi oglunu EVERDIGI zaman ona bir "AVRAT" getirir.  Kizini everdigi zaman kiz birisine (bir eve) "AVRAT" olarak gider.  Diger taraftan, kadin "evin eridir".  O geregi icabi ev de, bazan tarlada, harmanda, vs. çalisir ve kendine düsen isleri yapar. Erkek ise disarinin eridir.  Bunlar hep birbirleriyle iliskili kavramlardir.  Sözcükler ise "kavramlara" verilmis adlardir. 
 

5.    Dediniz ki:

"Karı, yaşlı demektir, karı-mak fiilinden gelir. Orta Türkçe'de erkekler için de kullanıldığı kaynaklarda vardır, "karımış adam" gibi. Yaşlanmanın vücudun biyolojik yapısında meydana getirdiği tahribatı-işlevsizliği ve şekilsizliği anlatır. Koca-mak ise, yaşlanmışlığın getirdiği durmuş-oturmuşluğu, deneyimliliği anlatır. Bu nedenledir ki, aslında İskit'lere dek (dâhil) anaerkil olan atalarımız, daha sonra ataerkilliğe evrilince (bu "evrilmek" kavramını anılan değişimi olumlamak anlamında kullanmadığımı özellikle vurgulayayım) kadının yaşlılığına yalnızca şekil ifade eden karım-mak fiilini, erkeğin yaşlılığına ise fikrî ve zihnî değerleri ancak erkeğe yakıştırdığından, koca-mak fiilini kullanır olmuştur."



Polat Kaya:  Peki bu ifadenize ne gerek vardi.  Ben KARI sözünü konusmadim.  AVRAT sözünü konustum.  Siz neden ortaya "KARI" sözünü atiyorsunuz ki?  Bu davranisinizla, konustugum kavrami siz bilinçli olarak degistirdiniz ve ortaya baska bir sözcük attiniz. Böylece, konuyu bambaska bir alana çektiniz. Tartisma konusunda buna "yaniltmaca" denir yani konuyu kendi bildiginiz ve hakkinda konusmak istediginiz bir sahaya çekmek ve asil konusulmasi gereken konuyu gözardi etmek.  Bu davranisinizla da güya "Polat Kaya" nin yanildugini ispat etmege çalisiyorsunuz. Bunda çok yaniliyorsunuz!  Bu kullandiginiz taktik bilhassa tartisma ortamlarinda bazilarinca çok kullanilan bir kurnazlik yöntemi olup dinleyiciyi ve karsi tarafi sasirtmaca oyunundan baska bir sey degildir.  

Evet Türkçe KARI sözcügünün de  AVRAT kavrami için kullanilan baska bir sözcük oldugunu pek ala biliyorum.  Buna ragmen, bu iki sözcügün yapilari bakimindan aralarinda benzerlik yoktur.  Böylece birinin digerinden geldigi söylenemez, fakat birinin digeri yerine kullanilabildigi söyleenebilir. Yalniz ne var ki tartismada elma ile portakali birbirine karistirmayalim lütfen.  

Madem ki GARI (KARI) suzünü ettiniz ve kelimeleri "zorladigim" suçlamasini yaptiniz, size su misali vermeme izin verin.

Grek dilinde "GRAIA" sözcügü "old woman, old" yani "yasli kadin ve yasli" anlamli olarak veriliyor, [Divry, 1988, s. 464]. Simdi ben diyorum ki bu Grek sözcügü Türkçe "GARI" sözcügünden yapilmis bir sözcükdur.  Zira GRAIA sözünü yeniden "GARI-A" seklinde dizdigimiz de karsimiza Türkçenin "GARI O" tanimlamasinin degistirilmis hali çikiyor.  Bu ifade ise Türkçede de yine "yasli bir hanimi" tanimlayan "KARI" (GARI) sözüdür.  Türkçe olan GARI (KARI) sözü, ayni zamanda ve sizin de dediginiz gibi,  "KARIMAK" (yaslanmak) anlamli fiilin köküdur ve "yasli" demektir.  Türkçe GARI (KARI) süzcügü ile Grekçe "GRAIA" sözcügü ayni anlamlari tasiyorlar ve ayni harf seslerinden yapilmislar.  Bu durum karsisinda sormak gerekmez mi neden Grekçede bu Türkçe sözü degismis halde buluyoruz? Bu çakismanin nedenini lütfen izah edermisiniz?  Görüyorsunuz ki bu açiklama ile sözde "Grekçe" sözcügü olan "GRAIA" kelimesine Türkçe "KILIF" bulmaya çalismiyorum. Aksine, kelimede gizlenmis bir gerçegi okuyucu ile paylasiyorum. Bu gerçegi okuyucularin bilmege hakki vardir. Bunu gözardi edemezsiniz!  Göruldügü üzere Türkçe GARI süzcügu kaçirilarak "Grekçeye" aktarilmis, degistirilmis ve gizlenilmistir.  Bir baska örnegini daha vereyim:

Yine ayni kaynakta [Divry, 1988, s. 464], Grekçe "GRAIDION" ("little old woman") seklinde yani "küçük yasli kadin", yani Türkçe "GARI" anlamli olarak veriliyor.  Ilginçtir ki bu Grek kelimesini "GARIDI-O-N" seklinde incelersek,  yine karsimizda "GARIDI O" Türkçe sözünü buluyoruz ki bu hem yasli bir kadini tanimlar ve hem de tesadüflerin neticesi degildir.  Ayrica, Grek "GRAIDION" sözcügünü "IR-GADINO" seklinde yeniden dizdigimizde ve neticeyi Türkçe olarak okudugumuz da  sözcügün aslinin Türkçe "ER AVRADI" anlamli "ER GADINU" oldugunu görüyoruz.  Bu çakismalarin karsisinda, umarim ki siz bu gösterdiklerimi bir "ZORLAMA" veya "TURKÇE KILIF BULMA" diye addetmekde israr etmezsiniz ve üzerinde düsünmeyi denersiniz. Takdir edersiniz ki bunlar bir zorlama neticesi asla degildir.  Bunlar binlerce seneden beri gizlenmis bir durumu görüp gün isigina çikarmak becerisidir.  


6.     Diyorsunuz ki:

" b) Tarihsel gerçekliğimizi kendimiz de doğru araştırıp bilemeyiz, gerçeği bulamayız.

 

    Eski Türk'lerde Tanrı'nın kadın idiği doğrudur. Ancak bunun delili Artemis sözcüğü değildir, Artemis'in Türkçe diye iddia edilmesine gerek de yoktur. Yeri gelmişken, gözönünde durupdurduğu halde kullanılmasından nedense kaçınılmakta olan bir delili de analım :

    Konya-Çumra-Çatalhöyük yerleşimi M.Ö.6500-7000'lerdir. Burada James Mellaart'ın kazılarında bulunan Ana Tanrıça heykelciği, diğer tüm Ana Tanrıça kavramlarının "ana"sıdır. Sümer'lerin İnanna'sı, Sami kavimleri olan Akad'ların-Elam'ların-Asur'ların İştar'ı (İştar-Astarte-Sitâre, bunların hepsi Yıldız demektir Sami dillerinde, Farsça Sami dili değildir ama onda da budur.), Eskil Yunan'ların Artemis'i, Roma'nın Venüs'ü, hep birbirinin devamıdır. Bu işin aslı anaerkil toplumun kadını bereketin ve doğurganlığın simgesi saymasıdır ki, hiçbir biçimde yanlış değildir bu telakki. İnanna'nın, İştar'ın, ilk Artemis'lerin heykellerinde kadının göğsü tamamen göğüs uçlarıyla doludur. Göğüs, sütün geldiği yerdir ve süt de mucizevî (tansuksal) sıvıdır; "Biz insanlar her türlü yiyeceğe ve içeceğe gereksinim duyuyor ve olmayınca ölüyorsak da, bebekler başka hiçbir şey almaksızın sırf bu sütü emerek yaşıyor, besleniyor, hastalıklardan korunuyor. Bu sıvı mucizedir, ilaçtır, bu sıvıyı çıkarabilen yalnızca kadındır ve onun göğüs uçlarıdır, çocuk da zaten yine aynı kadının vajeninden doğmaktadır, o halde kadının vajeni de göğsü de mucizevîdir, tanrısaldır, kadın başlıbaşına yaratan'dır, çünkü varediyor yoktan." İlk insanlar böyle düşünmüştür, maddî gerçeğe dayalı olmadığı da ileri sürülemez. Bu yüzdendir ki işte, vajeni simgeleyen üçgen şekli (ki Yunan alfabesinde D harfi=Delta harfi bu şekilde olduğundan bu şekle de delta adı verilmiştir, "Venüs deltası" kavramını hatırlayınız) ile göğüs uçları, kadınsallığı-doğurganlığı-bereketi-üretimi-bu nedenler de tanrısallığı simgelemiştir. Kadın kavramının Sami dilindeki karşılığı Zühre'dir. Venüs gezegenine Zühre adı verilmiş bulunduğunu herkes bilir, bizde de kullanılmaktaydı. Kadının doğrudan doğruya cinselliğiyle ilgili hastalıklara Zührevî hastalıklar denmesinin nedeni de budur, dikkat buyurunuz.

    Gelelim sadede : Bu Çatalhöyük Ana Tanrıçası, başı olduğu halde yüzü betimlenmemiş, doğurma arifesinde şiş karınlı ve şiş kalçalı-şiş göğüslü, ayakları altında olduğu halde oturur durumda bir kadın heykeciğidir. Bu heykelciğin sağ omzundan sol kalçasına-sol omzundan sağ kalçasına giden bugünkü X işareti gibi bir işaret vardır. James Mellaart'ın kendi kitabındaki gerek fotoğraflarda gerekse çizimlerde açıkça bellidir. Daha sonraki bazı kaynaklarda, örneğin İletişim Yayınları'nın Uygarlıklar Ansiklopedisi'nde, her nedense (!!) bu konuya hiç değinilmediği gibi bu işaretin bulşunduğu heykelciklerin fotoğrafı veya çizimi de yoktur! 1965'in özgün kitabından lütfen bu fotoğrafları ve çizimleri görünüz.

    Bu X işareti ne ifade eder? Konumuzla ilgisi nedir?

 

    Orhun yazısı diye bildiğimiz, aslında binlerce yıllık Eskil Türk Yazısı olan oyma yazıda harf değeri olarak "ince d" harfi, işte bu X işaretidir. Bunun tamga değeri Ed'dir. Bu işaret Ed tamgasıdır. Ed, hem bugünkü "et-mek" fiilinin eski halidir, aynı anlama gelir, hem de "Büyük kızkardeş, abla" demektir. Bugün Anadolu Türkçesi'nde dahî yaşamakta bulunan Ede sözcüğü de abla demektir, Bulgaristan Türkleri buna Ade derler. Kastamonu çevresi aynen Ede demektedir.

    Şimdi lütfen, "Abla" kavramıyla "Ana Tanrıça" kavramının niçin ve nasıl olup da aynı işaretle gösterilebildiğini düşününüz. Biliyoruz ve mantıklıdır ki, eğer bir sözcük iki farklı kavramı ifade ediyorsa, bu sözcük o dilin kendi öz sözvarlığına dâhil ise, o farklı iki kavram eskiden aynı şeyi ifade ediyormuş demektir. Bakır sözcüğü hem madenin adı, hem de kap-kacak adı idi çocukluğumuzda değil mi? "Bakırları yıka" gibi. Neden? Çünkü kap kacaklarımız hep bakırdandı, bu farklı iki kavram o zamanlar aynı şey idi.

 

    Eskil Türk toplumunda ve devletinde kadın "efendi" idi, "malın-mülkün sahibi/mâliki" idi, devletin egemeni idi, yaratan/vareden/Ana Tanrıça idi, hükümdar idi. 1'den fazla kızkardeş varsa bunlardan hangisinin tahta geçeceğini bildiren veraset yasasına göre de, hükümdarlık hakkı kızkardeşlerin en büyüğüne aitti, yani En Büyük Abla'ya, yani Ede'ye.

 

    Bakınız bu sözcüğün sonra aldığı biçimlere ve bunların kavram anlamlarına :

    Ege (egemen'in kökü), ece (hükümdar kadın, ataerkil dönemde kraliçe anlamına getirilmiştir), iye (sahip/mâlik; nitekim bir menkul malın yahut taşınmazın özellikle de bir arazi parçasının mâliki olarak bugün de kullanılır, dilbilgisindeki iyelik zamiri deyimini de hatırlayınız; İye ile Is başkadır, bir yeri İye'si yani Mâlik'i orada oturmuyor olabilir, bu onun mülkiyetine halel getirmez, orayı bir sebeple fiilen elinde bulunduran, orada oturan-yaşayan kişiye Is denir, bu yüzdendir ki, kimsenin oturmadığı boş bir araziye/bölgeye vs. İyesiz denmez, belki iyesi vardır, ama Issız denir, Is'sı olmadığı görülmektedir çünkü.)

 

    Sayın arkadaşlar, bu Çatalhöyük Ana Tanrıçası üzerindeki bu Ed tamgası, Eskil Türk yazısının, a) M.Ö.6500'lerde varolduğunun, b) (Binlerce yıl sonrası tamga değerleriyle okunduğunda çıkan anlamın hem Çatalhöyük yerleşimi döneminin hem de binlerce yıl sonraki ve Türk'lüğü tartışılmayan dönemlerin tarihselliğine tam uyum göstermekte bulunuşuna dayanılarak) Bu yazının kayda geçirdiği dilin Türk dili idiğinin, c) Bu yazının tamga değerlerinin binlerce yıl aynı anlamda sürebilmişliğinin, ç) Bu süreğenliğin ancak ve ancak siyasal bütünlük ve sürekkilik ile olanaklı olabileceği düşünüldüğünde de, Türk Devleti'nin,

    Apaçık bilimsel delilidir. Lütfen inceleyelim ve başkalarına da bıkmadan anlatalım."

 


Polat Kaya:  Sayin Hattatoglu,  bu yazdiklariniz, baska bir tartismada kullanabileceginiz önemli bilgiler olabilir, fakat ne var ki simdiki konumuza hiç bir katkisi olmayan bilgilerdir.  Yukarida da arzettigim sekilde, tartisilan konuyu baska yöne aktaran gereksiz fazlaliklardir. Bu dediklerinizin AVRAT sözünün açiklanmasi ile hiç bir ilgisi yoktur.  Bu fazla sözlerle, olasilikla bana karsit olan görüsünüzün dogrulugunu ispatlamak için, hem okuyucuyu yaniltmaya ugrasiyorsunuz ve de bilginçlik tasliyorsunuz. Lütfen yanlis anlamayin, bu sözümle bu konulari bilmediginizi demek istemiyorum, yalniz bu söylediklerinizle AVRAT adinin kaynagi arasinda ilgi yoktur.  Onun için de konuyu bilerek dagittiginizi söylemek istiyorum.  Bunu bu sekilde belirttikten sonra, kendiniz söylediginiz için, yazdiklarinizin bazilarina dokunmak isterim.  


7.     diyorsunuz ki;

    "b) Tarihsel gerçekliğimizi kendimiz de doğru araştırıp bilemeyiz, gerçeği bulamayız.

 

    Eski Türk'lerde Tanrı'nın kadın idiği doğrudur. Ancak bunun delili Artemis sözcüğü değildir, Artemis'in Türkçe diye iddia edilmesine gerek de yoktur." 


Polat Kaya:  Ilk cümlenize katiliyorum. Elbetteki arastirmalarimiz gerçeklere dayanmalidir.  Fakat ikinci çümlenizde yanlissiniz. Ya yazdiklarimi dikkatle okuyup iyi anlamamissiniz yahut bilinçli olarak saptiriyorsunuz.  Sayet bilinçli olarak saptiriyorsaniz lütfen bu gibi yanlis yorumlamalardan vazgecin. Ben ARTEMIZ tanrinin adidir demedim. ARTEMIZ adinin kadinin "erdemligini" temsil eden, kisisellestirilmis "arli ve temiz olmaya" verilmis bir efsanevi ad oldugunu yazdim. Dikkat buyurun ki ARTEMIZ adi içinde Türkçenin AR ve TEMIZ sözleri oldugu gibi yine Türkçe "ERDEM" sözü de vardir. Ayrica, sunu da tekrar belirteyim ki ARTEMIZ sözü Grekçeye ve dolayisiyle Greklere ait bir söz degildir.  Aksine  Anadoluda binlerce yil evvelinden yasayan ve de Türkçe dil konusan eski Türk dünyasindan hirsizlanmis bir Türkçe sözdür.  ARTEMIZ adi o Türkçe dilin 4000 sene evvelinden günümüze kadar gelen bir temsilcisidir. Bu adin Türkçe oldugunu iddia etmege gerek vardir ve olmalidir da.  Elin oglu yalan dolanla hem dilimizi hem kültürümüzü çalmis ve simdiye kadar bizim hiç sesimiz çikmamis ve siz bu sessizligin öylece devam etmesini bize ön görüyorsunuz.  Kusura bakmayin, ben bu görüsünüze karsi oldugum gibi tekrar ediyorum ARTEMIZ en az M. Ö. 2000 yillarindan beri, yani en az 4000 sene evvelinden beri Türkçe olan bir sözdür ve de Anadoludaki Türkçe dil konusan Lidyalilar, Phygyalilara, Tur öylülere, Pelasgianlara (SAKAlar) ve Etrüsklere ait bir sözdür.  Kimse kimseyi kandirmaya çalismasin.  ARTEMIZ adinin Grekçe olmadigini her Türkün ve de Grek'in bilmesi  gerekir!  Ancak bu sekilde tarihte yapilan yalanlar düzeltilebilinir.  Izninizle bunun neden bu kadar önemli oldugunu anlatayim.  Sayet ARTEMIZ Türkçe ise, bunun anlami Türkün Türkçe konusan atalarinin 4000 sene evvelinden Anadolunun yerli insanlari oldugunun kanitidr.  Sayet Türkçe degilse, o zaman sizi Türk olarak Anadoluya M. S. 1071 de geldiginiz yalanini söylerler ve çogumuz da bu yalana kanariz!. Arada ki fark budur.  Olasilikla bu dedigimi siz düsünmediniz onun içindir ki bilmiyorsunuz.  Bilmediginiz konuda da lütfen hüküm yürütmeyin.   

ARTEMIZ adi kadinin "arli, edepli ve ahlaken temiz olusunu" temsil eden efsanevi bir addir ve öz be öz Türkçedir.  4000 sene evvelinden Türkçe olan bir adin Türkçe oldugunu söylemek te her halde kusur olmasa gerek.  Artemizin Türkçe oldugunu iddia etmek bir zorlama olmadigi gibi kendi dilimden olan eski bir adi tanimaktir ve her yabanci söze Türkçe kilif bulma hevesi de degildir.  Türkçenin sözlerini kirip, yeniden düzenleyip, bambaska kaliba sokarak Helenlestiren ve kendilerine dil yapan eski çag Greklerinin Tur/Türk/Oguz törelerini de kendi adlarina efsanelestirip gizlemesi de olasi bir beklentidir. Daha nice eski sözde "Greek" adlari vardir ki onlar da eski Tur/Türk/Oguz dünyasindan kaçirilarak "Grek efsanesi" adi altinda Greklere mal edilmis adlardir. Çünkü Tur/Türk/Oguz dünyasina ait her seyi degistirmek eski Greklerin ve onlar gibi baska gezgincilerin bir adeti idi.  


