"IYI KI ATATÜRK
VAR!" baslikli yazida konusu edilen kitapta
kullanilmis olan
"Toyrkolazi" adi çok ilginç.
Görüldügü üzere
"Toyrkolazi"
Türkçenin "TÜRK O LAZ" deyiminin kirilip, yanina yöresine
ilaveler
yapildiktan sonra, yani "anagram" edilip Türkçelikten
uzaklastirilarak
ortaya çikardiklari uyduruk bir addir. Gerçekte
tanimlama bir taraftan LAZ'in Türk oldugunu itiraf
ile ifade ederken
diger taraftan da durumu bilmeyenlerin gözünde
LAZ'i Türklükten
uzaklastirmaktadir. Ayni
sekilde TÜRK adi ta da TOYRK sekline
sokulmustur. Bu da
gösteriyor ki "anagram" teknigi günümüzde de
tatbik edilmekte ve kendisinden
yararlanilmaktadir. Eski Greklerin
yaptiklari da ayni idi ki onun sayesinde eski
çaglardaki onbinlerce
senelik evrensel Türk dünyasi, Günes dini ve bu
din ile evrensel
olarak isleyen Türk dili sifira indirilip pek çok
yerde ölü bir dünya
haline getirilmistir. Okuduklarini
iyi niyetle okuyan ve yazarinin
inanilir oldugunu pesinen kabullenen kimseleri
kandirmak için bundan
daha kolay kandirmaca yolu (propaganda) olmasa
gerek. Hele bu ise ön
ayak olanlar Türkün
kendinden olanlar olursa is daha da kolaylasir.
Bir
zamanlar Sovyet hudutlari içinde yasayan milyonlarca Türk insanini
tarihten yok etmek
maksadiyla, ayni teknigi Sovyet Imparatorlugu da
kullaniyordu. Sovyet idarecileri Türkleri
"Sovyetlerin müslümanlari"
seklinde bir tanitim ile tanimliyor, adlarini
degistiriyor ve Bati
yayini da kasitli olarak söylenenleri aynen tekrar
ediyordu. Bu
sekilde dünyaya sunulan bu kandirmaca oyununda
Sovyet hudutlari içinde
Türk yok yalniz kimligi belli olmayan müslümanlar
vardi. Böylece
Sovyetlerdeki Türklerin Türklük kimlikleri
dünyanin gözü önünde inkar
ediliyordu. Bu yok etme
teknigi binlerce senedenberi kullanila gelen
bir teknik olup, bazi gruplar bu gibi dilbazlik
oyunlarinda pek
basarili olmuslardir.
Oynanan oyunu
keskin görüsleri ile görüp ve gayet iyi bir dille yazip
bizlerle paylasan
Sayin Mehmet ACA'yi ve yaziyi bizlere ulastiran
Sayin Hüseyin
Mümtaz ve Kamil Kartal Beyleri candan kutlarim.
Polat Kaya
"Kamil KARTAL " wrote:
>
> --- In turkoloji@yahoogroups.com, "Mehmet ACA" <mehmetaca@h...>
wrote:
> İYİ
Kİ ATATÜRK VAR !
> Hüseyin MÜMTAZ
>
> 13 Temmuz 2002.. Uçak İstanbul'a inmek üzere..
Okuduğum
> kitabı
biraz da
> bilerek
masanın üzerine bıraktım, arkama yaslandım..
> Yanımda
oturan 30-35 yaşlarında, daha önce etrafa göstererek
> incelemesinden
> pasaportunun
yabancı olduğunu gördüğüm genç adam
dikkatle kitaba
> baktı,
> sonra bir an
sorup sormama kararsızlığı geçirdikten sonra "Bir
şey
> sorabilir
> miyim"
dedi, "Bu kitap acaba Karadeniz'den Rum göçünü mü anlatıyor?"
>
"Hayır" diye cevap verdim aradığım yeri bulmak
için kitabı
>
karıştırırken,
> bulunca da
okudum "KAAM elinizdeki kitap baskıya hazırlanırken
> Kuzeydoğu
> Anadolu (
>
hazırlamaktadır."