8.    Dediniz ki:

"Yeri gelmişken, gözönünde durupdurduğu halde kullanılmasından nedense kaçınılmakta olan bir delili de analım :
Konya-Çumra-Çatalhöyük yerleşimi M.Ö.6500-7000'lerdir. Burada James Mellaart'ın kazılarında bulunan Ana Tanrıça heykelciği, diğer tüm Ana Tanrıça kavramlarının "ana"sıdır. "

Polat Kaya:  Bu dediginiz gerek James Mellaart yönünden ve gerekse sizin yönünüzden tamamen bir yorumlama ve bir varsayimdir. Bulunan eserin üzerine "ANA TANRIÇE" mi yazilmis ki siz bu kesin yorumda bulunuyorsunuz ve bizi görmeyen kendinizi de gören kisi olarak gösteriyorsunuz.  Bu eser hakkinda kesinlikle diyebilecegimiz onun " tahtta oturan bir kadini" temsil eden bir yapit oldugudur. Elbetteki bu haliyle o bir "anayi" temsil edebiliyor.  Fakat bundan ötesi, yani sizin yorumladiginiz gibi, "Ana Tanriça kavramlarinin "ana"sidir" deyimi yalnizca bir yorumlamadir. Mümkündür ki bu dediginiz dogru da olabilir.  Heykelin üstünde bu yazilmamissa ondan sizin dediginiz kesin neticeyi çikaramayiz.  

Olabilir ki bu eser sadece bir "büyükana" kadinin heykelidir.  Kadin bir anadir.  Bunu çocuklar bildigi gibi eski eserleri inceleyenler de bilir.  Bu yorumlamada harikulede olan bir yön yoktur. ANA dogum yapan ve yaratan bir varliktir ki o her zaman var olmustur ve o bir tanriçedir! O bir EÇE dir. Bunun gibi, sözde eski "Greek" efsanelerine ait olan ve Grek adi olarak bilinen  "ANDORA" da bir tanriçedir. Zira o da kadinlarin ilk örnegi olarak bilinir. Ve izninizle sunu da söyleyeyim ki bu ad, "P-ANADOR" seklinde yeniden dizildiginde  Türkçe "aPa-ANADUR" sözünden yapilmis bir ad oldugu gün gibi görülür. Türkçe  "APA ANA" (BABA ANA, ATA ANA) ve de "ANA ANA" hep analari ve de analarin anasini temsil eder.  Zira, ANAlarin da milyonlarca sene evvel yasamis ANALARI vardi ve onlar da bir ANA idi.  


Üstelik, ben Çatalhöyükte bulunan bu heykelcigi yazimda söylememissem, "o gözümüzün önünde durupduruken" onu görmemezlikten geldigim anlamina gelmez.  Böylece, sert "imalariniz" yersiz, temelsiz ve adaletten uzaktir! Yazimin geregi bu dediginizi ve daha bunun gibi nice baska kavramlari yazimda kullanmamisimdir. Söylemediklerim için beni "görmemezlikten gelen birisi olarak", dolayli sekilde ve kurnazca, itham etmeniz, avukat olan birisi için, hakka riayet etmemis oldugunuzu gösteriyor. Bence, tartismayi hakkaniyetle yapmaniz gerekirdi ki onu yapmamissiniz!


9.     Diyorsunuz ki:. 
  
"Sümer'lerin İnanna'sı, Sami kavimleri olan Akad'ların-Elam'ların-Asur'ların İştar'ı (İştar-Astarte-Sitâre, bunların hepsi Yıldız demektir Sami dillerinde, Farsça Sami dili değildir ama onda da budur.), "



Polat Kaya:  Sayin Bülent Bey, bu dediklerinizin hepsi "AVRAT" rolünde olan efsanevi kisilerdir. Evet bir anlaminda bu ad "yildiz' diye tanitlir ise de bu ad ayni zamanda "AVRAT" durumunda olan bir kadini tanimlamistir. Yazim da isaretledigim gibi bu sözde Samice ISTAR sözünün de asli yine Türkçedir. Ayrica, Sümerlerin INANNA'si da yine Türkçe "HAN ANNA" (HAN ANNE) sözünün bir seklidir ki bu da Sümercenin Türkçenin bir agzi (lehcesi) oldugu gerçegini isaretler. Baska bir degimle Sümerler de Türkçe dil konusan Tur/Türk/Oguz dünyasinin insalari idiler. 

IȘTAR sözünü bir önceki yazimda açiklamistim.  Türkçe iki sözcügü, birbirine benzediklerinden, birlestirerek yapilmis bir addir. "IȘTAR" bir anlaminda Türkçe "EȘTIR" sözüdür ki erkege nazaran "AVRADI" temsil eder.  Ikinci olarak ta "IȘIDIR" ve "ISIDIR" sözleridir ki bu da onun bir ates oldugunun tanimlamasidir.  Türkçe "IȘI" ve "ISI" ise Günesin en basta gelen iki özelligidir.  Günes bir YILDIZDIR. Yildizin yildiz oldugunu belirten de ondan gelen "IȘI" dir.  

Üstelik baskalarinin avradi "YILDIZ" diye tanimlanir da Türkün avradi "YILDIZ" diye tanimlanamaz diye bir kural da yoktur. Eski Türk kültüründe "günes" "KIZ" olarak bilinirdi. Zaten benim verdigim "OBIROD" ( O BIR OD) tanimlamasi AVRAD'in bir ATES bir Günes oldugunu söylüyor.  Bunlari ben dile getiriyorsam acaba bir zorlama mi yapiyorum saniyorsunuz? Bu kadar çakismalari nasil izah ediyorsunuz Bülent Bey?

Evet günümüz dillerinde bu dediginiz sözcükler "yildiz" anlamindadir.  Bu hususta sizinle ayni fikirde olmama ragmen, izninizle "yildiz" anlaminda olan ȘITARE ve STAR sözcüklerinin aslina gelelim.  Bu sözde bati dillerine ait "yildiz" anlamli sözcükler, asli Türkçe bir tanimlamadan yapilmis ASTROLOGIA  (astrology, astronomy) sözcügününün kirilmis ön kismidir.  Gerek "ASTROLOGY" ve gerekse ASTRONOMY yildizlara bakan, yildizlari gören ve inceleyen bir arastirma dalina verilmis ad olarak tanimlanirlar.  

ASTROLOGIA  sözcügü harf-be-harf  "ILTOS-GORA-A" seklinde yeniden düzenlenip Türkçe olarak okundugunda, Türkçe "YILDUZ GÖRÜ O" ("YILDIZ GÖRÜR, YILDIZA BAKAR O" anlamli) degimi ile karsilasiyoruz.  Sizce bu garip bir çakisma degilmi?  Bunu nasil izah edersiniz?  Benim yönümden, bu ne benim zorlamamin ve ne de teasdüflerin neticesidir.  Bu düpedüz eski Türk dünyasinin Türkçesinden kaçirilmis bir tanimlama sözünün kirilip, yeniden düzenlenmesi ve de Türkçe oldugunun gizlenmis olmasi neticesidir.  Iste hepimizin yabanci diye bildigi ASTROLOGIA sözcügünün asli da, görüldügü üzere, Türkçe bir tanimlama sözüdür. Bu açiklamaya da lütfen dikkat buyurunuz!  


10.    Diyorsunuz ki:. 

Eskil Yunan'ların Artemis'i, Roma'nın Venüs'ü, hep birbirinin devamıdır. 

Polat Kaya:  Ne demek bunlar birbirinin devamidir?  Çok yayvan tanimlanmis ve hiç bir ise yarayan bir tanimlama!  ARTEMIZ sözcügü ile VENUS arasinda hiç bir dil baglantisi yoktur. Üstelik kavram bakimindan da ayri ayri kavramlardir. Yukaridaki ifadenizden ARTEMIZ le VENUS adinin ayni kavrama ad olduklarini diyorsaniz. çok  yaniliyorsunuz.  Zira ARTEMIZ'in karsiligi Latincede DIANA olarak ve VENUS ün karsili ise APHRODITE olarak verilir. Ikisi ayri ayri kavramlari temsil eden efsanevi kisiliklerdir.  Sönuncular kadinin "cinsel bakimdan sevicilik" yönünü temsil eder.  DIANA ise kadinin kendine yabanci eli degdirmegen faziletini, erdemligini ve bakireligini temsil eder.  DIANA sözü dahi "ANADI" seklinde dizildiginde Türkçe "ANADI" sözüdür.  ANA ise her türlü süphenin üstünde bilinen bir tanriçedir.  Zaten Türkçe "AR TEMIZ" (ERGENLIK ve ERDEMLIK) de ayni kavrami anlatir. 


 11.    Diyorsunuz ki:.

Bu işin aslı anaerkil toplumun kadını bereketin ve doğurganlığın simgesi saymasıdır ki, hiçbir biçimde yanlış değildir bu telakki. İnanna'nın, İştar'ın, ilk Artemis'lerin heykellerinde kadının göğsü tamamen göğüs uçlarıyla doludur. Göğüs, sütün geldiği yerdir ve süt de mucizevî (tansuksal) sıvıdır; "Biz insanlar her türlü yiyeceğe ve içeceğe gereksinim duyuyor ve olmayınca ölüyorsak da, bebekler başka hiçbir şey almaksızın sırf bu sütü emerek yaşıyor, besleniyor, hastalıklardan korunuyor. Bu sıvı mucizedir, ilaçtır, bu sıvıyı çıkarabilen yalnızca kadındır ve onun göğüs uçlarıdır, çocuk da zaten yine aynı kadının vajeninden doğmaktadır, o halde kadının vajeni de göğsü de mucizevîdir, tanrısaldır, kadın başlıbaşına yaratan'dır, çünkü varediyor yoktan." İlk insanlar böyle düşünmüştür, maddî gerçeğe dayalı olmadığı da ileri sürülemez. 


Polat Kaya:  Yukarida ANA için dediklerinize katiliyorum. Yalniz, bu dediklerinizin "AVRAT" sözcügü ile ilgisi yok.  Ayrica ARTEMIZ BEREKET tanriçesi de degildir. Sayet Efesteki ARTEMIZ heykelinin kollarindaki cizimleri dikkatle incelerseniz, onlar "it eniklerini" gösterir.  Yani insan yavrusundan çok "it" in yavrusunu tanimlar. Kadin da yalniz iki meme vardir.  Buna ragmen disi köpegin ise ikiden fazla memesi vardir. Böylece kavramlar baska baskadir. Aslinda o heykel, benim anlayisimda, BEREKETLI kadini temsil etme yerine kadini küçümseyen Grek düsünüsün ürünüdur ve kadini karalayan M. S. yapilmis bir Grek heykelidir. Halbuki Tanriçe ARTEMIZ adina yapilmis daha erken resimler çok daha farklidir.  ARTEMIS aslinda "bakire" bir tanricadir  ve "ergen kizligin" bir temsilidir. Anadoluda Tur/Türk/Oguz insani Libyalialara, Phrygyalilara ve Turöylülere ait bir kavramdir ve en basta kadinin "faziletini" tanimlar. Bunlara dikkatinizi çekmek isterim.  

ARTEMIZ adi Anadoluda Grek olmayan, sözde "CAPPADOCIAN" tanriçesi "PERASIA" adli Tanriçe ile de eslestiriliyor.  [http://www.theoi.com/Summary/Artemis.html  e bakiniz].  "PERASIA" sözü Türkçe "BIR ASYA" (BIR ASIYA) adidir ki "ASYA" yahut  "ASIYA" adi eski ve çagdas Türk kadininin yaygin bir sekilde kullandigi adlarindan biridir.  Bu adin önündeki "PER" sözü ise Türkçe "BIR" sözü olup onun tanriceligini, yani tekligini, birligini, essizligini isaretler. Ayrica "CAPPADOCIA" adi da uyduruk bir addir yerli bir Türkçe adin degistirilmis halidir.  Bu adla yerli Tur/Türk/Oguz insaninin Anadoludaki varligi yok sayilmis ve Türlere ait Anadolu medeniyeti tarihten silinmistir!!! Bu konuda lütfen su yazimi görmenizi öneririm. http://www.polatkaya.net/cappadocia.htm  

Ayrica, yukarida Artemiz ile ilgili ayni kaynakta, bu tanriçe  "TAURIAN GODDESS" olarak yani TURLARIN, TURANLILARIN  Tanriçesi olarak "TAURIA" adi ile eslestiriliyor. TAURIA adi ise hem "TUR ÖYÜ" (TUR ÜLKESI) anlamindadir ve hem de TURIYA seklinde, ASIYA (ASYA) adi gibi, eski Tur/Türk/Oguz kadininin adlarindan biridir.  Etrusk kaynaklarinda TURAN diye geçer.  Ayrica eski çaglar da simdilerde KIRIM diye bildigimiz yere de TAURIA denirdi ki orasi Saka Türkleri ile yerlesik bir ulke idi. Lütfen bunlari da dikkate aliniz!

Diger taraftan asil "BEREKET tanriçesi "DEMETER" dir.  DEMETER adi bir kaç kavrami Türkçe olarak tanimlar: 

1) DEMETER tarlada "EKINI" temsil eder ve tarlada kesilmis "ARPA" ve/veya "BUGDAY" saplarindan yapilmis "DEMETLERI",  "ARPA" ve/veya "BUGDAY" basaklarini ve onlari "DEMET" yapan Tur/Türk/Oguz kadinini temsil eder.  O ARPAYI etegine doldurup sürülmek üzere olan tarlaya SERPEN kadindir. Bu haliyle ARPA, BUGDAY ve diger harman ürünlerinin tanriçesidir.  Onun eski Grek resimlerindeki tanitimi elinde demet ve elbiseleri sürülmüs tarlalari temsil eden ve kara veya gri renkli elbise ile giydirilmis bir tanriçe olarak tanitilir.  ARPA ve BUGDAYin ve diger harman ürünlerinin bol olusu onun bereketine atfedilirdi.  Onun kizi rolunde olan PERSEPHONE ise hem topraga ekilmis "ARPA" danelerini ve hem de harman edilip ambara konulmus arpa daneleini temsil eder. O sebepledir ki PERSEPHONE dört ay yerin altinda ve geri kalan zamanini da yerin üstünde "anasinin yaninda", yani AVRATin yaninda  geçirir.  Ayni zamanda PERSEPHONE yine Türkçe olarak "SAF ARPA UNU" kavramini da temsil eder.  

2)    DEMETER sözcügü "DEMERTE" seklinde yeniden dizildiginde onda Türkçe "DEMIRDI" sözünü buluyoruz ki bu da tohumlar tarlaya ekilirken Türk çiftçisinin tarlayi sürerken kullandigi sapanin tarlada çizgiler halinde yeri esen "demir" inin adidir. Sapanin topragi çizip esen ucuna Türk köylüsü "DEMIR" der.  

3)    DEMETERin baska bir anlami Türkçe "DEMETIR" yani "DEMEDIR" (SÖZDÜR).  DEME ise "konusmadir, dildir".  Türkçe DE (Söz) bir yaratandir ve de tanridir.  ZEUS un adi en basta Türkçe SÖZ degimidir. 
http://tech.groups.yahoo.com/group/Polat_Kaya/message/266 ].  

Bu dediklerimi baska yerlerde bulamazsiniz ancak Polat Kaya'nin bu yazilarinda ve diger yazilarinda bulabilirsiniz. 


12)    Diyorsunuz ki:.

"Bu yüzdendir ki işte, vajeni simgeleyen üçgen şekli (ki Yunan alfabesinde D harfi=Delta harfi bu şekilde olduğundan bu şekle de delta adı verilmiştir, "Venüs deltası" kavramını hatırlayınız) ile göğüs uçları, kadınsallığı-doğurganlığı-bereketi-üretimi-bu nedenler de tanrısallığı simgelemiştir. 

Polat Kaya:  Hayir bu görüsünüz de tamamen yanlistir.  Dediginiz DELTA sözü kadinin cinsel yaratilicilik organi degildir.  Aksine, DELTA yine Türkçe "DILTI" sözünün degistirilmis halidir. Yani agizda konusmayi üreten DIL sözünü temsil eder.  Görüyorsunuz ki bu kavramda da sizden ayriyim.  Bir nehirin denize dökülen yerde yaptigi ve "delta" diye adlandirilan toprak parçasi da yine Türkçe "DILTI" sözünden gelir. Nehirin denize döküldügü yere "nehirin agzi" denir.  DELTA ise o agizdaki üçgen seklindeki "DIL" dir. Bunlari ben de yazmak zorunda kaldim zira konuyu siz actiniz.  


13)    Diyorsunuz ki:

    "Şimdi, bu tarihselliği bilmez yahut gözardı edersek, ne olur?

    a) Dil ve sözcükler tarihin şifreleridir, anahtarlarıdır, toplumbilimsel DNA'lardır. Sözcükleri tarihselliğinden soyutlukla ele alırsak ve sözcüklerin tarihsel anlamları-kavramları-kurumları-ilişki biçimlerini-toplumsal örgütlenmeyi vs. kaydetmiş olan ortamlar idiğini bilip bu durumu "dilimizden devinerek tarihimizi bulma ve tarihsel olgularımıza delil keşfetme" faaliyetinde kullanmazsak, mirasçısı bulunduğumuz ve fakat lâyığı olamadığımız büyük Türk Uygarlığı'nı kanıtlamakta daha çoooook zahmet çekeriz."



Polat Kaya:  1.    Bu vardiginiz netice, iyi niyetli bile olsa, uslu degildir. "Tarihsellik gözardi eldilmistir" demeniz  temelsiz bir ön yargi ve varsayimdir. Yukaridan beri söylediklerinizin de ne kadar yanlis ve yaniltici oldugunu yazdim ve sizinle paylastim.  Yanlis bilgiler üzerine yapilan degerlendirmeler ve ahkamlar da degersizdir. Ve de söylediklerinizin benim yaptigim çalismalarin özü ve gerçegi ile uzaktan yakindan ilgisi yoktur. Tersine kaynaklar vererek bilinenleri de zikretmekten çekinmedigime göre böyle bir yargiya varmaniz dayaniksizdir. Böyle yargilarla karsima çikmanizi, tartismalarinizda "karalamayi" öne çikaran ve ancak bu sekilde sizinle tarisani alt etmeyi planli bir sekilde yürüten birisi olarak görmemi neticelendiriyor.  

Sayin Murat  Bülent Hattatoglu,  dikkat buyurunuz ki benim yaptigim "tarihsel olani" inkar etmek degil bilakis çesitli kaynaklarda yazilmis ve "yabanci" sözcük olarak dünyaya satilan sözcüklerin asil Türkçeden kaçirilip saklanmis olanlari gün isigina çikarip tanitmaktir.  Benim iddiam pek çok dilin Türkçeden yapilmis oldugudur iddiasidir.  Bunu da isbat etmek bana düser.  Bu konuda hiç bir çalismaniz olmadigina göre bilgi sahibi de degilsiniz demektir. Bilgi sahibi olmadan da hüküm vermek yersizdir ve yüzeyseldir.  Konumu enine boyuna arastiran bir arastirici olarak, tezimi kanitlamak için elbette ki sayisiz "yabanci" sözcüklerin açiklamasini okuyucularimla paylasmis oldugum gibi yine de, Tanri izin verdigi sürece, devam edecegim. Su internet adreslerini ziyaret etmenizi dilerim.  

http://groups.yahoo.com/group/Polat_Kaya/
http://www.compmore.net/~tntr/
http://www.polatkaya.net/

"Yabanci" sözcükler hakkinda yaptigim açiklamalar tesadüflerle izah edilemedigi gibi "zorlama' suçlamalari ile de izah edilemez. Onlar ancak bilinçli sekilde binlerce yildan beri Türkçenin çok ustalikla hirsizlandigini ve kaçirildigini gösterir. Türkçenin kökünün ne kadar derinlere gittigini ve diger pek çok yapma dillere kaynak dil oldugunu gün isigina çikarir. Bilinenlerin yanlis oldugunu açiklar, dünyanin çocuklar gibi bir grup gezginci dinci tarafindan kandirilmis oldugunu her kesin gözü önüne serer.  Bu da böyle biline!!! 

Siz bunlari bilmeden, Polat Kaya'nin çalismalari hakkinda gelisi güzel konusup onlari küçümsemeniz ancak sizin konuyu anlamadiginizi gösterir. Bunu yaptiginiz takdirde, hem tamamen bagimsiz çalisan bir arastirici olan Polat Kaya'yi haksiz yere karalamis olursunuz ve hem de temelsiz konustugunuz için inandirici olamazsiniz.  Onun için hükümlerinizde dikkatli oldugunuzu görmek isterdim. 


Sizin yukarida dediginiz tanimlama,  iki nokta arasinda gidilebilecek pek çok yollardan ancak  birisidir.  Halbuki bir noktadan diger bir noktaya varabilmek için gidilebilecek pek çok ayri yollar da vardir.  Sîziin dediginiz yol bilinenlen sözcükleri aynen göründügü gibi kabullenmek ve onlari birbiriyle kiyaslayarak bir neticeye varmak yöntemidir ki bu çok yüzeyseldir.  Ben ise bambaska bir yoldan çok önemli bir hedefe varabiliyorum. Bunu inkar etmeniz sizin görüs sahanizi daraltir. Halbu ki Türklere akil hocaligi yapanlarin kendileri hazine dil olan Türkçenin sözlerini alip, kirip ve yeniden dizerek istedigi yeni kaliplara sokmaktan ger kalmamislardir.  Böylece var olan Türkçe kaynaktan pek çok yeni diller üretilmistir.  Iste bunlarin bilincinde olmayanlar için, Polat Kaya'nin yazdiklarini okuma yerine, o "ZORLAMA" yapiyor deyip onu karalama "hükmünü" verme en kolay ve emek istemeyen bir yoldur. 

Yukarida ki ifadenizde 
"Dil ve sözcükler tarihin şifreleridir, anahtarlarıdır, toplumbilimsel DNA'lardır."  diyorsunuz ki bu benzetmeniz yanlistir. Dil ve sözcükler tarihin sifreleri degildir ve ne de anahtarlari! SIFRELI SÖZLER, anlami kimse tarafindan anlasilmasin diye söz yapisi bilinçli sekilde karistirilmis sözcük veya birden fazla sözcükten yapilmis degimlerdir.  Tarih böyle sifreli sözlerle anlasilmaz. Üstelik sifreli yazilan sözler, sifreyi bilenlerin disinda baskalari tarafindan anlasilamayan gürültüdür.  Hele tarih anlatilirken sifreli sözcükler asla kullanilmamalidir. Tarihi geri nesillere tanitirken sayet sifreli sözler kullanilmissa emin olabilirsiniz ki onun içine pek çok yalan dolan da katilmistir.  Sifre gizlilik demektir. Gizlilik ise gerçegi gizleyen hilelerin ve yalan dolanin bol kullanildigi bir ortamdir.

Sözcükler kavramlarin tanimlanmasini, sesli olarak belirlenmesini ve kavramlarin sahistan sahisa sesli ve/veya yazili olarak iletebilmek için kavramlara verilmis adlardir. Sözcükler dilin temel taslari, tuglalari, kerpicleri, vs. dir.  Onlarsiz dil olmaz ve konusma mümkün degildir.  Dili olmayan "LAL" kimsedir ki onu kimse isitmez ve varligindan bile ilgilenen olmaz.  Yazitlar ise geçmisi günümüze dogru veyaa egri sekilde ulastiran gecmis zamanda yazilmis tümcelerdir.  


14.    dediniz ki:

"Sözcükleri tarihselliğinden soyutlukla ele alırsak ve sözcüklerin tarihsel anlamları-kavramları-kurumları-ilişki biçimlerini-toplumsal örgütlenmeyi vs. kaydetmiş olan ortamlar idiğini bilip bu durumu "dilimizden devinerek tarihimizi bulma ve tarihsel olgularımıza delil keşfetme" faaliyetinde kullanmazsak, mirasçısı bulunduğumuz ve fakat lâyığı olamadığımız büyük Türk Uygarlığı'nı kanıtlamakta daha çoooook zahmet çekeriz."


Polat Kaya:   Ortaya konusulmus bu sifreli genellemenizle yine de sadeyanlis bilgilendirmelerin yarattigi karanlik içinde Polat Kaya'ya tas atmaktir. Sunu bilesiniz ki Polat Kaya  geçmis Türk uygarliginin hem çok iyi bilincindedir ve hem de onun kanitlanmasinda çok rahattir.  Hind-Avrupa ve Sami dillerin kitaplar dolusu sözcükleri bu kanitlamanin en basta gelen "duvar taslaridir". Onu anlamak, sözde "Avrupa kültürünün" gerçegi örtüp gizleyen perdesi aralandiginda daha kolaylikla anlasilacak ve ortaya çikacaktir.  O gerçegin örneklerini bu yazimda sizlerle paylasdim. Onlaarin üzerinde dikkatle duracaginizi umarum.. 


15.    Diyorsunuz ki:.

"Kadın kavramının Sami dilindeki karşılığı Zühre'dir. Venüs gezegenine Zühre adı verilmiş bulunduğunu herkes bilir, bizde de kullanılmaktaydı. Kadının doğrudan doğruya cinselliğiyle ilgili hastalıklara Zührevî hastalıklar denmesinin nedeni de budur, dikkat buyurunuz.



Polat Kaya:  Kusura bakmayin amma bu da salataya kattigininz baska bir sebze.  Bu dediginizin  "AVRAT sözcügünün kaynagi ile ilgisi yoktur.  Biz burada kadin hastaliklarindan konusmuyoruz.  Lütfen sadede gelelim. Elestiriniz tam avukat vari olmus. Diger bir degimle elli dereden elli çesit su getirp ayni kaba dolduruyorsunuz ki ortaya çikan karisim sudan çok ne idügü belirsiz bir çorbadir. Bana öyle geliyor ki bütün bu fazlaliklar kandirmaca amaçlidir ve AVRAT sözcügü hakkindaki tartismaya hizmet etmiyor.

ZÜHRE  veya ZÖHRE veya ZEHRA adlari Türkçede de kadin adi olarak kullanilan bir addir.  Fakat "KADIN" anlaminda degildirler. ZÜHRE nin bir anlami VENUS olarak veriliyor. Bu dogrudur. Fakat,  Zühre adi olasilikla Türkçe "KIZ ERÜ" sözünden yapilmistir ki içindeki "K" harfi "H" harfine degistirilmistir ve Türkçe deyim yeniden dizilmistir.  Ancak bu haliyle ZÜHRE  sözcügü kadin ve kadinlikla ilgili olabilir. 


16.    Dediniz ki:

    "Gelelim sadede : Bu Çatalhöyük Ana Tanrıçası, başı olduğu halde yüzü betimlenmemiş, doğurma arifesinde şiş karınlı ve şiş kalçalı-şiş göğüslü, ayakları altında olduğu halde oturur durumda bir kadın heykeciğidir. Bu heykelciğin sağ omzundan sol kalçasına-sol omzundan sağ kalçasına giden bugünkü X işareti gibi bir işaret vardır. James Mellaart'ın kendi kitabındaki gerek fotoğraflarda gerekse çizimlerde açıkça bellidir. Daha sonraki bazı kaynaklarda, örneğin İletişim Yayınları'nın Uygarlıklar Ansiklopedisi'nde, her nedense (!!) bu konuya hiç değinilmediği gibi bu işaretin bulşunduğu heykelciklerin fotoğrafı veya çizimi de yoktur! 1965'in özgün kitabından lütfen bu fotoğrafları ve çizimleri görünüz.

    Bu X işareti ne ifade eder? Konumuzla ilgisi nedir? "


    Orhun yazısı diye bildiğimiz, aslında binlerce yıllık Eskil Türk Yazısı olan oyma yazıda harf değeri olarak "ince d" harfi, işte bu X işaretidir. Bunun tamga değeri Ed'dir. Bu işaret Ed tamgasıdır. Ed, hem bugünkü "et-mek" fiilinin eski halidir, aynı anlama gelir, hem de "Büyük kızkardeş, abla" demektir. Bugün Anadolu Türkçesi'nde dahî yaşamakta bulunan Ede sözcüğü de abla demektir, Bulgaristan Türkleri buna Ade derler. Kastamonu çevresi aynen Ede demektedir.

    Şimdi lütfen, "Abla" kavramıyla "Ana Tanrıça" kavramının niçin ve nasıl olup da aynı işaretle gösterilebildiğini düşününüz. Biliyoruz ve mantıklıdır ki, eğer bir sözcük iki farklı kavramı ifade ediyorsa, bu sözcük o dilin kendi öz sözvarlığına dâhil ise, o farklı iki kavram eskiden aynı şeyi ifade ediyormuş demektir. Bakır sözcüğü hem madenin adı, hem de kap-kacak adı idi çocukluğumuzda değil mi? "Bakırları yıka" gibi. Neden? Çünkü kap kacaklarımız hep bakırdandı, bu farklı iki kavram o zamanlar aynı şey idi.

 

    Eskil Türk toplumunda ve devletinde kadın "efendi" idi, "malın-mülkün sahibi/mâliki" idi, devletin egemeni idi, yaratan/vareden/Ana Tanrıça idi, hükümdar idi. 1'den fazla kızkardeş varsa bunlardan hangisinin tahta geçeceğini bildiren veraset yasasına göre de, hükümdarlık hakkı kızkardeşlerin en büyüğüne aitti, yani En Büyük Abla'ya, yani Ede'ye.

 

    Bakınız bu sözcüğün sonra aldığı biçimlere ve bunların kavram anlamlarına :

    Ege (egemen'in kökü), ece (hükümdar kadın, ataerkil dönemde kraliçe anlamına getirilmiştir), iye (sahip/mâlik; nitekim bir menkul malın yahut taşınmazın özellikle de bir arazi parçasının mâliki olarak bugün de kullanılır, dilbilgisindeki iyelik zamiri deyimini de hatırlayınız; İye ile Is başkadır, bir yeri İye'si yani Mâlik'i orada oturmuyor olabilir, bu onun mülkiyetine halel getirmez, orayı bir sebeple fiilen elinde bulunduran, orada oturan-yaşayan kişiye Is denir, bu yüzdendir ki, kimsenin oturmadığı boş bir araziye/bölgeye vs. İyesiz denmez, belki iyesi vardır, ama Issız denir, Is'sı olmadığı görülmektedir çünkü.)

 

    Sayın arkadaşlar, bu Çatalhöyük Ana Tanrıçası üzerindeki bu Ed tamgası, Eskil Türk yazısının, a) M.Ö.6500'lerde varolduğunun, b) (Binlerce yıl sonrası tamga değerleriyle okunduğunda çıkan anlamın hem Çatalhöyük yerleşimi döneminin hem de binlerce yıl sonraki ve Türk'lüğü tartışılmayan dönemlerin tarihselliğine tam uyum göstermekte bulunuşuna dayanılarak) Bu yazının kayda geçirdiği dilin Türk dili idiğinin, c) Bu yazının tamga değerlerinin binlerce yıl aynı anlamda sürebilmişliğinin, ç) Bu süreğenliğin ancak ve ancak siyasal bütünlük ve sürekkilik ile olanaklı olabileceği düşünüldüğünde de, Türk Devleti'nin,

    Apaçık bilimsel delilidir. Lütfen inceleyelim ve başkalarına da bıkmadan anlatalım. "



Polat Kaya:   Sayin Hattatoglu, kendiniz "gelelim sadede" dediginiz halde yine sadede gelmediniz.  Yine de bambaska bir sürü konuya gittiniz ki her biri kendi basina bir karsilikli konusma konusudur. Bu dedikleriniz de digerlerinden farksizdir ve AVRAT sözcügünün yapisi ile uzaktan yakindan ilgisi yoktur. Ben yazimda Çatalhöyük Ana Tanricasindan ve yazinizdaki diger konulardan konusmadim.. Sayet konum bu dedikleriniz olsaydi  emin olun ki sizin dediklerinizden daha da çogugunu söyleyebilirdim. Lütfen bu tartismada bana bilginçlik taslayip konumuzla ilgisi olmayan seyleri bana ve okuyucuya satmaya kalkismayin.  Bu davranisinizi, öyle bir niyetle olmasaniz bili, ancak "tartismada kandirmaca oyunu" yapmayi tercih ettiginiz seklinde algilarim.  Çünku tartismayi bilincli olarak dagitiyor ve gürültüye bogmaya getiriyorsunuz.  

Sizin izlediginiz bu tartisma sekli, eski Grek kültüründen gelen, adina bati dillerinde "RHETORIC" yahut "SOPHISTICATION" denen bir yöntemdir ki Türkçe karsiligi "kandirmaca oyunudur".  Tarih boyunca politikacilarin yaptigi bir konusma tarzidir. Bu sebeple yukarida yazdiklariniza yanit vermiye gerek görmüyorum.  


17.    Dediniz ki:

   " 2) Çadır da Türkçe'dir, bu da doğrudur. Sayın Kaya'nın isabetle buyurduğu üzere, Çat-mak fiilinden gelir. Çatı da çatmak fiilinden gelir. "Bir sözcük Türkçe ile Farsça arasında ortak ise mutlaka Farsça'dır", "Bir sözcük ç ile başlıyorsa mutlaka Farsça'dır" gibi safsatalardan arınmamız ve ta Eskil Farsça'dan hattâ Sanskritçe'den beri Türkçe'nin bu dillere sözcük veregeldiğini, bunun da gayet doğal idiğini, çünkü siyasal iktidarın-devlet örgütlenmesinin-ticaretin ve özellikle İpek Yolu ticaretinin güvenliğinin-egemenliğinin-hukukunun hep Türk'lerde bulunmasının komşu halkların dillerine çok sayıda sözcük aktarması için son derece doğal bir zemin ve ortam oluşturduğunu artık hatırlamamız gerekmektedir. "



Polat Kaya:     Hele sükür! Beni dogruladiginiz için tesekkür ederim.  Ilk sözleriniz maksada yeterli idi.  


18. Dediniz ki:

    "3) Turan adı Farsça olmamakla birlikte, Türkçe de değildir. Tur adlandırmasının Türk'ler içinliği kuşkusuzdur, bu başka. Ama Tur adlandırması Türkçe olmayıp, Törük (Töre=Yasa ve gelenek koyan, bunu yapabilecek erke de sahip ve meşruan sahip olan) sözcüğünün Türkçe'yi bilmeyen ve tamgalarını doğru okuyamayan komşu (özellikle Sami ve Aryen) halklar tarafından gevelenmesi (doğru ve tam telaffuz edilememe, parafrasis) sonucu oluşmuştur. -an çoğul eki Arapça'dır. Türkçe'de de -n harfi getirilerek yapılan çoğullar vardı, ama bu kural (sonunu n'ye dönüştürerek sözcüğü çoğul kılma kuralı), tekil halinde iken -t harfi ile biten sözcükler için geçerli idi, Tarkat-Tarkan (Aristokrat-Aristokratlar) gibi. Türküt/Turgut boyu için aynı kural geçerlidir, Müreffeh-varlıklı anlamına gelen Bayat sözcüğünün çoğulu Bayan'dır. Bu yüzden, Tur sözcüğünü -n getirerek çoğul yapmak pek rastlanmış değil.  Şu var ki, istinası hiç yok değildir bu kuralın gerçi, belki bu da bir istisnadır; ama böyleyse de yalnızca çoğul eki Türkçe olmuş olur. Bu husus biraz daha araştırma ister gibi geliyor bana, kesin bir yargıya varmak için. "



Polat Kaya:    Sayin Hattatoglu, TÖRE sözünün Türkçe oldugunu kabul ediyorsunuz fakat TUR sözünün Türkçe olduguna karsi duruyorsunuz.  Bence, bu sizin için bir çeliskidir.  Elbetteki ben bu dediginize katilmiyorum.  TUR sözü özbeöz Türkçedir ve hem de çok kullanilan bir ana sözdür.  Birincilikle TUR sözü Gök Tanrinin adlarindan biridir ve Türkçede her yapilan tanimlamanin en sonunda yerini alir. Örnegin, ATATUR, ANATUR, OGUZTUR, TÜRKTÜR, "AYSE BU GUN OKULA GELMISTUR" vs.  dediginizde en son ek Türkçe TUR sözüdür.  Bu ek Türkçe de kendini "-TUR, -DUR, -TÜR, -DÜR, -TIR, -DIR" sekillerinde sonsuz defa gösterir.  Bu durum karsisinda sizin bu TUR sözünun Türkçe olmadigini söylemeniz gerçegi inkardir.  

"Komsu (özellikle Sami ve Aryen) halklar tarafindan gevelenmesi"
 sözünüz dogru olmakla beraber eksiktir.  Bu gruplar Türk dilinden kendilerine dil ürettikleri gibi Türkçe sözleri de bilinçli olarak saptirmislardir ve günümüzde de ayni oyun yapilmaktadirlar.  Izninizle bir örnek vereyim.

Sami dile ait oldugu söylenen "TEVRAT", diger adi ile "TORAH" diye bilinen, ve Türk dünyasinin da sorgusuz kabüllendigi bu ad aslinda Türkçenin "TÖRE" (TORA) sözünden yapilmis, degistirilmis ve gizlenmistir.  Apacik görüldügü gibi TORAH Türkçe "TORA" (TÖRE) sözünün sonuna sessiz bir ünsüz olan "H" eklemekle Türkçeden kaçirilip gizlenmistir. TORAH sözü Türkçe TÖRE (TORA) sözünün oldugu gibi "kanun, adet örf' anlamlidir.  Hatta, "TEVRAT" adi bile "TVRATE" seklinde yazilip incelendiginde ve "V" harfinin de gerçekte çok kimlikli bir sahte harf oldugu, yani V=Y=U=W sahte kimliklerini oldugu bilinciyle,  bu söz "TURATE" seklini alir ki bu da Türkçenin "TÖREDI" (TÖREDIR) sözünün degistirilimis, Samilestirilmis ve de hirsizlanmis halidir.  Türkçenin sözcükleri degistirildiginde degisen yalniz "sözcük" degil, onunla birlikte Tur/Türk/Oguz medeniyetinin kaçirilmasi ve yabancilastirilmasi gerçeklestirilmistir.  Sunu da hatirlatayim ki benim bu sözcüklerin Türkçe kimliklerini bu sekilde açiklamam TEVRAT veya TORAH adina, sizin dediginiz gibi, "TÜRKÇE KILIF  BULMA" hevesi degildir, aksine "gerçek" gerçegin ne oldugunu göstermektir. Bunu da lütfen böyle bilesiniz!!!  