> Kilit kelime
oradaki "Kuzey Doğu Anadolu" idi.. Bu ifadenin
> yanında
> parantez içindeki
> olduğunun
> ön kabulünü
oluşturuyordu.
> Muhatabım
"döküldü".
>
Kendisi de Karadeniz'deki filan ilçedendi, ana dili Rumca
> idi, böyle
> konulara büyük
ilgi duyuyordu, Almanya'da yaşıyordu, tatile gelmişti.
> Ve
> aynı
zamanda Alman vatandaşı idi. Geçen ay "Ceviz
Kabuğu"ndaki malûm
> programları seyretmiş miydim?
> Bildiğini
söylediği dilin Rumca olmadığını, yerel bir dil
> olduğunu,
bu
> dille gidip
Atina'da bakkaldan ekmek istediğinde kimsenin
> anlamayacağını
> söyledim.
>
"Ama" dedi, "Yunanistan'dan gelenlerle anlaşıyoruz."
> Yunanistan'a
bölgeden göç edenlerle ancak anlaşabileceğini
> söyledim,
durdu.
> Bölgede de tek
Rum olmadığını ekledim. Rumların
büyük
> çoğunluğunun Kurtuluş
> Savaşı başlangıcında
Rusya ve Yunanistan'a kaçtığını, kalanların da
> Atatürk
> tarafından "mübadele" ile
gönderildiğini anlattım. "Demek ki" dedim,
> "Atatürk
sizi burada bıraktığına göre Rum değilsiniz,
konuştuğunu
> söylediğin
> dil de Rumca
değil."
> "Hem
sadece 83 yıl hüküm sürmüş ve sadece şehir surlarının
> içine hakim
> olabilen bir
> olarak
> da
yayılabileceğini tahmin etmiyorum. En kuvvetli oldukları zaman
>
aralığında
> bile sadece
sahildeki sur içine söz geçirebiliyorlardı, sur dışı ve
> dağlar
> silme,
bölgenin yerli-otokton halkı olan Turanî kavimlerin idi"
> dedim.
> "Peki o
zaman dağlardaki kiliselere ne diyorsun?" dedi.
> "Kilise
kayıtlarının incelenmesinden, adı Rumca olan cemaatin
> iki nesil
> öncesinin
Türkçe ad taşıdığının
ispatlandığı" cevabını verdim.(1)
> Uçak indi,
ayrıldık..
> Bu
tartışmaya sebep olan kitabın adı "Göç: Rumların
> Anadolu'dan
Mecburi
>
Ayrılışı (1919-1923) İletişim Yay. İstanbul 2001"
> Kapakta yazarı veya çevirmeni görünmüyor.
Sadece "Küçük Asya
>
Araştırmaları
> Merkezi"
ibaresi var. İlerleyen sayfalarda KAAM'ın "Yunanistan'da söz
> konusu
> mübadillerin
Anadolu'daki yaşamlarının ve kültürlerinin kaydedilmesi
> gereğinin
bir bilince dönüştüğü dönemde, yâni 1930'lu
yıllarda
> kurulmuş
bir
> kurum"
olduğunu öğreniyoruz.
> İç
kapakta "Türkçe basımı derleyen: Herkül Millas,
> Yunanca'dan
çeviren:
> Damla
Demirözü" yazıyor.
> Bana ters
geldi.. Mantıken doğru
olanın; Yunancadan çevirenin
> Yunanlı ismi,
> Türkçeyi düzeltenin de Türk ismi olması
icabetmez miydi?
> Hayır
burada öyle yapmamışlar, Damla hanımın "çevirdiği"
> metnin
Türkçesini
> Herkül bey
tekrar "derlemiş".
> Demek ki
Herkül bey Türkçeyi, Damla hanım da Yunancayı çok
> iyi biliyorlar.
> Veya tersi.. Herkül bey Yunancayı, Damla
Hanım da Türkçeyi iyi
> bilmiyor,
> uzun süren bir koordinasyona,
bayağı zahmetli bir işbirliğine
> kalkışmışlar.
> Kitap iki cilt
bir arada kıymetli okuyucu.. Birinci cilt
> Batı,
ikinci cilt
> ise Orta
Anadolu'dan göç
> anlatıyor.
> 2003 Ocak
ayı ortalarında gazetelerde şöyle bir haber
gözüme
> çarptı.
>
"İletişim Yayınları'ndan yapılan açıklamada,
Yunanistan'daki
> Küçük Asya
>
Araştırmaları Merkezi tarafından hazırlanan sözlü
tarih çalışmasından
> derlenen ve
Damla Demirözü tarafından çevrilen kitaba
> ilişkin
`Atatürk'e
> hakaret
içerdiği' gerekçesiyle, 5816 sayılı Kanuna muhalefet
> nedeniyle
> toplatma
kararı verildiği kaydedildi. Aynı nedenden dolayı kitabın
> çevirmeni ve
İletişim Yayınları'nın
yetkilisi hakkında İstanbul 2.
>
Asliye
> Ceza
Mahkemesi'nde dava açıldığı bildirildi."
>
Düşünsenize kitap basıldığı 2001 yılından
2002 sonuna kadar üç baskı
> yapıyor
> ve ancak 2003
başında "toplatılıyor".
> Kitap 300
sayfa.. "İnce" bir
psikolojik çalışma örneği.
> Her iki ciltte
de farklı yerleşim merkezlerinden göç
> edenlerin
anıları o
> yerleşim
merkezinin adı altında toplanmış. Birinci
"incelik" burada..
> Yerleşim
merkezlerinin adları: İonya,
> Halikarnassos,
Artaki, Lefki, Kermasti, Lidya, Kasabas, Neapoli,
> Prokopios,
> Farasa,Galatya, Frigya, Likya, Marki-Livisiu, Pamfilia, Kilikya,
> Tarsos,
> Psidas..
> Görüldüğü
gibi başka, bize tamamen "yabancı" bir coğrafyadan
> bahsediliyor.
> Yapılmak
istenilen şey de zaten bu.. Onların
"yerli", bizim de
> kendimizi
> "yabancı" hissetmemizi
sağlamak.
> Bu duyguyu;
yerleşim merkezlerinin isimlerinin altında italik
> harflerle
> yapılan
açıklamalarla da pekiştiriyor KAAM veya Herkül bey, veya
> Damla
> hanım..
> Örnek;
"Sazaki: Sazaki köyü?.'in
70 km, ?.'nınsa
>
kuzeybatısındadır.Sazaki'nin nüfusu yaklaşık 500
Türkçe konuşan
> Rum'dan
>
oluşuyordu. Köy dinsel açıdan Krini
metropollüğüne bağlıydı."
> Sonraki
nesillere "ışık tutacak" ve koordinat bulmaya
yarayacak kadar
> ince
> bir nokta
tarifi ve dini örgütlenmenin de ihmal edilmeden
> belirtilmesi.
> Tarifte yer alan Türkçe isimler, derleyen ve çevirenin emeline ortak
> olmamak
> için
tarafımızdan noktalı bırakılmıştır.
> İkinci
incelik "dipnotlarında"..
> "34"
numaralı dipnotu: "Aziz Thomas İsa'nın
öğrencilerinden
> biridir.
> Yortusu
paskalya'dan sonraki ilk Pazar günü olur. Aziz Thomas İsa'nın
>
Dirilişine, parmaklarını İsa'nın elindeki
yaraların üzerine koyana
> kadar
>
inanmamıştır. Bu gün Yunanca'da zor ikna olan ya da güçlükle
inanan
> kimseler
> için
`İnançsız Thomas' deyimi kullanılır-ç.n"
> Veya
"132" numaralı dipnotu: " Bilgi kaynağı Türk
Lâzlar
> anlamına
gelen
> Toyrkolazi
kelimesini kullanmış. Ben de bunu Türklâzlar olarak
> çevirdim-çn.