-AN çogul eki ARAPCA degildir ve eski Türkçenin bir çogul ekidir. Bu görüsünüzde de yanlissiniz.  Lütfen Türkçeye ait olani baskasina gönüllü olarak aktarmayalim.  Türkçe EREN dediginiz de ERLER demek istiyorsunuz.  TURKAN dediginizde "TÜRKLER" diyorsunuz. Bu ekin Arapca olan hiç bir tarafi yoktur. Üstelik Arapca da, Farsca gibi, sayisiz sözcügünü "anagram" yollu Türkçeden yapmistir.  Tek heçeli sözcükler aslen tek heceli bir dil olan Türkçeye aittir. Sami dillerinin hepsi, Hind-Avrupa dillerinde oldugu gibi, Türkçe ifadelerin kirilip  yeniden düzenlenmesi neticesi türetilmis dillerdir. 

"Bu yüzden, Tur sözcüğünü -n getirerek çoğul yapmak pek rastlanmış değil" dediginizde galiba Türkçenin TURAN sözünü unutmusa benziyorsunuz.  TURAN sözü, ayni zamanda ve ayrica Türkçe TURLAR anlamindadir. 

"Müreffeh-varlıklı anlamına gelen Bayat" tanimlamanizda BAYAT sözü aslinda yine Türkçe "BAYTI" (BAYDI, BEYDI, ZENGINDI) anlaminda Türkçe sözden yapilmistir.  Evet birisi BEY (BAY) oldugunda, o kisi "refah içindedir" denir.  "BAYAT" adinin kökü Türkçe "BAY" (BEY) olunca, dogal olarak, onun çogulu da eski Türkçenin çogul eki olan -AN, -EN ekini alir ve "BAYAN" olur ki bu da Türkçe için dogaldi.  Fakat ne var ki sizin yukarida tanimladiginiz kurala uymamaktadir!!!

Bu tanimlamam TARKAT sözü için de geçerlidir.  TARKAT adi "TARKTA" seklinde incelendiginde "TURKTÜ" sözünün baska bir halidir.  Bu durum karsisinda, TARKAN adi da yine Türkçenin TURKAN yani "TÜRKLER" anlamli sözü olabiliyor.  Bilinir ki Türk beyleri tarihte en azinda sürülerce koyunu , sigiri ve ati (YILKISI) olan kimselerdi ki bu onlarin zenginlik isareti idi.. Ayrica onlarin "ARISTOKRAT" dediginiz, sinif içinde olduklarinin tanimlamasidir.  

Ilginçtir ki Grekçe kökenli diye bilinen ARISTOKRAT yahut  Grekçe "ARISTOKRATES"  sözü içinde  "asilzade, zengin" anlamlarina gelen ilginç bir Türkçe söz buluyoruz.  Izninizle göstereyim:

Grekçe ARISTOKRATES sözünü harf-be-harf  "TAKRAT-ERISS-O" seklinde yeniden dizip inceledigimiz de hemen taniyacaginiz bir söz çikiyor karsiniza.  Buradaki "SS" harfleri aslinda Türkçe "Z" harfi yerine kullanilmis ve kelime içine serpilmis bir gizleme yamasidir. Ayrica, "O" sözü de Türkçe "O" sözü olup Türkçe "TUR" ekinin yerini almistir.  Bu anlayis içinde, sözde "Greek" ARISTOKRATES  sözcügünün Türkçe "TAKRAT ERIZ" degiminden yapilmis oldugunu görüyoruz ki bu da sizin belirttiginiz gibi "ZENGIN BEY ERIZ", baska bir degimle  "TARKAN ERIZ" sözünden baska bir sey degildir.   

Gördügünüz gibi, ARISTOKRATES sözü içine sakli bu Türkçe gerçegi bulup çikarmak her halde bir "zorlama" veya ona "Türkçe kilif bulma" hevesi olmasa gerek. Grek sözcüklerinin içinde gizlenmis bu gerçegi ben görebiliyorsam, onu her Türkün ve baskalarinin da bilmesi gerekir.  Bu gerçegi gizli tutmanin anlami yoktur.  Belli ki Türkçe SÖZLERLE ilgili gerçeklerin de günes gibi bir özelligi vardir. Onlar ne kadar kara gizlilikler arkasinda binlerce sene saklanmis olsalar bile, bulutlar arkasinda kalmis günes gibi, bir gün kendi gerçek Türk kimligini gösterebiliyorlar.  Bu da Türkçenin bir GÜNES DILI olmasinin bir özelligi olsa gerek!



19.    Dediniz ki:

    4) Mezar'ın arz ile ilgisi yoktur, ziyaret kökünden gelir, ziyaret edilen yer demektir. Mim-ze-elif-re ile yazılır, Arapça'lığında tartışma yoktur. Arz ile ilgisi olabilmesi için, herşeyden önce sessizlerin sırasının uyması gerekirdi, bu en önemli kuraldır ve hiç şaşmaz. Sessiz atlanır ama sırası değişmez, önceye-sonraya gelmez. Gelirse bambaşka bir sözcük demektir, çünkü Semitik diller böyle köklenir ve böyle çekimlenir.



Polat Kaya:   Bu iddianizda o kadar çok yaniliyorsunuz ki gerçegin yakinindan bile geçememissiniz.  Dolayisiyle, sizinle hem fikir degilim. MEZAR sözcügü ile ZIYAERET sözcügünün dilcilik bakimindan birbiri ile ilgisi yoktur.  ZIYARET sözünün içinde "M" sesi bile yoktur. Evet dogrudur ki atalarimizin mezarini ziyaret eder onlara saygimizi gösteririz.  Fakat bu apayri bir kavramdir. MEZAR ölünün son mekanina verilen yer adidir.  ZIYARET ise birilerini gidip görme kavramini tanimlayan bir addir.  Insan Arkadasini, uzaktaki ailesini, köyünü, dogdugu evi, okudugu okulu, uzakta ise ülkesini ve de sevdiklerinin mezarini ziyaret etmeye gider.  Bu bir davranistir. Mezar ise ölünün son yattigi yerdir. Bu arza (yere, topraga) dönustür ve bu dönüste kisiye ayrilmis bir yer parçasidir. Iki kavram tamamen birbirinden ayri  kavramlardir.  "SÖZLER" soyut ve somut kavramlara verilen adlardir.     

Hangi "sessizler" kuralindan bahsediyorsunuz?  "ANAGRAM" yapma isinde "kural" diye bir is yoktur.  Bir baskasinin dilini hirsizlayan kisi, her hangi bir kurala bagli olarak çalismaz! O kaçirdigini ne kadar çok karistirip gizlerse o kadar çok basarili olur.  Zira kaçirilan mal bir daha sahibi tarafindan taninmaz hale gelir.  Burada, ARZ sözüne varmak için Türkçe YER sözündeki "Y" harfi bir harf kaydirilarak "Z" harfine dönüstürülmüstür. Ilave olarak ta sözün basindan alinip sonuna eklenmistir. Böylece Türkçe "YER" "ARZ" olmustur.  Hepsi bu kadar!  YER sözünü bundan daha iyi gizlemek ancak baska sözlerle birlestirmek seklinde olabilirdi. 

Harflere bu sekilde yer kaydirarak yapilan sifrelemege "Caesar Encryption" (Caesar cipher) deniyor ki güya "CAESAR" tarafindan yapilmis bir sifreleme sistemi imis.  Halbu ki bu tanimlama dahi tamamen uyduruktur.  Zira burada ki CAESAR adinin SEZAR (CAESAR) adi ile ilgisi yoktur.  Bu sifrelemedeki "CAESAR" adi aslinda Türkçe "KAYARSI (kayarci, kayici)  sözünün degistirilmis hali olup tatbik edilen sifrelemede harflere yer kaydirmasi yapildiginin isaretidir. 


20.    Dediniz ki:

    5) Pardie sözcüğünün aslına, yani Fransızcasına bakınız; Par Dieu=Tanrı İçin, Tanrı'dan. Dieu da Çift demektir, Eskil Yunan tanrısı Zevs'ten gelir. Hem iyiliği, hem kötülüğü, hem erkekliği hem dişiliği vs. barındırdığı için bu ad verilmiştir, Latince Deus halini almış, diğer tüm Batı dillerine de buradan geçmiştir. İngilizce'de tek sözcük gibi algılanmışlığı kimseyi yanıltmasın, 1066'da Fatih William'ın Fransa'dan gelip İngiltere'yi istila etmesinden (Norman istilası) sonra İngilizce'ye Fransızca sözcükler akın akın girmiştir. Zaten İngilizce Latin kökenli olmamasına rağmen, İmparator Hadrianus zamanında zirvesini yaşadığı şekilde, Güney İngiltere tamamen ve düpedüz Latince konuşur-yazar idiğinden, Eskil Germence ve Keltçe köklerini asgarîleştirmiş ve en basit kavramı bile Latince sözcükle anlatır hale gelmişti. Bir de Norman İstilası gelince, Fransızca sözcükleri geveleme yoluyla alıntıladılar. "Garde! Le eau!=Dikkat! Su!" tümcesinin İngilizce'de "Gardy Loo" şeklindeki bir kalıp ünleme dönüşmesi gibi. (Bunlar oturaklara edip sonra da bunu sokağa döktüğünden, kibar(!)ları hiç değilse sokaktan geçeni uyarma cihetine gitmişti.Aristokrasisi de Norman olup Fransızca konuştuğundan ünlem böyle gelişti.)



Polat Kaya:   Yanlissiniz!. Görünür de Fransizca "PAR DIEU" seklinde yazilan ve "TANRI IÇIN" anlaminda dünyaya satilan bu söz gerçekte Türkçe "BIR DEYI" sözünün Fransizcalastirilmis ve gizlenmis halidir.  "DE" sözü Türkçedir ve "DEMEK" fiilinin köküdür. "DE", baska bir Türkçe degimle "SöZ"dür yani  "konusmadir, dildir". "DE" tanri gibidir.  Insan oglu her soyut ve somut varligin tanimlamasini "DE" ile , yani "SÖZ" ile yapar.  Onun içindir ki Bati dillerinde geçen DIEU, DEU, THEO, vs  gibi sözcükler görünürde "Tanriyi" tanimlayan sözcükler olup, aslinda Türkçe "DE" ve "O" (U) sözlerinden yapilmistir.  ZEUS ile ilgisi yoktur.  Üstelik ZEUS adida, en basta gelen bir anlaminda, Türkçe "SÖZ"(AGUZ) sözcügünün degistirilmis halidir.  

Bu "PAR DIEU" misaliniz gibi bir de yine Fransizca olarak bilinen "PAR EXEMPLE" (Ingilizce "FOR EXAMPLE") sözüne bakalim.
 
"PAR EXEMPLE" sözündeki X harfi sahte bir harf olup K ve S harflerini bünyesinde birlestirir.  X yerine "KS" harflerini koydugumuzda  "PAR EXEMPLE" sekil degistirerek "PAR EKSEMPLE" olur.  "PAR EKSEMPLE" harf-be-harf  "MESAL PERPEK" seklinde dizilip Türkçe olarak okundugun da, onun aslinin degistirilmis Türkçe  "MISAL VERMEK" oldugunu görürüz.  Ayni sekilde Ingilizce "FOR EXAMPLE" (FOR EKSAMPLE) sözü de "MESAL-FERPEK" seklinde dizildiginde yine Türkçe "MISAL VERMEK" degimi oldugunu görürüz.  Yukarida da zikrettigim gibi B, P, F, M, V sesleri klaylikla birbirinin yerine gecebilen seslerdir.  Bu açiklamalarimdan dikkat buyurunuz ki gördügünüz her sözcük pek gerçegin görüntüsü degil!

"Dieu da Çift demektir, Eskil Yunan tanrısı Zevs'ten gelir. Hem iyiliği, hem kötülüğü, hem erkekliği hem dişiliği vs. barındırdığı için bu ad verilmiştir, Latince Deus halini almış, diğer tüm Batı dillerine de buradan geçmiştir. İngilizce'de tek sözcük gibi algılanmışlığı kimseyi yanıltmasın" tanimlamasinda da yanlissiniz.  Elbetteki Tanri kavraminin iki yüzlü olusu vardir.  Fakat, bu ne DIEU ve ne de ZEUS sözünden gelir. Asil kavramin kaynagi Türkçe AKHAN ve KARAHAN deyimleridir. Cisimlerin üzerine "TANRI özelligi olan ISIK düstügünde, cisim kendisi ve gölgesi ile kendini gösterir. Böylece cisim isigi "AK" ve "KARA" yansitmalariyla belirlenir.  AK üzerine yazilmis "AK" yaziyi göremediginiz gibi "KARA" üzerine yazilmis "KARA" yaziyi da göremezsiniz.  Gün Tanri Günesin aydinlatici isigi içinde  her varligi görebilmek için ak ve kara ziddiyetinin olmasi gerekir.  Bu doganin vazgeçilmez bir kuralidir.  


LATINCE  konusulmus bir dil olmasina ragmen, Grek dili gibi, Türkçeden yapilmis bir dildir.  Avrupanin bu gizli yönü artik gün isigina çikmistir. Kimsenin bundan süphesi olmasin.  Dediginiz gibi Latincenin çesitli Avrupa yörelerinde konusulmus olamasi, onun Türkçeden yapilmadigi anlamina gelmez.  Üstelik ROMENLER çingene bir grup idiler ki, diger benzer gruplar gibi, töreleri her nerede olsalar yerli TURAN insaninin Türkçe dilini degistirip ondan yeni bir dil yaratmak ve o kirik dili yerli halka zorla konusturmak olmustur.  Böylece yerli Turanli halklari kendi kimliklerinden uzaklastirmislar ve hatta onlari yeni bir pota içinde eriterek o insanlari kendi kimliklerinden hirsizlamislardir.  Aynen eski Greklerin ve diger Babilonya gezgincilerinin yaptigi gibi!  Bu eritmelerde en önde gelenler gezginci gruplarin dinci papazlari, onlarin misyonerleri ve de onlarin içinde bulunduklari "kilise" teskilati olmustur. Onlar yarattiklari ve gerçek kimligi gizli tutulan yeni dinlerini yaymak için her türlü hileyi yapmaktan geri kalmamislardir.  DIN onu kuranlara çok gelir, söhret ve güc getiren bir istir. Günümüze kadar bu gibi gizlilikler devam ede gelmistir. 

GARDE sözü "DIKKAT anlaminda kullanilmis olsa bile asli yine "Türkçe "GORUMAK" yahut "KORUNMAK" sözünden gelir. Dikkat buyurunuz lütfen ki sözde Fransizca "GARDIEN" sözü  Türkçe "GORUANDI" sözünden yapilmis bir gizli türetmedir.  GARDE ile GARDIEN ayni Türkçe kaynaklidir.  Dil konusunda sizin gördükleriniz sadece "yüzeysel" olanlardir.  Kapali kapilar arkasinda neler olmus ve Avrupa dilleri konusunda neler yapilmis anlatilmis degildir!!!  "DIKKAT" anlamli "GARDE' sözü de Türkçe "GORUN" (KORUN) anlamli  sözden kaynaklanir. 



21.     Dediniz ki:

   " 6) Bu eleştirilerime dikkat buyurulması kaydıyla, sayın Polat Kaya'nın "Degerli arkadaslar, Türk'ü Türk yapan onun dilidir. Binlerce yil Türklerin kendi dilinde kullandigi, Türk adina, diline, ata sözlerine geçmis, kültürüne islenmis Türk diline ait sözcükler, hovarda miras yedinin kendi kazanmadigi parayi harcadigi gibi, kolay kolay baskalarinin adina aktarilmamalidir. Sayet Türkçeye ait olan sözler, istekli olarak ve enine boyuna düsünmeden, "alin bunlar sizindir" diyerek baskalarina mal edilirse, Tur/Türk/Oguz dünyasi sonunda dilsizlige götürülür. Dilsiz ulus yok olmus ulustur." tümcesine tabiî ki katılıyorum. Ama her yabancı sözcüğe de Türkçe diye kılıf bulma zorlamasına gitmeye gereksinimimiz yoktur."



Polat Kaya:     Bu son sözüme katildiginiza memnun oldum.  Sagolun!.  Fakat en son sözünüz ise diller konusunda gerçek "gerçegin" ne oldugunu bilmemezliginiz üzerine kurulmus temelsiz bir ön yargidan baska bir sey degil. Dikkat ettiyseniz bir "politikaci" edasiyla yaptiginiz bu en son yarginizin geçersizligini size olan bu yanitimda basindan beri vurguladim.  Bence en son söyleyeceginiz bu olmamaliydi. Kendinizi bilinçli diye bize tanitmaya çalistiniz.  Diger taraftan görüyorsunuz ki bize tanittiklarinizda pek çok yanlisiniz ve de noksaniz var. Dahada önemlisi bu son sözünüzde kendinize ve kendinizden olanlara pek güveninizin olmadigini hissettim.  Eminim ki benim dediklerimi bir "yabanci' deseydi simdi hepimiz hop oyurup hop kalkardik. Neler yazardik neler! Ama bunu söyleyen bir Türk olunca isin rengi hemen degisiyor ve hemen kara bulutlar her tarafi kapliyor.  Karalamalar ve süpheli sözler dolu yagar gibi her yandan dökülüyor.  Halbuki bilmeniz ve inanmaniz gerekir ki TÜRKLER de her "YABANCI" gibi her konuda düsünebilir ve yeri yerinden oynatan fikirler ve görüsler üretebilir. Türk olarak birbirimizle el tutmayi muhakkak öyrenmeliyiz!!!


22.    En son olarak  dediniz ki:

   " Buraya dek okuma sabrı gösteren arkadaşlara teşekkürler ederim.

 

 

    Saygılarımla,

 

    Av.Murat Bülent Hattatoğlu "

 


Polat Kaya :  Görüslerinizi yazdiginiz için tesekkür ederim. Dikkat buyurursaniz yazinizi hem sonuna kadar sabirla okudum ve  hem de nerdeyse her satiriniza ayri ayri cevap verdim.  Cevabi yazim biraz uzun oldu. Arkadaslardan hos görülü olmalarini dilerim. Fakat konu çok önemlidir.  O sebeple, bu elestirinize yanitimda daha kisa olamazdim. Madem ki beni elestirmek için gayret sarfetmissiniz, ben de geregince karsiligini verme sorumlulugunu hissettim. Umarim ki bu yanittan sonra Polat Kaya hakkinda görüsleriniz degisir.  Biraz daha açik görüslü ve de temkinli olursunuz.



Selam ve sevgi ile,

Polat Kaya

20/09/2007



-------- Original Message --------

Subject:

Re: <>[TDTKB]<> Re: TÜRK TARİHİ TEZİ (İDDİASI)-????

Date:

Fri, 14 Sep 2007 15:42:06 +0300

From:

"Av.Murat Bülent Hattatoğlu" <mbhattatoglu@gmail.com>

To:

"Polat Kaya" <tntr@compmore.net>

References:

<c393ee9b0708311838i66d3aa13i618c8a128d529943@mail.gmail.com> <BAY134-W133A2EF9C8AA1FA6AA8B98C8C80@phx.gbl> <46E18220.4000801@compmore.net> <57f976770709090535h61f3fb78qf1480becb4f60aec@mail.gmail.com> <46E81A59.3050602@compmore.net>



    Merhaba,

 

    Sayın Polat Kaya'nın, kaynakları değerlendirerek ve sayın Kâzım Mirşan tarzında yaptığı çıkarımsamaları okumaktayız. Sayın Kâzım Mirşan'ın da görüşlerine ve okuma tarzına maalesef ancak kısmen katılmak olanağı vardır. Anlatılmak istenen Türk dilinin ve uygarlığının binlerce yıllık tarihi ise, bu esas üzerinde mutabıkız ve zaten tarihsel belgeler de ne kadar gizlendiyse artık parça parça meydana çıkmaya başlamıştır, bu tarihsel gerçektir.

 

    Şu var ki, hiçbir zorlanmaya gerek olmaksızın göz önünde duran ve alehtarlarımız tarafından bile reddedilemeyecek bilimsel kanıtlar varken, yalnızca ve yalnızca "seslerin bugünkü biçimlerinin, tarihselliği - kavram anlamları - tamga değerleri hiç dikkate alınmaksızın ve üstelik sıraları da değiştirilerek okunmasıyla Türkçe sayılmaya çalışılması" yolunun kullanılmasında ısrar edilmesi, yukarıdaki esas dâvamıza yarar değil tam tersine zarar getirmektedir.

 

    Sayın Polat Kaya'nın katılmadığım görüşlerine ve çözümlemelerine şöyle değineyim :

 

    1) Avrat sözcüğünün Türkçe'liğinde hemfikiriz, bunda kuşku yoktur. Ama sözcüğün çözümlemesi bu değildir. Avrat, Orta Türkçe'deki "Uragut" sözcüğünden bozmadır. (Bkz. Kâşgarlı Divanı). Abıru sözcüğünün verilen anlamları konuyu değiştirmez, çünkü sayın Kaya'nın da buyurduğu üzere, o erdemler yalnızca kadınlara özgü olmadığı gibi, biyolojik tanımlama ifade eden kadın kavramının sözcüğünün bu değerlerden kaynaklanmış olarak en eski çağlatrdan beri böyle varolması olanaklı da değildir, tarihsel dayanağı da yoktur. Avrat=Uragut sözcüğü salt dişilliği ifade eder, kadın sözcüğü "Katun"dan bozmadır, hem dişilliği hem toplumbilimsel anlamıyla bir insan olarak, değerleriyle birlikte kadının yerini ifade eder. Karı, yaşlı demektir, karı-mak fiilinden gelir. Orta Türkçe'de erkekler için de kullanıldığı kaynaklarda vardır, "karımış adam" gibi. Yaşlanmanın vücudun biyolojik yapısında meydana getirdiği tahribatı-işlevsizliği ve şekilsizliği anlatır. Koca-mak ise, yaşlanmışlığın getirdiği durmuş-oturmuşluğu, deneyimliliği anlatır. Bu nedenledir ki, aslında İskit'lere dek (dâhil) anaerkil olan atalarımız, daha sonra ataerkilliğe evrilince (bu "evrilmek" kavramını anılan değişimi olumlamak anlamında kullanmadığımı özellikle vurgulayayım) kadının yaşlılığına yalnızca şekil ifade eden karım-mak fiilini, erkeğin yaşlılığına ise fikrî ve zihnî değerleri ancak erkeğe yakıştırdığından, koca-mak fiilini kullanır olmuştur.

 

    Şimdi, bu tarihselliği bilmez yahut gözardı edersek, ne olur?

    a) Dil ve sözcükler tarihin şifreleridir, anahtarlarıdır, toplumbilimsel DNA'lardır. Sözcükleri tarihselliğinden soyutlukla ele alırsak ve sözcüklerin tarihsel anlamları-kavramları-kurumları-ilişki biçimlerini-toplumsal örgütlenmeyi vs. kaydetmiş olan ortamlar idiğini bilip bu durumu "dilimizden devinerek tarihimizi bulma ve tarihsel olgularımıza delil keşfetme" faaliyetinde kullanmazsak, mirasçısı bulunduğumuz ve fakat lâyığı olamadığımız büyük Türk Uygarlığı'nı kanıtlamakta daha çoooook zahmet çekeriz.

 

    b) Tarihsel gerçekliğimizi kendimiz de doğru araştırıp bilemeyiz, gerçeği bulamayız.

 

    Eski Türk'lerde Tanrı'nın kadın idiği doğrudur. Ancak bunun delili Artemis sözcüğü değildir, Artemis'in Türkçe diye iddia edilmesine gerek de yoktur. Yeri gelmişken, gözönünde durupdurduğu halde kullanılmasından nedense kaçınılmakta olan bir delili de analım :

    Konya-Çumra-Çatalhöyük yerleşimi M.Ö.6500-7000'lerdir. Burada James Mellaart'ın kazılarında bulunan Ana Tanrıça heykelciği, diğer tüm Ana Tanrıça kavramlarının "ana"sıdır. Sümer'lerin İnanna'sı, Sami kavimleri olan Akad'ların-Elam'ların-Asur'ların İştar'ı (İştar-Astarte-Sitâre, bunların hepsi Yıldız demektir Sami dillerinde, Farsça Sami dili değildir ama onda da budur.), Eskil Yunan'ların Artemis'i, Roma'nın Venüs'ü, hep birbirinin devamıdır. Bu işin aslı anaerkil toplumun kadını bereketin ve doğurganlığın simgesi saymasıdır ki, hiçbir biçimde yanlış değildir bu telakki. İnanna'nın, İştar'ın, ilk Artemis'lerin heykellerinde kadının göğsü tamamen göğüs uçlarıyla doludur. Göğüs, sütün geldiği yerdir ve süt de mucizevî (tansuksal) sıvıdır; "Biz insanlar her türlü yiyeceğe ve içeceğe gereksinim duyuyor ve olmayınca ölüyorsak da, bebekler başka hiçbir şey almaksızın sırf bu sütü emerek yaşıyor, besleniyor, hastalıklardan korunuyor. Bu sıvı mucizedir, ilaçtır, bu sıvıyı çıkarabilen yalnızca kadındır ve onun göğüs uçlarıdır, çocuk da zaten yine aynı kadının vajeninden doğmaktadır, o halde kadının vajeni de göğsü de mucizevîdir, tanrısaldır, kadın başlıbaşına yaratan'dır, çünkü varediyor yoktan." İlk insanlar böyle düşünmüştür, maddî gerçeğe dayalı olmadığı da ileri sürülemez. Bu yüzdendir ki işte, vajeni simgeleyen üçgen şekli (ki Yunan alfabesinde D harfi=Delta harfi bu şekilde olduğundan bu şekle de delta adı verilmiştir, "Venüs deltası" kavramını hatırlayınız) ile göğüs uçları, kadınsallığı-doğurganlığı-bereketi-üretimi-bu nedenler de tanrısallığı simgelemiştir. Kadın kavramının Sami dilindeki karşılığı Zühre'dir. Venüs gezegenine Zühre adı verilmiş bulunduğunu herkes bilir, bizde de kullanılmaktaydı. Kadının doğrudan doğruya cinselliğiyle ilgili hastalıklara Zührevî hastalıklar denmesinin nedeni de budur, dikkat buyurunuz.

    Gelelim sadede : Bu Çatalhöyük Ana Tanrıçası, başı olduğu halde yüzü betimlenmemiş, doğurma arifesinde şiş karınlı ve şiş kalçalı-şiş göğüslü, ayakları altında olduğu halde oturur durumda bir kadın heykeciğidir. Bu heykelciğin sağ omzundan sol kalçasına-sol omzundan sağ kalçasına giden bugünkü X işareti gibi bir işaret vardır. James Mellaart'ın kendi kitabındaki gerek fotoğraflarda gerekse çizimlerde açıkça bellidir. Daha sonraki bazı kaynaklarda, örneğin İletişim Yayınları'nın Uygarlıklar Ansiklopedisi'nde, her nedense (!!) bu konuya hiç değinilmediği gibi bu işaretin bulşunduğu heykelciklerin fotoğrafı veya çizimi de yoktur! 1965'in özgün kitabından lütfen bu fotoğrafları ve çizimleri görünüz.

    Bu X işareti ne ifade eder? Konumuzla ilgisi nedir?

 

    Orhun yazısı diye bildiğimiz, aslında binlerce yıllık Eskil Türk Yazısı olan oyma yazıda harf değeri olarak "ince d" harfi, işte bu X işaretidir. Bunun tamga değeri Ed'dir. Bu işaret Ed tamgasıdır. Ed, hem bugünkü "et-mek" fiilinin eski halidir, aynı anlama gelir, hem de "Büyük kızkardeş, abla" demektir. Bugün Anadolu Türkçesi'nde dahî yaşamakta bulunan Ede sözcüğü de abla demektir, Bulgaristan Türkleri buna Ade derler. Kastamonu çevresi aynen Ede demektedir.

    Şimdi lütfen, "Abla" kavramıyla "Ana Tanrıça" kavramının niçin ve nasıl olup da aynı işaretle gösterilebildiğini düşününüz. Biliyoruz ve mantıklıdır ki, eğer bir sözcük iki farklı kavramı ifade ediyorsa, bu sözcük o dilin kendi öz sözvarlığına dâhil ise, o farklı iki kavram eskiden aynı şeyi ifade ediyormuş demektir. Bakır sözcüğü hem madenin adı, hem de kap-kacak adı idi çocukluğumuzda değil mi? "Bakırları yıka" gibi. Neden? Çünkü kap kacaklarımız hep bakırdandı, bu farklı iki kavram o zamanlar aynı şey idi.

 

    Eskil Türk toplumunda ve devletinde kadın "efendi" idi, "malın-mülkün sahibi/mâliki" idi, devletin egemeni idi, yaratan/vareden/Ana Tanrıça idi, hükümdar idi. 1'den fazla kızkardeş varsa bunlardan hangisinin tahta geçeceğini bildiren veraset yasasına göre de, hükümdarlık hakkı kızkardeşlerin en büyüğüne aitti, yani En Büyük Abla'ya, yani Ede'ye.

 

    Bakınız bu sözcüğün sonra aldığı biçimlere ve bunların kavram anlamlarına :

    Ege (egemen'in kökü), ece (hükümdar kadın, ataerkil dönemde kraliçe anlamına getirilmiştir), iye (sahip/mâlik; nitekim bir menkul malın yahut taşınmazın özellikle de bir arazi parçasının mâliki olarak bugün de kullanılır, dilbilgisindeki iyelik zamiri deyimini de hatırlayınız; İye ile Is başkadır, bir yeri İye'si yani Mâlik'i orada oturmuyor olabilir, bu onun mülkiyetine halel getirmez, orayı bir sebeple fiilen elinde bulunduran, orada oturan-yaşayan kişiye Is denir, bu yüzdendir ki, kimsenin oturmadığı boş bir araziye/bölgeye vs. İyesiz denmez, belki iyesi vardır, ama Issız denir, Is'sı olmadığı görülmektedir çünkü.)

 

    Sayın arkadaşlar, bu Çatalhöyük Ana Tanrıçası üzerindeki bu Ed tamgası, Eskil Türk yazısının, a) M.Ö.6500'lerde varolduğunun, b) (Binlerce yıl sonrası tamga değerleriyle okunduğunda çıkan anlamın hem Çatalhöyük yerleşimi döneminin hem de binlerce yıl sonraki ve Türk'lüğü tartışılmayan dönemlerin tarihselliğine tam uyum göstermekte bulunuşuna dayanılarak) Bu yazının kayda geçirdiği dilin Türk dili idiğinin, c) Bu yazının tamga değerlerinin binlerce yıl aynı anlamda sürebilmişliğinin, ç) Bu süreğenliğin ancak ve ancak siyasal bütünlük ve sürekkilik ile olanaklı olabileceği düşünüldüğünde de, Türk Devleti'nin,

    Apaçık bilimsel delilidir. Lütfen inceleyelim ve başkalarına da bıkmadan anlatalım.

 

    2) Çadır da Türkçe'dir, bu da doğrudur. Sayın Kaya'nın isabetle buyurduğu üzere, Çat-mak fiilinden gelir. Çatı da çatmak fiilinden gelir. "Bir sözcük Türkçe ile Farsça arasında ortak ise mutlaka Farsça'dır", "Bir sözcük ç ile başlıyorsa mutlaka Farsça'dır" gibi safsatalardan arınmamız ve ta Eskil Farsça'dan hattâ Sanskritçe'den beri Türkçe'nin bu dillere sözcük veregeldiğini, bunun da gayet doğal idiğini, çünkü siyasal iktidarın-devlet örgütlenmesinin-ticaretin ve özellikle İpek Yolu ticaretinin güvenliğinin-egemenliğinin-hukukunun hep Türk'lerde bulunmasının komşu halkların dillerine çok sayıda sözcük aktarması için son derece doğal bir zemin ve ortam oluşturduğunu artık hatırlamamız gerekmektedir.

 

    3) Turan adı Farsça olmamakla birlikte, Türkçe de değildir. Tur adlandırmasının Türk'ler içinliği kuşkusuzdur, bu başka. Ama Tur adlandırması Türkçe olmayıp, Törük (Töre=Yasa ve gelenek koyan, bunu yapabilecek erke de sahip ve meşruan sahip olan) sözcüğünün Türkçe'yi bilmeyen ve tamgalarını doğru okuyamayan komşu (özellikle Sami ve Aryen) halklar tarafından gevelenmesi (doğru ve tam telaffuz edilememe, parafrasis) sonucu oluşmuştur. -an çoğul eki Arapça'dır. Türkçe'de de -n harfi getirilerek yapılan çoğullar vardı, ama bu kural (sonunu n'ye dönüştürerek sözcüğü çoğul kılma kuralı), tekil halinde iken -t harfi ile biten sözcükler için geçerli idi, Tarkat-Tarkan (Aristokrat-Aristokratlar) gibi. Türküt/Turgut boyu için aynı kural geçerlidir, Müreffeh-varlıklı anlamına gelen Bayat sözcüğünün çoğulu Bayan'dır. Bu yüzden, Tur sözcüğünü -n getirerek çoğul yapmak pek rastlanmış değil.  Şu var ki, istinası hiç yok değildir bu kuralın gerçi, belki bu da bir istisnadır; ama böyleyse de yalnızca çoğul eki Türkçe olmuş olur. Bu husus biraz daha araştırma ister gibi geliyor bana, kesin bir yargıya varmak için.

 

    4) Mezar'ın arz ile ilgisi yoktur, ziyaret kökünden gelir, ziyaret edilen yer demektir. Mim-ze-elif-re ile yazılır, Arapça'lığında tartışma yoktur. Arz ile ilgisi olabilmesi için, herşeyden önce sessizlerin sırasının uyması gerekirdi, bu en önemli kuraldır ve hiç şaşmaz. Sessiz atlanır ama sırası değişmez, önceye-sonraya gelmez. Gelirse bambaşka bir sözcük demektir, çünkü Semitik diller böyle köklenir ve böyle çekimlenir.

 

    5) Pardie sözcüğünün aslına, yani Fransızcasına bakınız; Par Dieu=Tanrı İçin, Tanrı'dan. Dieu da Çift demektir, Eskil Yunan tanrısı Zevs'ten gelir. Hem iyiliği, hem kötülüğü, hem erkekliği hem dişiliği vs. barındırdığı için bu ad verilmiştir, Latince Deus halini almış, diğer tüm Batı dillerine de buradan geçmiştir. İngilizce'de tek sözcük gibi algılanmışlığı kimseyi yanıltmasın, 1066'da Fatih William'ın Fransa'dan gelip İngiltere'yi istila etmesinden (Norman istilası) sonra İngilizce'ye Fransızca sözcükler akın akın girmiştir. Zaten İngilizce Latin kökenli olmamasına rağmen, İmparator Hadrianus zamanında zirvesini yaşadığı şekilde, Güney İngiltere tamamen ve düpedüz Latince konuşur-yazar idiğinden, Eskil Germence ve Keltçe köklerini asgarîleştirmiş ve en basit kavramı bile Latince sözcükle anlatır hale gelmişti. Bir de Norman İstilası gelince, Fransızca sözcükleri geveleme yoluyla alıntıladılar. "Garde! Le eau!=Dikkat! Su!" tümcesinin İngilizce'de "Gardy Loo" şeklindeki bir kalıp ünleme dönüşmesi gibi. (Bunlar oturaklara edip sonra da bunu sokağa döktüğünden, kibar(!)ları hiç değilse sokaktan geçeni uyarma cihetine gitmişti.Aristokrasisi de Norman olup Fransızca konuştuğundan ünlem böyle gelişti.)

 

    6) Bu eleştirilerime dikkat buyurulması kaydıyla, sayın Polat Kaya'nın "Degerli arkadaslar, Türk'ü Türk yapan onun dilidir. Binlerce yil Türklerin kendi dilinde kullandigi, Türk adina, diline, ata sözlerine geçmis, kültürüne islenmis Türk diline ait sözcükler, hovarda miras yedinin kendi kazanmadigi parayi harcadigi gibi, kolay kolay baskalarinin adina aktarilmamalidir. Sayet Türkçeye ait olan sözler, istekli olarak ve enine boyuna düsünmeden, "alin bunlar sizindir" diyerek baskalarina mal edilirse, Tur/Türk/Oguz dünyasi sonunda dilsizlige götürülür. Dilsiz ulus yok olmus ulustur." tümcesine tabiî ki katılıyorum. Ama her yabancı sözcüğe de Türkçe diye kılıf bulma zorlamasına gitmeye gereksinimimiz yoktur.

 

    Buraya dek okuma sabrı gösteren arkadaşlara teşekkürler ederim.

 

 

    Saygılarımla,

 

    Av.Murat Bülent Hattatoğlu

 

 

----- Original Message -----

From: Polat Kaya

To: TDTKB

Sent: Wednesday, September 12, 2007 7:56 PM

Subject: <>[TDTKB]<> Re: TÜRK TARİHİ TEZİ (İDDİASI)-????

 

Degerli arkadaslar,


"Mezar, avrat, çadır, Turan"
 sözcüklerinin Türkçe olmadigi, Arapca ve Farsca kaynakli oldugu daha önceki bir yazima verilen bir yanit iletide "efe" adli bir okur tarafindan belirtildi. Ben bu görüse katilmiyorum. Asagidaki açiklamalarimin dikkatle okunmasini dilerim. 


1. AVRAT sözcügü Türkçe "O-BIR-OD" sözünden gelir. Bu söz bir anlaminda eski Türk dünyasinin Gök-Gözü olan günesi ve ikinci anlaminda da "kadini" tanimlar. "O BIR OD" sözü zamanla "OBIROD" ve "AVRAD" (AVRAT) sekline dönüsmüstür. Nasil ki günes bir OD (ATAȘ, ALEV) ise "KADIN" benzetmeli olarak öyle algilanmistir. Onun IȘIGINA ve ISISINA tutulan tutusur yanar. Ayrica, Türkçe "OBIROD" degimi "ABIRO" (ABIR O, BIR O, TEK O (< Türkçe " BIR O" degiminden)) seklinde kadinin "güzellik, erdemlik, temizlik, dogruluk, dürüstlük" niteliklerini de tanimlar. Elbette ki eski Türk dünyasinda "ABIRLI, HAYALI, ARLI, ERDEMLI ve TEMIZ" olmak yalniz kadindan degil ayni zamanda erkekten de beklenen bir istekdi. En çok sevdigimiz kadin "güzeller içinde "BIR" (TEK) olanidir. Bu haliyle O, sevenin gözünde "BIR" olur, "TEK" olur ve bir tanriçe olur.