>
(Müslümanlaşmış Laz topluluklarını anlatmak için bilgi
kaynağının
>
kullandığı
> sıfat-ç.n"
> Görüldüğü
gibi Damla hanım, Hristiyanlık, yer bilim ve sosyal bilim
> ile
> tarih bilimi
konularındaki engin bilgi ve tecrübesini dipnotlarına
> ç.n
> notuyla
ekleyerek asıl metni zenginleştirmiş ve zengin kültüründen
> bizim de
>
yararlanmamızı sağlamış!
>
Damla Hanım'ın dünya görüşü ile ilgili ipuçlarına,
yazdığı önsözde
>
rastlıyoruz.
>
"1922 yılı ile Balkan Savaşlarından başlayarak
hızla topraklarını
> kaybeden
> Osmanlı
İmparatorluğunun milliyetçiliği öğrenmekte geç kalan ana
> unsuru
>
Müslümanların bir çoğu millet olarak yaşayacakları
Anadolu'yu
> kendilerine
> yurt
edinmişlerdir." (Sayfa
20)
> Bir cümlede bu
kadar iddialı ve "dinamit" gibi uç noktaları ifade
> edebilmesi;
Damla Demirözü'nün, çok genç yaşına rağmen geldiği konumu
> göstermesi
bakımından hayli ilginç..
> Sağlam
bir mantık dokusu ile beraber son derece kuvvetli bir öğrenim
> ve
> karargâh
desteği de var kısa geçmişinde anlaşılan.
> Bakın o
bir cümlede Demirözü neler söylüyor:
> 1. Osmanlı İmparatorluğu'nun ana unsuru,
milliyetçiliği ancak
> Balkan
> Savaşlarında öğrendi.
> 2. Bu ana unsur "Müslümanlar"dı.
> 3. Farklı Müslümanların "bir çoğu" Anadolu'yu
1922'den sonra
> yurt edindiler.
> Önceden
yurtları burası değildi.
> 4. Müslümanlar 1922'den sonra "millet" olabildiler.
> Farkında
mısınız bu cümlede her şey var ama bir tek "Türk"
lâfı yok?
> Yâni
kıymetli okuyucu; 1922'den sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nde
> a)milliyetçiliği geç öğrenebilen, b)muhtelif
Müslüman topluluklarının
> meydana
getirdiği ve c) göçmen-yerli olmayan bir ahali yaşamaktadır.
> Bunu söyleyen
Damla Demirözü, Ankara Üniversitesi'ne bağlı DTCF'nde
> Öğretim
> Üyesidir.
>
Çocuklarımızı "yetiştirmektedir". Toplatılan kitabını derslerinde
> ders
> kitabı olarak inceletmektedir. Bu kitap ders programına nasıl
> girmiştir,
> bölüm başkanının, Fakülte
Dekanının, Üniversite Rektörünün haberi var
> mıdır?
>
Üniversitelerde her isteyen, istediği her kitabı okutabilmekte midir?
> Her işe
karışan YÖK ne işe yarar?
> Bilimsel
özgürlük denilen şey devletin ve milletin temeline dinamit
> sokmak
>
mıdır?
>
Damla Demirözü'nün "Kitabı" ancak üç baskı yaptıktan
sonra, o
> da
"Atatürk'e
> hakaret
içerdiği" için toplatılmıştır.
> O halde iyi ki
Atatürk var kıymetli okuyucu..
> 300
sayfalık kitapta Atatürk'ten ancak üç veya beş
satır
> bahsediliyor. Geri
> kalan bütün sayfalar Türk'e ve Türklüğe
hakaret, aşağılama, tahkir
> ile dolu.
> Onlar
görülmüyor, kale alınmıyor fakat beş satırda Atatürk
kanununa
> muhalefet ettiği
için hakkında toplatma kararı çıkıyor..
> İyi ki
Atatürk var.. Ölümünden şu kadar
yıl sonra bile Atatürk'e
> borçluyuz,
> Türk'ü,
Türklüğü halâ koruyup kolluyor. Hâlâ ona
ihtiyacımız var.
> Peki Atatürk DTCF'yi neden kurmuştu?