Redhouse Türkçe-Ingilizce Sözlük, [1987, s.. 4] sunu yazar: "ABIRU : 1. radiance of the face, gracefulness, beauty. 2 . Honor, glory, celebrity; honest pride. 3. modesty, shame". Türkçe olarak: "ABIRU : 1. parlayan bir yüz, yüz güzelligi, güzellik. 2. Seref, namus, taninmislik, hakli ve dürüst gurur. 3. alçak gönüllülük, mahcubiyet, erdemlik, ar, haya yani tanri-eçe "ARTEMIZ" anlamldir ki bunlarin hepsi KADINI yani "AVRAT" i ve Tur/Türk/Oguz toplumu olarak, "AVRAT" tan beklediklerimizi tanimlar. Bütün bu dediklerimin "ARABCA ile ilgisi yoktur. Üstelik en az M. Ö. ikinci bin yildan beri (en az 4000 sene öncesinden), Anadolu dilinde ARTEMIS adi vardir ki bu efsanevi ad, kadinin arli, erdemli, serefli olusunu, anneyi ve kadin kavramini bir efsanevi tanri-ece kimse olarak temsil eden bir addir. Kadin için bir simgedir ve örnek kadin tanimlamasidir. Eski Tur/Türk/Oguz töresinde kadina verilen deger o kadar büyüktür ki o bir "TANRI EÇE" (Büyük ANA TANRI) anlaminda olarak tamimlanmistir. ARTEMIZ kavrami Anadolunun özbe öz Türkçe dilinin malidir ki Greklere ait olmadigi halde Grekler tarafindan Türkçeden çalinmis ve Greklere mal edilmistir. 

Ayrica sözde "Grekçe" APHRODITE adi da Türkçe "AVRAT IDI" sözünün Helenlestirilmis seklidir. Bu anlama ilaveten, APHRODITE adi "A-PHR-OD-ITE" seklinde incelendiginde, onun Türkçe "O BIR OD IDI" degimi oldugunu da görüyoruz ki bu da "AVRAD" in karakterini tanimlar. Diger taraftan, "BIR OD" yine GÜN TANRININ adidir. 

Semitik dillerde "AVRAT" kavramina "IȘTAR" (ISHTAR" (ASHTAR)) demisler ki bu ad da yine Türkçedir. ""IȘTAR"" (AȘTAR) sözü Türkçe "EȘTIR" (AVRATTUR) ve ayrica "IȘITIR" ve "ISITIR" sözlerinden yapilmis bir addir ki "AVRAT" kavraminin baska Türkçe degimlerle tanimlanmasidir. 

Latincede APHRODITE için "VENUS" adini vermisler. Sözde VENÜS gezegenine izafeten. Halbuki "VENUS" adi "EVSUN" seklinde incelendiginde, Türkçe "EVSÜN" (EVSIN) degimi oldugu görülür. Evet, "AVRAT" EVDIR, YUVADIR, yuvanin kurucusudur, evin yanan atesidir, tüten ocagidir ve de dumanidir. Yani evin canidir ve cananidir. Onsuz ev ev degildir!

Simdi bütün bu açiklamalarimin isiginda, AVRAT sözünün Arapca oldugu iddiasi pek inanilir bir söz degildir ve gerçekle ilgisi yoktur. Sayet Arapcada bu söz kullanilmissa, o takdirde, sö ylenenlerin tersine Arapcaya Türkçeden geçmistir. 


2. ÇADIR sözü Türkçedir ve ÇATI sözünden gelir. ÇATI ise evin üstüne, yani DAMa verilen bir Türkçe addir. ÇADIR, ÇITA ve ÇITALAR arasina gerili bir BEZ den yapilmis bir çati, gölgelik, yagmurluk, yere tutturulan semsiye (güneslik) kavramidir. ÇATI, ÇITA ve BEZ sözcükleri Türkçe iken ÇADIRIN Türkçe olmamasi düsünülemez. Üstelik ezelden beri Ordu teskilatina sahip olan Tur/Türk/Oguz dünyasinda daimi olarak kullanilan tasinir bir askeri araçtir. Eski Türk ordugahi en az yüzlerce ÇADIRI olan bir kurulustur, bir konak yeridir. ÇADIR kavrami ile ilgili, örnegin, ÇADIR DIREGI, ÇADIR BASI, ÇĊDIR BEZI, ÇADIR ETEGI, ÇADIR GÖBEGI, ÇADIR IPLIGI, ÇADIR ÇANAGI, ÇADIR ETEGI, ÇADIR KAZIGI, ÇADIRCI, ÇADIRCILAR, vs. [Redhouse Türkçe-Ingilizce Sözlük, 1987, s.. 235], gibi pek çok Türkçe sözcükler var iken ÇADIR sözcügünün Türkçe olmadigini iddia etmek temelsiz bir iddia olur. Lütfen kimse Türkleri kandirmasin. Sonu gelmez yalan dolanla, en basta Türkler olmak üzere bütün dünya yeteri kadar kandirilmistir!


3. TURAN sözü Farsca degildir, sadece sözde "FARSCA" bir kaynakta, bilinen bir ad olarak zikredilmistir. Iranda sözde "FARS" dili henüz yok iken, eski "Iran" Türkçe konusan bir ülke idi. MEDE imparatorlugu "ARYAN" bir milletin imparatorlugu degil, bilakis bilinenlerin tersine, ezelden beri Türkçe dilli bir TURAN imparatorlugu idi. Günümüz de en az otuzbes (35) milyon Türkün Iranda olusu tesadüflerin eseri degildir. Tersine, bu çografyanin ezelden beri Türkçe dil konusan bir yer oldugunun isaretidir. Kimse bu gerçekleri Türkçeden yapilmis diller öne sürerek inkar edemez. 

Encyclopaedia Britannica "World Language Dictionary", [1963, p. 1153], "TURANIAN" sözcügünün tanimlamasinda Ingilizce olarak söyle yaziyor: 
"TURANIAN. OF OR PERTAINING TO A LARGE FAMILY OF AGGLUTINATIVE LANGUAGES OF EUROPE AND NORTHERN ASIA, NEITHER INDO-EUROPEAN NOR SEMITIC, SPECIFICALLY KNOWN AS THE URAL-ALTAIC LANGUAGES, OR ANY OF THE PEOPLE WHO SPEAK THEM. AS NOUN. 1 ONE WHOSE MOTHER TONGUE IS A URAL-ALTAIC LANGUAGE; A PERSON OF URAL-ALTAIC STOCK. 2 THE URAL-ALTAIC LANGUAGES COLLECTIVELY. 3 THEORETICALLY, ONE OF AN UNKNOWN NOMADIC PEOPLE WHO ANTEDATED THE ARYANS IN EUROPE AND ASIA. [< PERSIAN TURAN, A COUNTRY NORTH OF THE OXUS RIVER]."
 
Bu tanimlamanin benim özetlememle Türkçe anlami söyledir: "TURANLILAR, HIND-AVRUPA VE SEMITIK HALKLARDAN AYRI, ANA DILI URAL-ALTAY DILI DIYE TANIMLANAN EKLEMELI DIL AILESINE AIT BIR DIL OLAN, SÖZDE (demede, "teoride") ULUS KIMLIKLERI BILINMEYEN, GÖÇEBE HALK OLUP ARYANLARDAN ÖNCE AVRUPADA VE ASYADA OLAN HALKTIR." 


Bu ifadenin Ingilizcesi, olasilikla bilinçli sekilde, kaypak bir dil ile yazilmis olmasina ragmen, yine de çok önemli bir tanimlamadir. Eski dünyaya medeniyet veren, günümüzde toplam insan sayisi dünyada 300 milyon kadar olan, TURANLI Tur/Türk/Oguz insanini "bilinmeyen göçebe halk" olarak tanimlamak "sahte bilgi" (disinformation) ile okuyucuyu yaniltma ve sartlandirma tekniginin tepe noktasidir. Yazar TURANLILARIN ne dil konustuklarini, göçebe olduklarini, Hind-Avrupalilardan ve Sami soylulardan farkli olduklarini biliyor ve de onlarin Asya ve Avrupada ARYANLARDAN önce olduklarini biliyor amma onlarin Tur/Türk/Oguz insani olduklarini söylemeye bir türlü dili varmiyor. Böylece, yazar, aynen Turanli Etrüsklerin, Sümerlerin, eski Masarlarin, eski Anadolu insaninin, Pelasgianlarin, Minoanlarin, ve diger pek çok Tur/Türk/Oguz insaninin ulus kimliklerini bilmemezlikten geldikleri gibi, eski Turanlilarin tümünü de "kimlikleri bilinmeyen halk" olarak tanimliyor ki bu bilinçsizligin isareti degil, tersine, bilerek inkar etmenin bir örnegidir. Encyclopaedia Britannica yazarinin yukaridaki ifadesi hem sulandirilmis ve hem de bulandirilmis olmasina ragmen yine de bir "gerçegi" istemeyerek itiraf eden bir tanimlamadir. 

Evet, "tarihcilerin" kolaylikla itiraf edememesine ragmen, Türkçe dil konusan TURANLILAR gerek Asyada, gerek Avrupada ve gerekse Kuzey Afrikada ARYANLARDAN (yani gerçek gezginci çingenelerden, arayanlardan) çok daha önce yerlesik olarak yasamis eski bir ulustur. Dünyada baskalari ULUS degilken, TURANLILAR dünyada her yerde Türkçeyi tek dil olarak konusan bir ULUS idiler. [Bak GENESIS 11 de yazilanlara]. Ve o gezginciler ki kendileri de Turanlilarin dilini konusarak çesitli Tur/Türk/Oguz ülkelerine gidip siginiyorlardi, korunuyorlardi ve is bulup is yapiyorlardi. Böylece hem Türk dilini konusuyorlar, hem güvenlik içinde para sahibi oluyorlardi ve hem de gizli gizli Türkün dilini degistiriyorlardi. Gezginciler Türkçenin sözlerini degistirme (yani kirip yeniden düzenleme, "anagram" yapma) yolu ile her yerde bilinen ve konusulan Türkçeden çesitli Hind-Avrupa ve Semitik diller yaparken, bu arada her firsatta hile ve zorbaliklariyla ev sahibi yerli halki hükümleri altina almayi da ihmal etmemislerdir. 

Parasal ve askeri güc altina aldiklari Tur/Türk/Oguz insaninin kimligini degistirerek hem insanini çalip kendilerinden saymislar, hem de dilini, dinini, törelerini degistirerek, bir zamanlar aralarinda TEK DIL konusup anlasan bu yerli insanlari, artik birbirlerini anlayamaz ve taniyamaz hale getirmislerdir. Bu sömürücülügün ve sömürgeciligin çok sinsi bir "böl ve yönet" sistemidir. Bu sekilde dil hirsizligi sayesinde hem Tur/Türk/Oguz insanini kendi öz Türklük kimliginden kopararak kendi verdikleri adlar altinda eritmisler ve hem de Tur/Türk/Oguz insaninin her türlü medeniyetini çalarak kendilerine mal etmislerdir. Bu gibi yöntem ve yönetmelerin neticesi olarak ta olasilikla tarihin en eski ulusu olan eski Türk dünyasini tarihten silmislerdir. 

TURAN adinin kökü olan TUR sözcügü özbe öz Türkçe olup "Türk" adinin da temelidir. TUR adi, OGUZ adi gibi, eski TURAN dünyasinda Gök Tanrinin bir adidir. Bu ad bati kaynaklarinda "TYR, THOR, THUR" sekillerinde geçer ki Tanri adidir. Türkçede her tanimlama TUR tanimlama eki ile biter. TURAN adi, "TANRU" seklinde dizildiginde yine Türkçe Gök-Tanrinin adidir. "AN-TUR" seklinde "GÖKTÜR" demektir. "ANUTUR" seklinde evreni yaratan Gök Tanrinin adidir. ANU Sürmercede evreni yaratan DINGIR (TENGIR, TANRI) dir. ANU adi "HAN-U" seklinde Türkçe "HAN O" sözüdür. "HAN O" sözü Gök Tanriyi tanimlayan bir Türkçe sözdür. "HAN O" sözü "NOAH" seklinde Sami dillere asirilmistir. Böylece, TUR ve TURAN adi sayisiz Türkçe ifadeler içinde kullanilmis bir sözcüktür. 

Ayrica TURAN Tur/Türk/Oguz insaninin ana yurdu diye bilinir. TURAN adi Türk insaninin yaygin adlarindan biridir. "TURHAN" yahut "HAN TUR" seklinde TUR/TÜRK Beyini tanimlar. TURHAN seklinde yine sayisiz Tur/Türk/Oguz insaninin adidir. 

Bütün bunlarin isiginda TURAN sözünün Türkçe olmadigini iddia etmek bos laf etmektir. 

Bütün bunlara ilaveten, Iranda Aryan PARSLARIN kendilerine ad olarak aldiklari "PARS" adi da eski Türkçe "PART" (PARD) sözünden, T (D) harfinin S harfine degistirilmesi yoluyla elde edilmis bir addir. 

PART adi Tarihte "PARTHIAN" (PARTLAR, PARSLAR) diye bilinen, Orta Asyadan kopup gelen ve IRAN cografyasina en az 600 sene hükümran olmus SAKA (ISKIT) Türkleridir. 

Latince "PARTHI" sözcügü "Scythian people" [Cassel's Latin dictionary, 1962, s. 178], yani "ISKITLER" (SAKALAR) diye tanimlanir. 

"The Concise Oxford Dictionary of Current English", [Oxford University Press, 1964, s. 1137], "SCHTHIAN" adini söyle tanimlar; "Scythian, inhabitant of ancient SCYTHIA, the region north of Black Sea; = TURANIAN. [Latin from Greek "SKUTHIA". Yani, Türkçe olarak, "Iskitler, Kara Denizin kuzeyindeki bölgenin halki , diger bir degimle, günümüzde "Rusya" diye bilinen yerin eski halkini "TURANLI" diye tanimliyor. Bu tanimlama açik bir sekilde ISKITLERIN (SAKALARIN) TURANLI ve Türk oldugunu süpheye yer birakmayacak sekilde söylüyor. Bütün bu tanimlamalar karsisinda, TURAN adini "FARSCA" olarak göstermek, yani günümüz IRAN diline aitmis gibi göstermek yine temelsiz bir iddiadan baska bir sey degildir yeterki PARS deyiminin ne oldugunu iyice anlamis ve kavramis olalim. Evet PARDLAR (PARSLAR, PARTHIAN) Iran cografyasinda yasamislardir fakat onlar "ARYAN" (arayan, çingene, gezginci" irktan degildirler. Ancak ad degistirme ve kelime oyunlari ile bu Orta Asyali Tur/Türk/Oguz grubu da Türklükten uzaklastirilmislardir. 

Bir baska anlaminda PART (PARD) sözcügü "pard, pars, panter, leopardus" anlamindadir. Bati dillerinde "LEO-PARD" diye bilinen ve gövdesinde pek çok beneklerin oldugu bu hayvanin adi Türkçe "ALA PARD" sözünün degistirilmesinden yapilmistir. 

PART (panther) simgesi PARTHIAN (Parslar) bayraginda da yerini almis bir simgedir. 

PART (PARD) sözü, nasil ki Türkçe "BÖRI" (kurt) sözü "BIR-O" seklinde Gök-Ata Tanriyi temsil ediyorsa, "PARTI" sözü de "PIR -TA" (BIRTA / BIRTI / BIRDI) seklinde Türkçe hem "BIRDI" ve hem de "BIR ATA" sözünden gelir ki bu da yine Turan dünyasinin BIR ATA TANRISINI tanimlar. Bu haliyle, eski Türk dünyasinin GÖK-ATA TANRISI, baska bir Tur/Türk/Oguz boyunda, "PARD, PANTER, PARS" adi ile temsil edilmistir. 

Hatta PARTHIAN sözü dahi, harf-be-harf "PIR-ATA-HAN" seklinde yeniden dizilip incelendiginde, onda Türkçe "BIR ATA HAN" sözünü buluyoruz ki bu da hem yaratici Gök Tanriyi ve hem de "PARTLAR" in TÜRANLI Türklük kökenini Türkçe olarak tanimlar. 

Ingilizce "PARDIE (PARDI, PARDY), Fransizca PARDIEU sözcüklerinin anlami "by God", an oath" [Webster's Collegiage Dictionary, 1947, s. 720], seklinde veriliyor ki Türkçe "TANRI ILE" anlamli bir söz olayor. Bu anlam PART sözünün Gök Tanriyi temsil ettiginin baska bir kanitidir. PARDIE (PARDI, PARDY) ve PARDIEU sözleri Türkçe "BIR OD" seklinde Günesi ve "BIR ADA" (BIR ATA) seklinde GÖK ATA TANRIYI tanimlayan Türkçe sözlerin degistirilmis halidir. 

Latince PARDUS (PARDUSI) sözü karsiligi olarak "panther, leopard" veriliyor. [Cassell's Latin Dictionary, 1987, p. 159]. LEOPARD adi harf-be-harf "PER-AL-OD" seklinde yeniden düzenlendiginde Türkçe "BIR AL OD" (BIR AL ATAȘ) tanimlamasi olup AL GÜN TANRININ bir baska simge adidir. 

PANTHER adi dahi "AP-TENRH" seklinde dizilip incelendiginde yine Türkçe "APA TANRI" (ATA TANRI) degimini buluyoruz. 

Böylece, bütün bunlarla demek istiyorum ki PARS sözü de aslen yine Türkçe kaynaklidir. Ama ne var ki en basta Türkler olmak üzere dünya halki bir takim Türk dilini degistiren oyunbazlar tarafindan çocuklar gibi kandirilmislar ve eski dünya dilleri ve medeniyeti hakkinda esi görülmemis yalan bilgilerle yönlendirilip sartlandirilmislardir. Kandirmaca halen de devam etmektedir. 

Bu konularda su adreslerdeki yazilarin okunmasini da öneririm: 

1. ANCIENT TURS/TURKS OF TURAN AND THEIR LEGACIES TO THE WORLDhttp://www.compmore.net/~tntr/tur1.html
2. Türk Dünyasinin Tarihten Silinmis Geçmisi http://tech.groups.yahoo.com/group/Polat_Kaya/message/2
3. Turkish Era (Tarih-i Türk) http://tech.groups.yahoo.com/group/Polat_Kaya/message/188


4. MEZAR sözüne gelince, ben bu sözün aslinin da Arapça olduguna inanmiyorum. MEZAR sözü YER (ARZ) ile ilgili bir kavramdir. Baska bir degisle, her varligin hayatinin sonunda gidecegi yer arzda (yerde, toprakda) küçük bir yerdir. MEZAR sözü arza (yere, topraga) dönüsün bir ifadesidir. ARZ (YER, TOPRAK) son besik olarak bilinir. Dikkat edilmelidir ki "ARZ" sözü MEZAR" adinin içinde saklidir. 

Bu tanitmadan sonra ilkin ARZ ve YER sözlerini kiyaslayalim. ARZ sözü, Türkçe YER (YAR) sözündeki "Y" harfinin "Z" harfine kaydirilmasi ve kelimenin sonuna yazilmasi neticesi elde edilmis bir sözcüktür. [ YER (YAR) > ZER (ZAR) > ERZ (ARZ)]. Böylece Türkçe YER (YAR) ile Arapça ARZ kara topragi tanimlayan bir Türkçe sözün iki ayri seklidir. MEZAR sözü ise insanin kara topraktaki son "YERI" dir. 

Bu anlayisin isiginda, MEZAR sözü, Türkçe "ARZEM" yani "ARZIM, YERIM, ARSAM (TOPRAGIM)" anlamli Türkçe sözün yeniden düzenlenmis seklidir. Sözün basindaki ME eki, Türkçe sözcüklerde sona gelen ve sahiplik ifade eden "-EM, -IM, -UM" eki olup, MEZAR sözcügünde basa kaydirilmistir. Böylece MEZAR (MAZAR) sözü yeniden düzenlenmis Türkçe "ARZ-IM, YER-IM, ARS-AM" ifadeleridir. Bilindigi üzere, Türkçe "ARSA" sözü de yine Türkçe "tarla", köy disinda toprak (arazi), tarlanin bölunmüs küçük parçalarindan birisi ve küçük bir yer parçasidir. MEZAR da her faninin hayatinin sonunda, içine konulacagi bir "arsa" dir. Bunun gibi TÜRBE (TÜRBEH) sözüde yine Türkçe "TOPRAH" (TOPRAK) sözünden yapilmistir. 

Böylece, her nekadar MEZAR sözcügüne ARAPCA kaynakli deniyorsa da, onun da asli yine Türkçedir.

Degerli arkadaslar, Türk'ü Türk yapan onun dilidir. Binlerce yil Türklerin kendi dilinde kullandigi, Türk adina, diline, ata sözlerine geçmis, kültürüne islenmis Türk diline ait sözcükler, hovarda miras yedinin kendi kazanmadigi parayi harcadigi gibi, kolay kolay baskalarinin adina aktarilmamalidir. Sayet Türkçeye ait olan sözler, istekli olarak ve enine boyuna düsünmeden, "alin bunlar sizindir" diyerek baskalarina mal edilirse, Tur/Türk/Oguz dünyasi sonunda dilsizlige götürülür. Dilsiz ulus yok olmus ulustur. Halbuki Türkçe bir ata dil olup ezeldenberi vardir ve günümüzde konusulan sayisiz "dillere" kaynak BIRATA dil olmustur. 


Selam ve sevgi ile,

Polat Kaya

12/09/2007


efe wrote:

Yalnız şu da var:
Mezar, avrat, çadır, Turan, can bu sözler Türkçe değil. Arapça'dan, Farsça'dan geçmiş. Elinizdeki tüm örnekleri üleşirseniz seviniriz. Yine de Etrüskler'in Türklüğü su götürmez bir gerçek.
Görünen odur.

2007/9/7, Polat Kaya <tntr@compmore.net>:

Sayin Sinem TÜFEKCI hanim ve degerli arkadaslar,


Merhaba. Etrüsklerle ilgili iletinizde dediniz ki:

"Çadır geleneği ve mezar inancına sahip olmadıkları gibi Türklerle aralarında sosyal ve kültürel hiçbir benzerlik, dolayısıyla da onların Türk olduğunu gösterecek hiçbir bağ yoktur. "


Bu ifadenizle yanilgi içinde oldugunuzu belirtmek isterim. Önce ifadenizdeki "ÇADIR" kavramini anlayalim. Saniyorum ki ÇADIR sözünden kasdiniz Türklerin YURT kavrami olsa gerek. Zira yurt ve çadir biri digerinin ayni olan kavramlardir. ÇADIR daha kolay tasinabilen ve genellikle askeri birliklerce kullanilan bir konak aracidir. YURT ise genellikle ÇADIR in çok daha büyügü olup kuruldugu yerde daha uzun süre kalanidir ve halk tarafindan kullanilir. Böylece, yukaridaki ifadenizde ki ÇADIR sözü ie YURT demek istediginizi algiliyorum. Bu açiklamadan sonra, yukaridaki ifadenize katilmadigimi bildirmek için biraz farkli bir yönden Etrüsklerle ilgili bildiklerimden bazilarini sizlerle paylasmak istiyorum. 

Dünyada en ünlü "YURT" biçiminde olan bir yapit Roma sehrinde "Pagan" tapinagi diye bilinen ve PANTHEON adi ile anilan Etrusk ve diger yerli Tur/Türk/Oguz halkinin yaptiklari binadir ki bu bina Konyada ki KARATAY MEDRESESI ile de aynidir, fakat ondan çok daha önce yapilmis bir binadir. Lütfen bu konuda su yaziyi okumanizi öneririm, http://www.polatkaya.net/pantheon_yurt.htm . Yazi Ingilizce olarak yazilmistir. Umarim bir sorun olmaz. 

Türklerin YURT dedikleri, ÇADIR gibi kurulup sökülebilen tek odali bir damdir. Benim görüsümde, eski Türk dünyasinda, on bin seneyi askin bir devirde hep gök tanriya inanmis bir ulus olarak, Türklerin YURT kavrami "Gök Tanrinin" dami olan "gök damini" örnek alarak yapilmis "bir göz damdir". Bu damin bir odasi, bir kapisi ve tepesinde de bir "bacasi" yani "gözü" vardir. Baska bir deyimle bir "tepe göz" damdir aynen "gök daminda oldugu gibi. Bu baca, gündüz gök-damini bir bacadan giren isik gibi aydinlatan Günesi temsil ettigi gibi, geceleyin gök-damini aydinlatan Ay'i da temsil eder. Iki halde de isik kaynagi günesin kendisidir. Pantheon binasi da aynidir ve Türk dünyasinin Orta Asyada gelistirilmis yurt kavramindan kaynaklanir. PANTHEON binasi da bir kapisi ve bir bacasi olan "bir göz damdir". Ilginçtir Pantheon binasinin 26 ayak çapinda (takriben 8 metre) olan bacasina Latincede "OCOLUS" ("The Eye") yani "GÖZ" demisler. Baska bir deyimle, "The Demon's hole" yani "Seytan bacasi" anlaminda özel bir ad veriliyor. Bu OCOLUS adi ise Türkçenin "ULU KÖZ" (ULU GÖZ) ifadesinin yeniden yapilandirilarak Romanlandirilmis halidir. Türkçe "ULU KÖZ" ve de "ULU GÖZ" basta günesi ve sonrada ayi tanimlar ki bu iki kutsal gök varligi eski zamanda Gök Tanrinin "gözleri" olarak bilinirdi. Eski Turan dünyasinda GÜNES ve AY Gök-Ata-Tanrinin KOR ve KÖR gözleri idi. 

Denebilir ki Avrupanin pek çok kubbeli binalari, itiraf edilmemesine ragmen, hep bu temel kavram üzerine yapilmistir ve onlarin çoguna örnek, sözde "Pagan" olan Etrüsklerin bu binasidir. Yukarida ki yazimda, Pantheon kapisina yazilan yazinin açiklamasina da lütfen bakiniz. Sifreli yazilmis o yazida çok ilginç ifadeler göreceksiniz. Bu bilgilerin bilincinde, Etruskler "çadir gelenegine sahip olmadiklari" seklindeki ifadenizi dayanaksiz buluyorum. Etrüskler özbe öz Türk idiler. Yakin zamanda yapilan DNA arastirmalari dahi onlarin DNA izleri ile Türklerin DNA izlerinin birbiri ile çakistigini göstermistir. Böylece Etrüsklerin Tur/Türk/Oguz olusundan süphe edilemez. Fakat bunu Avrupalinin agzindan isitmek oldukca zordur. 


"Mezar" kültürü konusuna gelince Etrüsklerin muhtesem bir "mezar" kültürü vardir. Elbetteki yakin zamanin Türk kültüründen farklidir. Fakat diger taraftan ölülerini kapali odalar içine koymalari Selçuklularin "kümbetlerinden" daha farkli sayilmaz. Hatta bazi mezar yapitlarinin dami bile yine kubbe biçiminde olup YURT damini andirir, [bakiniz: http://goeurope.about.com/library/bl_orvieto_4.htm ]. Bu sitedeki Etrusk mezarlarinin damina bakarsaniz onlarin bir nevi Osmanlilarin Topkapi sarayi damlarinda yapmis olduklari küçük kubbelerden veya cami sistemlerinde kullandiklari küçük sira kubbelerden farksizdir. Bu benzeyis te bir kültür ortakligidir. Etrüsklerin onbes binden fazla mezarinin içindeki hazineler daha 19. asirda Avrupali mezar hirsizlari tarafindan soyulmus ve müzelere satilarak paraya çevirilmistir. Mezarlara ölülere ait esyalarin konulmasi çok eski bir Türk töresidir ki bunu Etrüsklerde de buluyoruz. Bu da Etrüsklerle Türkler arasinda ortak olan ve de inkar edilemez bir kültür bagidir. 

Etrüskler ölülerini hem yakarlardi ve hem de yeralti ve yer üstü odalarda sandukalara yerlestirirlerdi. Yakilan ölünün külleri tastan ve/veya pisirilmis kilden yapilmis kutulara (odaciklara) konurdu ki bu kutularin üzerine Etrüsk dilinde "KEL KUTU" yahut "KEL KUTUȘU" yazilidir. Yani bizim anlayacagimiz Türkçe dil ile, bu kutulara "KÜL KUTU" veya "KÜL KUTUSU" deniyordu. Böylece, KÜL ve KUTU sözleri hem Türkçeye ve hem de Etrüskçeye ortak kelimeler oluyor. Etrüsk mezarliklarinda bulunmus tas kutular üzerine Etruskçe olarak yazili yazitlardan okudugum bu "KEL KUTU" ve "KEL KUTUȘU" Etruskçe ve Türkçe sözcüklerini ilk defa sizlerle bu yazimda paylasiyorum. "KÜL KUTUSU" için Italyanca "URNA" (URNE) ve Ingilizce "URN" diyorlar. Etrüsk kül kutulari için mümkünse su kaynak kitaba bakmanizi dilerim.

[Dr. Giuseppe Foscarini, "La Lingua Etruschi ", Universita Degli Studi di Frenze, 1980, sayfa 282, Sayi 213, Perugia URNA, KUTU; sayfa 283 Sayi 214, Perugia-URNA KUTU; sayfa 382 Sayi 271 (iki kül kutusu resmi)]

Hatta Etruskler ölen kisi için LUP veya LUPU sözcügünü kullanirlardi ki bu Turkçenin "ÖLÜP" sözünden baska bir sey degildir. Ilginçtir ki Avrupalilar onlarin dilinde de degisikler yapmislar ve anlasilmaz hale getirmisler. Bu hali LUPU ile ÖLÜP sözlerini kiyasladigimizda görüyoruz. 

Bu arkeolojik buluntular Etrusklerin Türkçe dilli TUR/TÜRK/OGUZ kavimlerinden olduklarinin kusku götürmez belgeleridir. Üzerlerine Türkçesi "KÜL KUTUSU" olabilen ve Etrüsk dilince "KEL KUTUȘU" olarak yazilan bu arkeolojik buluntular umarim Etrüsklerin Türklügü hakkindaki süphenizi ve sizin gibi süphesi olanlarin süphelerini giderecek niteliktedirler. 

Bununla beraber, sözde Grek adi "AFRODIT", ki Türkçe AVRAT sözünün "Helenlestirilmis" seklidir, karsiligi olarak Etrüskçe "TURAN" sözü kullanirlardi. TURAN çok olasilikla bizim Türkçe "TUR ANA" yahut "ANATUR" degimi olmalidir. Zira Türkçenin "AVRAT" sözü hem ANAyi, hem AVRATl ve hem de KADINI tanimlar. Türkçe BAYAN için Etrüskler PUYA ve büyükbaba için PAPA diyorlarmis. Bunlar Etrüsklerle Türkler arasindaki dil ortakliginin belgeleridir. Bunlar gibi daha pek çok bildiklerimiz vardir ki hepsini burada vermem simdilik imkansiz. Umarim ki bu örnekler Etrüsklerin Türklük kimligine açiklik getirir.

Etrüsklerle Türkler arasinda var olan baska bir kültür bagi olarak sunlarida söyleyebilirim: Etrüskler de Türkler gibi at, sigir ve koyun sürüleri beslerlerdi. At üstünde geriye dönüp ok atma onlarin da törelerinden biri idi. Bu töre heykelciklerle ebedilestirilmistir. Hatta kullandiklari YAY bile Türklerin kullandigi çifte bükülmüs yay cinsinden idi. Bunun için su kaynaklara bakilabilir. 

1. Michael Grant, "The Etruscans", Charles Scribner'sSons, New York, 1980, resim "Amazon from the rim of a cauldron from Capua", s. xiii. 2. Jacquetta Hawkes, "The Atlas of Early Man", St. Martin's Press, Inc, New York, 1976, s. 163, Resim: "Horseman with bow, figure from Etruscan bronze bowl". 
3. Werner Keller, "The Etruscans", s. 118.

Bu arada faydali olur diye "mezarlik" anlaminda olan su sözcükleri de dikkatinize sunmak isterim. 

Grekçe NEKROPOLIS veya NEKROPOLEWS (cemetery) yani "mazarlik" anlaminda veriliyor. NEKROPOLEWS sözcügü harf-be-harf "NESORLOK-EVU-P" seklinde yeniden dizildiginde, ve W = UU, VV, YY, UV, UY, VY oldugu bilinciyle, "M" harfinin "N" harfine kaydirilmasi neticesi olarak, adin aslinin Türkçe "MEZARLUK EVÜ" oldugu gerçegi ile karsilasiyoruz. Bunun anlami sudur. Bu sözde "Grekçe" söz aslinda Türkçeden kaçirilmis "MEZARLUK EVÜ" tanimlamasinin yeniden düzenlenmis ve Helenlestirilmis halidir. Bunun gibi Ingilizce CEMETERY sözcügü de harf-be-harf "MECERTER-Y" seklinde dizilip Türkçe olarak bakildiginda, "Z" harfinin" "C" harfine degistirilmesi ile, adin aslinin "MEZERDIR O" (MEZARDIR O) tanimlamasi oldugunu buluyoruz. Demek ki bu "Ingilizce" kelimenin asli da yine Türkçedir. Bu degismelerin anlami "mezar" adinin ve olasilikla kavraminin eski Tur/Türk/Oguz dünyasindan dünyada pek çok yere yayildigi gerçegidir.

"Latin" dili, Grek dili ve diger Avrupa dillerinin de oldugu gibi, Türkçenin sözlerinin degistirilmesinden yapilmis sözcüklerle dolu yapay bir dildir. Diger bir degimle ana/ata dil olan Türkçeden yapilmis bir dildir. Latincede Etrüskler için kullanilan ad "ETRUSCUS" (Ingilizce: "an Etruscan, Etruscans, Etrurians" anlamli) seklinde verilmektedir, [http://www.tkline.freeserve.co.uk/PropindexDEFGHI.htm]. Bu adin kendisi dahi bize pek çok gizlenmis Türkçe anlamlar aktarmaktadir. Ben onlardan bir kaçini sizlerle paylasacagim.

1. ETRUSCUS
 adi harf-be-harf "US-TURCES" seklinde yeniden düzenlenip Türkçe olarak okundugunda, "C" harfi "K" sesi oldugu bilinciyle, ortaya çikan sözün "UZ TÜRKÜZ" (ÖZ TÜRKÜZ, UZ TÜRKÜZ, OGUZ TÜRKÜZ) Türkçe tanimlamasini görüyoruz. Bu bulus hiç de tesadüflerin neticesi degildir. Aksine, Etrüsklerin Türk oldukalrinin bir kanitidir. Ya Etrüsklerin kendileri yahut ta Latin dilini Türkçeden hazirlayanlar bu tanimlamayi bilinçli sekilde adin içinde gizlemislerdir. 

2. ETRUSCUS
 adi harf-be-harf "SUSE-TURC" seklinde yeniden düzenlenip Türkçe olarak okundugunda, Türkçe "SÖZÜ TÜRK" yani "dili Türkçe" olduklarini tanimlayan bir ifade buluyoruz. Bu bulus ta tesadüflerin eseri degildir.

3. ETRUSCUS
 adi harf-be-harf "UCUSSETR" seklinde yeniden düzenlenip Türkçe olarak okundugunda, Türkçe "OKUSCUTUR" (OGUZCUDUR) degimini buluyoruz ki bu tanimlama ile Etrüsklerin hem OGUZCU yani "OGUZ" dinine inananlar ve hem de OKUZCU yani sigir besleyenler oldugu gerçegini buluyoruz. 

4. ETRUSCUS
 adi harf-be-harf "CUSUSETR" seklinde yeniden düzenlenip Türkçe olarak okundugunda, Türkçe "KUZUCUTUR" (KOYUNCUDUR) seklinde degimi buluyoruz ki bu da onlarin, tipki diger Türk boylarinda oldugu gibi, koyun kuzu sürüleri besleyenler oldugu tanimini veriyor.

5. ETRUSCUS
 adi harf-be-harf "UT- SURCES" seklinde yeniden düzenlenip Türkçe olarak okundugunda, Türkçe "UT SÜRÜCISI" (ÖKÜZ, SIGIR SÜRÜCÜSÜ) ve ayni zamanda "AT SÜRÜCISI" (AT SÜRÜCÜSÜ) olduklarini tanimliyor. Hayvan sürülerine sahip olanlara Türkçe SÜRÜCÜ denir. 

6. ETRUSCUS
 adi harf-be-harf "S-SUCUTER" seklinde yeniden düzenlenip Türkçe olarak okundugunda, Türkçe: 

a) "aS SAKADIR" (BIR SAKADIR) degimi oluyor ki bu onlarin SAKA yani SAKA TURKLERI olduklari gerçegini kanitliyor. Sözde "TROY"lular (ki bu TROY adi da Türkçe "TUR ÖY" (TUR EVI) degiminden yapilmistir) da Türklerin "SAKA" boyundandi. PELASGIAN adi ile bilinenler de SAKA idiler ve Etrüsklerle hem dil ve hem de alfabe birligi vardi.

b) "aS SUCUDUR" (BIR/ESSIZ SUCUDUR)
 degimi oluyor ki bu onlarin essiz denizci olduklarini tanimliyor. Böylece, denizci ve balikci olan TUR-SAKA "PELASGIANLAR" gibi, Etrüsklerin de deniz asiri seferler yapan denizci ve balikci kimseler oldugu tanimini buluyoruz.. "SAKA" sözü Türkçede "SUCU" (su isi ile ugrasan) demektir. Bu Türkçe sözü de yine ETRUSCUS sözü içinde buluyoruz. Ta Ingiliz adalarinin en kuzeyinde oturan ve "SCOT" diye bilen grubun "ISKIT" (SAKA, TUR/TÜRK SAKALARI) olduklarini da burada listemize katabiliriz. Nitekim "SICILYA" adasinin adi da "SAKA ILI" seklinde onlarin adini tasir. 