> Fakülte'nin resmi internet sitesinde şu ifadeler yer
alıyor.
> "Mustafa
Kemal Atatürk Fakültemizin kurulmasını önerirken, çağdaş
> Türkiye'nin yapacağı atılımda hem ulusal
bilincin gelişmesi, hem de
> özgür
> düşünceli
bireylerin yetişebilmesi için, Türk dilinin, Türk tarihinin
> ve
> Türk
kültürünün derinliğine araştırılmasının en
başta gelen koşul
> olduğuna
>
inanıyordu. Türkiye'de sosyal bilimler alanında seçkin bir yeri
> bulunan
> Fakültemizin
kuruluş yasası TBMM'ce 14 Haziran 1935'de
> ve
> karar 22
Haziran 1935 tarih ve 2035 sayılı Resmi Gazete'de
>
yayımlanmıştır."
> DTCF;
Atatürk'ün öngördüğü "Türk dilinin, Türk tarihinin ve Türk
> kültürünün
>
derinliğine araştırılması" amacına mı
hizmet etmektedir Damla
> Demirözü'nü
> istihdam
ederken?
>
Şimdi sorulacak soru şudur:
> Yunanca'ya
devlet ve millet olarak ihtiyacımız var mı?
> 1071'den beri
Yunanlı ile boğuştuğumuza göre, ve görünür gelecekte
>
AB-Kıbrıs-Ege konularında istesek de istemesek de bu kadar "içli
>
dışlı"
>
olacağımıza göre; evet var!
> Demek ki
Yunancayı öğrenip, Türk kültürünün, tarihinin, dilinin
>
derinliğine
>
araştırılması ve "ulusal bilincin" gelişmesi
yolunda kullanacağız.
>
Halbuki DTCF'de ne olmaktadır?
> Bilinçli bir
şekilde kadro verilmeyerek son derece kısıtlı ve "eski"
> elemanlarla
hizmet yürütülmeye çalışılmakta, akademik kıskançlıkla
> yeni
> öğretim
üyelerinin yetişmesi engellenmektedir.
> Fakat ihtiyaç
vardır? İhtiyaç da Yunan Elçiliğinde
çalışan "İdari
> Ataşe"lerle giderilmektedir.
>
İdari Ataşelerin her ülkede ne
>
araştırsın.
> DTCF'de çok
yakın bir geçmişte; "Kıbrıs'ın Yunan toprağı
>
olduğunu", "Türk
> askerinin
işgalci olduğunu" ileri süren, öğrencileri yazın
Fener'e
> götüren,
> Yunanistan'a
burslar "temin edip" Öcalan posterli "yerleri" ziyaret
> ettiren
> Yunan
Elçiliğinden Stavros adında birisi görev almış
mıdır almamış
>
mıdır?
> Stavros halen
İstanbul Üniversitesi'nin Yunanca Bölümüne girmek
için
>
uğraşmakta mıdır, uğraşmamakta mıdır?
> Stavros
öğrencilerine ödev olarak "Son on yılda filan gazetede yer
> alan
>
Kardak-Ege-Kıta Sahanlığı-Hava Sahası" haber ve
yorum taramalarını
> vermiş
> midir,
vermemiş midir?
>
İnanmıyorsunuz değil mi?
> Peki
toplatılan Göç kitabının DTCF'de ders kitabı olarak
okutulması
> da mı
> gözünüzü açmıyor.
>
Bırakın Savvas Kalenderidis, Yorgo Andreadis'leri biraz da içerdeki
>
"os"larla, "is"lerle uğraşın.
> Ama önce
eğitim ve öğretim kurumlarında "Gençlerimize, verilecek
> tahsilin
> hududu ne
olursa olsun, her şeyden evvel ve en evvel Türklüğe ve
> kendi
> benliğine
düşman anâsırla mücadele lüzumu"nun öğretilmesine, bunu
> öğretecek
> öğretim
elemanlarının yetiştirilmesine, görevlendirilmesine dikkat
> edin.
> Hakikaten iyi
ki Atatürk var da, onu okumak ve anlamak lâzım