Ayrica sözde "TYRRHENIAN SEA" denizi diye bilinen, aslinda "TURANNI EREN SUYU" (TURANLI ERLER SUYU) Türkçe sözünden kaynaklanan, Italya yarim adasi ile Korsika, Sardunya ve Sicilya adalari arasindaki Akdeniz bölgesi de yine Etrüsklerin (Tur-Sakalarin, Pelasgianlarin) adina verilmis bir deniz adidir. Dikkat edilmelidir ki KORSIKA adasinin adi da yine "KOR SAKA" (KÖR SAKA, GÖR SAKA) adindan gelir ki bu da, SICILYA adasi gibi, eski çaglarda SAKA Türklerine ait bir ada oldugunun isaretidir. SARDUNYA adasinda Orta Asyada bulunan ve Türk dünyasina ait BALBAL denilen insan bicimli taslarin Sardunya adasinda da bulunusu, bu adanin da eski çaglarda Türk dünyasina ait oldugunun bir isaretidir. 

En son olarak sunu da belirtmekte yarar vardir: "Latin" dilinde, Ingilizce "GENOCIDE" yani "soykirim" kavramini tanimliyan kelime gibi, benzer bir kavrami tanimlayan Latince "TYRANNICIDAE" (TYRANNICIDE) kelimesi vardir. Bu terime, pek inandirici olamayan, "zalim hükümdari öldürülme" gibi bir anlam verilmektedir. Sanki "zalim bir hükümdari öldürme" ile "herhangi bir insani öldürme" birbirinden farkli islemlermis gibi bu kavrama özel bir kelime üretilmis. Bu tanimlama bence gerçegin ifadesi degildir. Bu tanimlama baska bir gerçegin üstünü örtmektedir. 

Dikkat edilirse, Ingilizce "GENOCIDE" sözü her nekadar Grek GENOS + CIDE sözlerinden yapilmis bir kelime oldugu iddia edilirse de, gerçekte Türkçenin "CANA KIYDI" yahut "CANI KIYDI" degiminin Ingilizcelestirilmis halidir. 

Sözde Grekçe GENOS yahut GENOUS (race; family; gender; kind, species) [Divry, 1988, p. 460], yani Türkçe "irk; aile; candir, cins, erkeklik disilik cinsi" anlamli olarak verilen bir kelimedir ki o da Türkçe "CAN-O" ve "CINSI" (CINSU, CINS-O) sözlerinden yapilmis bir sözdür. -CIDE son eki ise, 1. "killer or destroyer of"; 2. Murder or killing of: [Latince -CIDA (killer) < CAEDERE (to kill), "CIDIUM" (slaughter) < caedere] seklinde tanimlaniyor, [Encyclopaedia Britannica, World Language Dictionary, 1963, p. 239]. Bu tanimlama ile, -CIDE eki, 1. "birisini öldüren"; 2. "birisinin öldürülmesi" anlamli bir söz oluyor. Ayrica Latince "öldürmek' anlamli "CAEDERE" sözünden geliyor denilmektedir. Kaynak olarak verilen bu sözcükler sira ile:

Latince "CIDE" Türkçe "KIYDI" sözünden; 
Latince "CAEDERE" Türkçe "ERE-KIYDI" (KIYDI ERE) sözünden; 
Latince "CIDIUM" Türkçe "KIYDIM" (dogradim, ödürdüm anlamli) "kiymak" sözünden yapilmis sözcüklerdir. Bunlara ilaveten:

Latince "CAEDES" (a cutting down, slaughter; the persons slain), yani "kesmek, bogazlamak, bogazlanan kimseler" anlamli sözcüktür ki Türkçe "KESIDI" (BOGAZLAMADI anlamli) "kesmek" sözünden yapilmistir. 
Latince "CAEDO" (to fell, cut down, to kill), yani "kesmek, öldürmek" anlamli sözcüktür ki Türkçe "KIYIDU" (KIYIDI, KESIDI anlamli) sözünden yapilmistir. 
Latince "CECIDI" (to fell, cut down, to kill) Türkçe "KESIDI" sözünden yapilmistir.
Latince "CAESUM" (to fell, cut down, to kill) Türkçe "KESEYUM" (KESEYIM) sözünden yapilmistir. 
[Kaynak: Cassel''s Compact Latin Dictionary, 1962, p. 34].

Bilindigi gibi, Türkçede biri bir baskasini öldurdügünde "canina KIYDI" denilir. Baska bir Türkçe degimle, örnegin, "HARPTE KIYIM KIYIM KIYILDILAR / DOGRANDILAR / DÖKÜLDÜLER / ÖLDÜRÜLDÜLER" seklinde denir. Yani bu Türkçe ifade toplu olarak "CANA KIYMA" ve/veya "CANI KIYMA" kavramini ifade eden bir tanimlamadir. Böylece, yukarida açikladigim Greek, Latin ve Ingilizce sözcüklerin kaynagi, söylenenlerin tersine, Türkçedir. Dilciler bu sözcüklerin Türkçeen "anagram" yapma yollu üretildiklerini dikkatle incelemelidirler.

Bu durum karsisinda, tekrar dönüp Latince "TYRANNICIDAE" sözüne bakalim. "TYRANNICIDAE" sözü "TYRANNIA-CIDE" seklinde incelendiginde, onda "TURANNIYA KIYDI" ve/veya "TURANNIYI KIYDI" Türkçe degimini buluyoruz. Kelimedeki bu anlam "zalim bir hükümdari öldürülme"kavramindan çok farkli bir kavramdir. Gerçekte, "GENOCIDE" sözü gibi, Latince "TYRANNICIDAE" sözü de eski çaglarda gerek Italya ve gerekse Avrupanin diger bölgelerinde yerlesik TURANLILARA tatbik edilmis bir genel "KIYMA, KIRMA, KATLIAM, SOYKIRIM" olayi için söylenmis bir söz olmalidir. 

Iste gerek Etrüsk Türklerini ve gerekse diger Tur/Türk/Oguz insanini Avrupa tarihinde bilinen ve yasayan insanlar olarak göremiyorsak bu kendilerine tatbik edilen "TURANLIYI YOKETME" politikasinin neticesidir. Günümüzde Etrüskler milli kimligi ve dili bilinmeyen ölü bir millet olarak tanitilir. Bununla beraber, saniyorum ki gerçek ilimle ugrasan ve gerçegi bilmek isteyen pek çok Avrupali ilim adami eninde sonunda bu gerçekleri ve onlarin Türklügünü itiraf etmis olacaklardir. 

Gariptir ki Etrüsklerden yagma edilen eserler Avrupa müzelerini doldurur amma yine de Etrüsklerin gerçek kimligi bilinmez. Yüzlerce sene boyunca, Roma imparatorlugunun zenginleri çocuklarini Etrüsk okullarinda okutmuslardir. Buna ragmen yine de Etrüsklerin milli kimliginin kim oldugu bilinmez. ROMA sehrinin Etrüskler tarafindan yapildigini ve ilk adinin KIZIL ALMA yahut "AL TANRI" sehri ("The ETERNAL City" ) oldugunu bilirler fakat Etrüsklerin Tur/Türk/Oguz kimligini bilmezler. Hatta öyleki Roma sehrinin bu ilk adini kim ki sesli bir sekilde söylerse hemen aninda öldürülürmüs. Belli ki 2500 seneden beri Etrüskler konusunda Avrupanin çok karanlik bir geçmisi vardir ve onun aydinlatilmasini kilise pek arzu etmemektedir. Gerçekte Avrupa "medeniyeti" eski Turanlilarin medeniyeti üzerine oturtulmustur ve hem o medeniyetten bol bol nasibini almistir. Denebilir ki en azindan Avrupada kilise sisteminin tepesinde olanlar bunu çok iyi bilmektedir. Fakat Avrupada gizlilik önde gelen bir karanliktir ve o karanlik kapladigi her seyi yutar. 

En son olarak su görüsümü de bildirmek isterim: Sayet günümüz Türkiyesi, her alanda kendi kendine yeter, kendi basina tamamen bagimsiz ve diger Tur/Türk/Oguz dünyasi ile birlemis BIR BÜTÜN OLMA yerine, Avrupanin dayattigi her sarti kabul ederek Avrupa Birligine, bir eyalet gibi, girmeyi kabul ederse, AB ülkeleri Türklere, kendilerine esit olmayan fakat onlara hizmet etme yeteneginde bir grup olduklari gözü ile bakacaklardir. Bu tarihte de böyle olmustur. Çok eski devirlerden beri Tur/Türk/Oguz insanini ve medeniyetini çekememis, onlari tarihten yok etmek için her hileyi yapmis Avrupali dinci-politikaci gezginci grubun yeniden gelistirdigi bir sistem içinde, Türklerin kendilerine özel dilinin, dininin ve de milli kimliklerinin zamanla degistirilmesi ve kendilerinin de sistem içinde eritilmesi olasiligi çok büyüktür. Etrüsklerin ve eski Turan dünyasinin tarihten silinisi gibi, amansiz bir duruma düsme olasiligi vardir. Çok sanli bir geçmise sahip ve dünyaya medeniyet vermis olan Türklük namina, dilerim Tanridan böyle bir durum asla olmasin! 

Degerli arkadaslar, umarim bu ileti Etrüsklerin Türklük kimligi konusundaki tartismaniza aydinlatici nitelikte bir katki olur ve ayrica Avrupa dillerinin ve de medeniyetinin temelinde eski Turanli Tur/Türk/Oguz insaninin dili, dini ve medeniyeti oldugu gerçegini görmege yardimci olur. 


Selam ve sevgilerle,

Polat Kaya

06 / 09 / 2007





su özdemir wrote:

Sayın Sancaktar, 

Bir ırkın Türk olup olmadığını anlamak için incelenmesi gereken en önemli kaynak arkeolojik malzemelerdir. Bunun dışında linguistique çalışmalarının, sosyal ve kültürel benzerliklerinde ortaya konması iddiayı doğrulamak açısından son derece önemlidir. Etrüksler yani Tursakaların Türk olduğunu iddia eden tek kişi Adile Aydadır (İtalya'da büyükelçilik yapmıştır) ve Tursakalar İtalyanların ataları olarak kabul ettikleri bir kavimdir. Çadır geleneği ve mezar inancına sahip olmadıkları gibi Türklerle aralarında sosyal ve kültürel hiçbir benzerlik, dolayısıyla da onların Türk olduğunu gösterecek hiçbir bağ yoktur. Aşağıda göreceğiniz kavimler vb. Türk adını taşıyan Türk kavimleri sanılmış fakat bunlar faraziyelerden öte gidememiştir.
 Son arkeolojik araştırmalar ve kültür tarihi araştırmaları sonuçlarına da aykırı düşen bu iddiaların linguistique bakımından da doğruluğu tespit edilmemiştir. Türk adının M.Ö'ki asırlarda bile bugünkü telaffuzuna göre yani tek heceli söylenmesi gerekmektedir. Halbuki adın tek heceli durumuna Gök-Türk zamanında (M.S 6.-8. yy.) geçtiğini Orhun Abideleri bize kanıtlamaktadır. Son araştırmalarda Türk kelimesinin 6.-8. yy.'dan önce tek heceli söylendiği, daha eskiden ise "Törük" şeklinde olabileceği belirtilmiştir. Adları Türke benzediği iddia edilen bütün topluluklarda ırki, lisani, ekonomik vb. bağ tespit edilmemiştir. 


Bazı rivayetler;

·       Heredetos-Targita'lar

·       İskit topraklarında oturdukları söylenen Tyrkae

·       Tevrat'ta adı geçen Togharma

·       Hind kaynaklarındaki Turukha veya Turuşka

·       Eski Ön Asya çivi yazılı metinlerde görülen Turukkular

·       Çin kaynaklarındaki Tik'ler

·       Troia'lılar

İslam kaynaklarına göre iki rivayet vardır;

·       Zend-Avesta Rivayeti (İran menşeli) : İran hükümdarı Feridun'un oğlu Türac veya Tür "Türk"adını taşıyan ilk kavim olarak gösterilmek istenmiştir.

·       Tevrat Rivayeti (İsrail menşeli): Nuh'un torunu (Yafes'in oğlu) Türk "Türk" adını taşıyan ilk kavim gösterilmek istenmiştir.

Evet, Türkler dünyanın en eski kültür ve medeniyetine sahiptir ve bunun başlangıcına ulaşmak oldukça zordur, fakat Türk tarihini insanlık tarihine kadar indirgemekte biraz abartılıdır. Yapılan arkeolojik ve antropolojik araştırmalar M.Ö 4000 yıllarına kadar dayanmaktadır. Kimmerler ve İskitler yazılı kaynaklardan ve arkeolojik çalışmalardan elde edilen bilgilerle doğrulanmış olan ilk Türk devletleridir. Önemli olan da bu bilgiler ışığında doğruya ulaşmaktır. Atatürk de, bu önemli kaynakların, belgelerin ve vesikaların Türkçe'ye kazandırılması, bugüne kadar Batılılar tarafından yapılan yersiz tanımlamaların (barbar, küfürbaz, cahil, despot, kaba, vicdansız, inançsız, soyu sopu belli olmayan vb.) bertaraf edilmesi ve Türk milletine bir tarih şuuru kazandırmak için 1931'de TTK'yı kurmuştur.

Sinem TÜFEKÇİ

 


Date: Sat, 1 Sep 2007 04:38:20 +0300
From: pssngr34@gmail.com
To: alicalikusu@gmail.comtsrgrup-dagitim@googlegroups.comturancatli@googlegroups.comtdtkb@googlegroups.comhozdincster@gmail.comoybirligi@googlegroups.comozdegul79@gmail.comkmeditor@gmail.comkirmizigunluk@googlegroups.com;havaharpokulu@googlegroups.comgencbeyin@googlegroups.comDipDalgasi@googlegroups.combdogan@hacettepe.edu.tranadoluhaber@googlegroups.comVatanseverbiz@googlegroups.comvatanturan@googlegroups.commilletim@googlegroups.com
Subject: <>[TDTKB]<> TÜRK TARİHİ TEZİ (İDDİASI)

Türk Tarih Tezi
Türk Tarih Tezi, beyaz ırkın kökeninin Orta Asya olduğu hipotezinden yola çıkmaktadır. Buna göre çeşitli göç dalgaları halinde Orta Asya'dan dünyaya yayılan Türkler dünya medeniyetlerinin önemli bir kısmını kurmuştur. 

Türk Tarih Tezi'nin temel kabulleri şu şekilde özetlenebilir:

- Türkler, brakisefal ve beyaz ırktandır. Beyaz ırkın anayurdu Orta Asya'dır, 
- Medeniyetin beşiği Türklerin anayurdu olan Orta Asya'dır, 
- Göçler sonucu Türkler birçok yere yayılmış ve uygarlaşmayı tetiklemiştir, 
- Anadolu'nun ilk yerli halkları Türklerdir; Hititler vs. halklar dahil, 
- Kürtler dağ Türküdür. Bu yüzden 80 yıl önce Kürtlere dağ Türkü denilmişti, 
- İtalya'da yaşamış Etrüskler Türk'tür, 
- Irak'ın güneyindeki Sümer uygarlığını Türkler kurmuştur, 
- Mısır medeniyetinin ilk kurucuları Orta Asyalı brakisefal Türklerdir, 
- Maya, Aztek ve İnka Amerika uygarlıklarını Türkler kurmuştur, 
- 70 bin yıl önce Asya ve Amerika kıtası arasından batmış Mu kıtasında konuşulmuş olan Mu dili Türkçedir, 
- Peygamber Hz. Nuh Türk'tür. 

Görüldüğü gibi, Türk Tarih Tezine göre Irak, Anadolu, Mısır ve Ege medeniyetlerinin ilk kurucuları Orta Asyalı brakisefal ırkın temsilcileridir: Hitit, Sümer, Etrüsk, Rum, Yunan, Kürt, Macar vs. halklar Türk sayılmaktadır. Başka bir deyişle, bu teze göre Avrupa'dan Çin'e kadar uzanan coğrafyadakilerin çoğu Türk'tür. 


Mustafa Kemal Atatürk 1930'lu yıllar boyunca yaptığı çeşitli konuşmalarda Türk Tarih Tezi'ni bizzat desteklemiştir. Örneğin 
"Bu memleket tarihte Türk'tü, o halde Türk'tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır." sözüyle Anadolu'da eskiden beri yaşamış bütün halkların Türk olduğunu belirtmektedir.

"Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır." sözleriyle de Kürtler, Rumlar, Bulgarlar, Makedonlar vs. halkların Türk olduğunu öne sürmektedir.

"Anadolu 7000 yıllık Türk beşiğidir" sözü de Anadolu'da Türklerin varlığının Malazgirt Savaşı'ndan çok öncelere dayandığı anlamını taşımaktadır; Anadolu'nun en eski halkları Atatürk'e göre Türk'tür. 

Bu gerçekliği Atatürk'ün kendi yazdığı şiirde de görebiliriz: 

"Gafil, hangi üç asır, hangi on asır
Tuna ezelden Türk diyarıdır.
Bilinen tarihler söylememiş bunu
Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak, 
Dinleyin sesini doğan tarihin,
Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak
Yalan tarihi gömüp, doğru tarihe gidin.
Asya'nın ortasında Oğuz oğulları,
Avrupa'nın Alpleri'nde Oğuz torunları 
Doğudan çıkan biz
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz
Türk sadece bir milletin adı değil,
Türk bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar, 
Ey yığın yığın insan gafletleri
Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde,
Hakikat nerede?"

Bu şiirden anlaşıldığı kadarıyla Atatürk'e göre Alp Dağları'na kadar uzanan yerdekiler Türk'tür. Tuna nehrinin 
"Ezelden beri Türk diyarı" olduğunu belirterek de Almanya, Avusturya, Slovakya, Macaristan, Hırvatistan, Yugoslavya, Bulgaristan, Romanya, Moldova ve Ukrayna gibi Tuna havzası ülkelerinin üzerinde yaşamış olan halkların Türk olduğu tezini ortaya koymaktadır. 

Atatürk, Türk Tarih Tezi'nde dile getirilen göç hareketleri ve "Kayıp Kıta Mu" efsanesi arasında bir bağlantı kurulabileceğini düşünmüş ve bu konuda araştırma yapmak için bazı girişimlerde bulunmuştur. Bu efsaneye göre Pasifik Okyanusu'nda, Asya ve Amerika kıtaları arasında bulunan ve Avustralya'nın iki katı büyüklüğünde olan Mu Kıtası 70 bin yıl önce batmıştı. Atatürk, Türk Milleti'nin Mu kıtasından dünyaya yayılmış olabileceğini düşünerek bir araştırma başlattı; Meksika'ya elçi olarak atanan Tahsin Mayatepek'i, Türkçe ile Maya dili benzerliğin araştırılmasıyla görevlendirdi.

--------------------------------------------------------------------------------------------------

TSR Ulusal Dayanışma-Araştırma ve Bilgi Grubu ( TSR GRUP*)

 



 

 



--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Türk Dil Tarih Kültür Birliği || http://www.tdtkb.org 
Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google Grupları "Türk Dil Tarih Kültür Birliği" grubu. 
 Bu gruba posta göndermek için, e-posta atın : tdtkb@googlegroups.com 
 Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: tdtkb-unsubscribe@googlegroups.com 
 Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com.tr/group/tdtkb?hl=tr adresinde 
bu grubu ziyaret edin 

 Bu grup hakkında ayrıntılı bilgi için, e-posta atın : tdtkb-owner@googlegroups.com 
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---